TÜİK’İn açıkladığı son (hem de artık gerçeğin altında olduğu bilinen) rakamlara göre tüketici fiyatlardaki artış, yine yüzde 15’e doğru hızlandı. İşsizlik en son yirmi yılın en yüksek düzeyinde. Zaten yine TÜİK’in son verilerine göre nüfusumuzun orta ve alt gelir gurubu toplam milli gelirimizin ancak yüzde 20’sini alabiliyor, toplam gelirimizin yüzde 80’ni, nüfusumuzun üstü gelir diliminin elinde. Yani gelir dağılımı uçurumu artık dibe vurmuş. Kısacası halkın Aş-İş derdi sağlık sorunun bile önüne geçmiş durumda.
Gelin görün ki, bu gerçeklere karşın, başta ekonomi olmak üzere halkın (ülkenin) “bütün sorunlarını çözeceğim” diyerek, yüzde 0,5 farkla değiştirttiği laik demokratik parlamenter sistemin yerine, partili cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin erişilmez güçlü Başı “Ekonomi Uçuyor” nutukları atıyor.
Siz, “ne ilgisi var?” diyebilirsiniz ama bu saptamalarımdan aklıma, birkaç kez yinelediğim Kolombiyalı Gabriel Marquez’in bütün dillerde basılan ve onu dünya yazarı yapan kitabı “Yüz Yıllık Yalnızlık”tan bir bölüm geldi.
Bilirsiniz, Pablo Picasso'nun en ünlü “soyutları” karşısında, herkes ayrı ve kendine göre yorum yapar. Benim yorumum son satırda, okurlarım da, dilediklerince yorumlayabilirler;
“Albay Aureliano Buendia, öfkelendiğini hiç belli etmedi ama öfkesi ancak muhafızları evi yağmalayıp bir kül yığını haline getirdikten sonra yatıştı. Albay Marquez ‘yüreğini kolla, Aureliano’ dedi, ‘ölmeden çürüyorsun’.
Albay Aureliano Buendia, o günlerde, ileri gelen asi komutanları ikinci kez toplantıya çağırdı. Bu toplantıda her çeşit insan vardı; ülkücüler, gözünü hırs bürüyenler, serüven arayanlar, toplumla bağdaşamayanlar, adi suçlular bile geldi.
Bir iç patlamanın eşiğine sürüklenen bu her boyadan boyalı toplulukta, bir tek otorite sivriliyordu; General Teofilo Vargas. General Tanrı’nın kendisine ödevler verdiğini çevresindekilere yutturan, düzenbaz, saf kan bir Kızılderili idi. Albay Aureliano Buendia, subaylarına ‘Gözümüzü üzerinden eksik etmememiz gereken vahşi bir hayvan bu’ dedi.
Bunun üzerine her zaman çekingenliği ile tanınan genç bir yüzbaşı ürke ürke parmağını kaldırdı. ‘Kolayı var, albayım,’ dedi: ‘Bu adamı öldürelim’. Albay Aureliano Buendia, önerinin soğukluğuna şaşırmadı da, bir saniye farkla kendisinden önce davranmış olmasına içerledi. ‘Böyle bir emir vermemi beklemeyin,’ dedi. Doğrusu istenirse, böyle bir emir de vermedi.
Ne var ki, iki hafta sonra pusuya düşen General Teofilo Vargas kamış baltalarıyla paramparça edildi ve Albay Aureliano Buendia başkomutanlığı üstlendi.
Bütün asi komutanların kendisini başkomutan olarak tanıdığı gece, Albay Aureliano Buendia uykusundan korkuyla fırladı, bir battaniye istedi. Bu üşüme yüzünden birkaç ay uyuyamadı; sonra üşüme alışkanlık haline geldi. İktidar sarhoşluğu, tedirginlik dalgalarıyla dağılmaya başladı. Aureliano, belki üşümesine iyi gelir diye, General Teofilo Vargas’ın öldürülmesini öneren genç subayı kurşuna dizdirtti.
Aureliano’nun emirleri, daha ağzından çıkmadan, kendisinin göze alamayacağı aşırılıklara vardırılıyordu. Albay Aureliano Buendia, erişilmez gücün yalnızlığına battı...”
Battı mı, çıktı mı, sonunda batacak mı?
Benim yorumum: Yanıtı yine halk verecekti. Ne zaman? Bıçak, kemiğe dayandığında!