Hilafet çığlıklarına Partili Cumhurbaşkanından adeta destek sözü: “Hz. Adem efendimize uzanan dilleri yeri geldiğinde koparmak bizim görevimizdir.”
Aslında, tarikat çevrelerinde ve İslâmî Konferans adı alındaki toplantılarda bir süredir aynı temenniler hatta kararlar alınıyordu.
AKP’li bazı belediyelerin akçalı destek verdiği ve Diyanet İşler Başkanının da konuşmacı olarak katıldığı bir toplantıda, şeriata dayalı devletin anayasa taslağı tartışılmış ve AK Saraya tavsiye kararları alınmıştı.
AKP’li önemli isimlerin, “Yeni Osmanlıcılık” sevdasının özünde, Şeriata dayalı İslâmî devleti içerdiğini biliyoruz. Anlaşılıyor ki, o devlet Osmanlının yeni(!) devamı olacağı için Yeni(!) Halifenin de 98 yıl önce kalktığı koltuğa (divana) artık oturmasının hazırlıkları başlamış olmalı.
Nasıl mı olacak? Türkiye Büyük Millet Meclisi, 3 Mart 1924 günü çıkardığı kanunla, halifelik makamını kaldırdı. Bu karar ile, son padişahın ülkeyi terk etmesinden sonra TBMM tarafından Abdülmecid Efendi'ye verilmiş olan halifelik unvanı ortadan kalkmış oldu.
Buraya dikkat, bu yasanın gerekçesinin birinci maddesinde, "Halifeliğin hükûmet, Cumhuriyet, yani TBMM'nin anlam ve kavramı içinde zaten saklı olduğu" belirtilir.
1974’deki benim de içinde olduğum CHP-MSP Koalisyonundan itibaren fırsatı bulduklarında, Milli Görüş öncülerinin-önderlerinin, bu gerekçeye dayanarak şu yorumu yaptıklarının tanıklarındanım: “TBMM Hilafeti ilga etmedi, Abdülmecit Efendi’ye verdiği halifelik unvanını uhdesine aldı”. Yani onlara göre, TBMM uhdesindeki Hilafeti, alacağı çoğunluk kararıyla hakkı(!) olana her zaman verebilir.
Ben artık o aşamaya geldiklerini olası görenlere katılıyorum. Neden “ben artık” diyorum; Siyasete eylemli başladığım ilk yıllarda Milli Görüşçülerin bu özlemlerini, tebessümle karşılar, hayal bile edemeyeceklerini düşünür ve hatta Oğuzhan Asiltürk gibi yakın bulduklarımın yüzüne de söylerdim.
2003’de, CHP Genel Başkanının -asla bir pazarlık değil, demokratik anlayışı gereği olduğuna inandığım- desteği ile R.T. Erdoğan’ın, Siirt’ten milletvekili seçilip Başbakan olduğu günlerde, Kasımpaşa’dan kapı komşusu olan Sivaslı bir genç iş adamı S. Kaplan ziyaretime geldi. -Haddi olmayarak, aynı yaş ve ortamda tanığı olduğu R.T. Erdoğan’la ilgili tanıtıcı bilgiler verdi, izlenimlerini aktardı. Sonunda “özetle şunu söyleyebilirim, bence bilinçaltında iki hedefi var: Karun gibi zengin ve Halife olmak” diyerek gitti.
Milli Görüş kökenlileri çok iyi tanıdığımı sandığım(!) için Genç İşadamının arkasından yine, “hayal bile edemez” dediğimi, anımsıyorum.
2007 seçimi akşamı -Balkon Konuşması- yaptığı gecenin sabahı, S. Kaplan’dan “Karun gibi zengin ve Halife olmak yolunda vites büyüttüğünü görmenizi diliyorum” e-mailini aldım.
Ben yine abarttığını düşündüm ve olası görmedim. Ergenekon davaları ile tırmandırılan ve -bazılarının “karşı devrim” dediği- süreçte, S. Kaplan’ın bu olasılığın -gerçekleşme evresine girdiğine- dair sözlü-yazılı uyarıları sıklaşarak sürdü.
Muhafazakâr partilere kulağı yakın bilinen Gazeteci Sabahattin Önkibar’ın geçen hafta yazsında ki şu haberi, kısa süre önce kaybettiğimiz S. Kaplan’ı doğruluyor artık. “Sarayda günler haftalar boyu konu değerlendirilip tartışılmış ve nihai bir karara varılmış ve Hilafet kararı seçimlere kısa bir süre kala dünyaya ilan edilecekmiş”,
Bütün bunların yanına “Bunlar daha iyi günler, durun bakalım, daha neler olacak neler” sözünü koyunca, AK Sarayın sandıktan çıkmak için yapamayacağı hiçbir şey olmadığı görülür, denebilir!
Ben demiyorum, çünkü Ayet (Nas) ile susturamadığı Aş-İş derdindeki halkı ne denli ulu olsa da bir sıfatla (Halife) susturacağını sananlar Anadolu ve Trakya halkının yalın ve asil gerçeğini, eninde sonunda anlayacaklar;
Nasıl ki Sömürgenlerin filoları boğaza demir attığında “geldikleri gibi giderler” deyip gönderdiyse, “demokrasi sadece sandıktır” diyerek gelenleri de, ne yaparsa, yapsınlar o sandıkla geldikleri gibi gönderecektir.