Değişimin Gücü CHP’Lİ Olmak…

Erol Çevikçe

Ülkeyi yönetmeye talip olanların genelde ülkesinin,  özelde kendi partisinin geçmişindeki doğruları ve yanlışları mutlaka bilmesi gerekir. Hele ki, bu bildiklerini zamanına ve olayın geçtiği yerele (yöreye) göre yorumlamasını bilmiyorsa, öyle yüksek sorumluluk isteyen görevleri üstlenmemelidir.

Bunları geçmişi-ezberi hilafet siyaseti ile karanlığa bürünmüş R.T. Erdoğan için söylemiyorum. Ne var ki kuruluş ve varlık nedeni, laik demokratik cumhuriyetin çalışan -emekten yana- halkına hizmet olan CHP’nin Genel Başkanının, partisinin geçmişine güvenmesi, sahip çıkması, görev yapan kadroların hizmetini küçümsememesi beklenir ve gerekir.

Bir zamandır Sayın Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun bırakın geçmiş kadroların hakkını vermek, partinin temel ilkesel görevleriyle ilgili tarihine, gereklerine ve yöresine göre geçmişteki doğru uygulamalarını bile görmezden geldiği ve hatta bazı kasıtlı eleştirilere göz yumar-katılır olduğu görüldü.

Önemli bulduğum son üç güncel konuya daha önce de değindim: İlki, hiçbir CHP Genel Başkanının yapmadığı (dünyada da Trump ve Erdoğan dışında kurumsallaşmış hiç bir devlet başkanında görülmemiş) parti organlarını bir yana atıp evinden özel sosyal medya mesajı yayınlaması.

İkincisi, kurucusu olduğu 6’lı Masayı adeta hiçe sayarak kendi adaylığını emrivaki durumuna getirmiş olması.

Üçüncüsü de, bazı mali konuları kişisel vaatle çözme gibi bir popülist propaganda yaklaşımını, adet haline getirmesi…

Bu, partinin örgütlü gücünü bir yana bırakarak kişisel ve bireysel vaatlerle AK Sarayla seçim yarışına girme yaklaşımının seçmen indinde sonuç vermediğini geçmiş dokuz seçim belgelemiştir.

1992’de yeniden açıldıktan sonra, CHP’nin önünde iki seçenek vardı; Ya, 1970 öncesinin CHP’si gibi soyut konularla içerde didişip durmak ve küçülmeye devam etmek ya da halkın doğrusuna inanıp ona sarılmak. İşte o zaman CHP gerçekten 6 okunun gereği olan “halkçılık” ilkesine yürekten sahip çıktığına halk inandırmış olurdu.

1995 seçimine giderken partide bu yönde yapılan tartışmalardan sonra ortaya ortak bir slogan çıktı, “CHP Değişimin Gücü”, işte bütün mesele böyle olabilmek ve halkı buna inandırmaktı.

Korkutmak ve karamsarlık üzerine kurulan bir siyasetin başarı şansının olmadığı ortak fikrine de varılmıştı. Başarı, sanki siyasetteki ustalarımızın başında gelen Turan Güneş’in, “parti olarak örgütün her kademesinde halka iyimserlikle, olumlu ve yapıcı somut önerilerle yaklaşılmalı” savında saklıydı:

Özellikle 1999 seçimi öncesi Genel Başkandan topluma yaylan gergin ve uzlaşmaz söylem ve kötümserlik, seçim sonuçlarını olumsuz belirleyen en önemli etmen oldu. 22 Temmuz 2007’ye kadar yapılan her seçimde alınan sonuçlar halkın bu politikaya yüz vermediğini açıkça göstermişti.

Burada yine Turan Güneş Hoca’nın bir deyişini anımsatmak isterim: “Demokraside halkı sürekli ‘hayır’ demeye zorlamak kadar yanlış yoktur”.

Demokratik bir seçim olması dileğiyle bu gerçeklere ek olarak (haddimi aşıyor olsam da) şu düşüncelerimin bir kez daha altını çizmek istiyorum; 

Evden yapılan bireysel vaatlerle, (6’lı Masanın karar verdiği cumhurbaşkanı adayı olmuş gibi) -Elektrik faturalarını ödemeyin-Kariyer sınavına girmeyin-muaccel duruma gelmiş borçlarınızı ödemeyin…

Gibi, Tek Adamı çağrıştıran bir popülist liderlik, CHP Genel Başkanını yüceltmeyeceği gibi, inandırıcı da olmuyor.

 “Yeter ki R.T. Erdoğan’dan halkı kurtaralım” gerekçesi ile ve bireysel-duygusal söylemlerle, CHP’nin kuruluş ve varlık nedenleri olan ilke, amaç ve hedeflerine aykırı propagandadan sonuç ummak gerçekçi ve doğru değildir.