Bu Kez, “YETMEZ ama EVET”çiler Kim Olacak?

Erol Çevikçe

 

AK Sarayın Anayasa yapma planının asıl hedefi “partiler ve seçim yasasını” değiştirmek. Adalet Bakanının, Partili Cumhurbaşkanının bu planına bağlı olarak cumhuriyet öncesi 1921 Anayasasına gönderme yapmasının nedeni,  AKP ve MHP dışındaki partilerin “güçlendirilmiş parlamenter sistem” istemini uzlaşarak kabul edecekleri algısını yaratmak.

MHP’nin “ilk dört madde değiştirilemez” demesi de, CHP dışındaki başta İYİ Parti, merkez sağdaki partileri uzlaşmaya çekmek için AK Saray adına adeta bir davettir.

HDP yönetiminin telaşla olumlu bakması ise, bu algıyı parlamentoda kalabilme olanağına dönüştürme sanısına (yanılgısına) dayanıyor.  

Bırakınız 1921 Anayasasının yapıldığı yılları, 1950 öncesinin toplumsal, ekonomik ve hukuk yapısı yalnız Türkiye’de değil, dünyada da çok ayrıydı. Yönetim anlayışı, yöntemleri ve kadroları da her ülkenin kendi koşullarına göre oluşmaktaydı. Toplumsal değişimler, ancak olduğu yer ve zamana göre (bağlı) gerçekleşir.

Dolayısıyla, Mustafa Kemal Atatürk ile başlayan, İnönü ile süren cumhuriyet döneminin ve kuşağının devlet yapısına dönük anlayışı, deneyimi ve yapılanması, o tarihlerdeki iç ve dış etmenlere göre değerlendirilmeli ve yorumlanmalıdır. Bu günlere asla örnek gösterilemez (taşınamaz).

Cumhuriyetin kurucu kuşağının önde gelen ilk dört politikacısını (Mustafa Kemal Atatürk, ismet İnönü, Celal Bayar ve Adnan Menderes) bir yana bırakırsak, özellikle 1960 sonrası demokratikleşme (anayasa ve ona bağlı hukuk yapısı)  ve kalkınma sürecinde en çok çabası (var) olan merkez sağın baş temsilcisi Süleyman Demirel’dir.

Gerçekte, Turgut Özal da Demirel’in kadrosundandır ve onun uzantısıdır.

Bu süreçte Türkiye’de seçilmiş sekiz lider görev yaptı. Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Turgut Özal, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Necmettin Erbakan, Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan.

1964’de Devlet Planlamada başladığım, 1973’den sonra da TBMM’de bakanlık dahil her düzeyde üstlendiğim halk ve devlet hizmetimde, bu sürecin hep içinde oldum.

Bu liderlere doğru-dürüst baktığımızda, yedisinin birbirleriyle birçok bakımdan benzeşmelerine karşın, R.T. Erdoğan’ın apayrı bir karakterde olduğunu görürüz. Kendisi de bunu inat ve ısrarla göstermek ve kabul ettirmek için savaşım veriyor.

Özellikle dış ilişkilerde bu yedinin hemen hepsi, söylem ve eylemlerinde son derece titiz, dikkatli ve tutarlı olmuşlar. Ulusal yarar ve çıkarlar söz konusu olduğunda, dış politikayı hiçbir zaman iç politikada oy hesabı için kullanmamışlardır. 

Yeri geldiğinde çok yürekli, gerektiğinde yumuşak olabilmişler. İktidardayken, olabildiğince soğukkanlı, muhaliflerine karşı saygılı, halka hoşgörülü olmaya çalışmışlar. Tartışma ortamında hazırlıklı, bilinçli ve donanımlı olmaya özen göstermişler. Özellikle sorunlu konularda uzun erimli ve sabırlı bir özgüven içinde bulunabilmişler. 

Son on yılına baktığımızda, R. T. Erdoğan'da bu niteliklere, sıfatlara ve yaklaşımlara benzer bir söylem ve eylem bulmak rastlantı olur. Hele ki, Partili Cumhurbaşkanı olduğundan beri, “ben bilir, ben yaparım” kişiliğinden ve kimliğinden hiç ödün vermiyor.

Kendisini, Hocası Necmettin Erbakan’ın “milli görüş” siyasetinin bile gerisinde bir “ezberin” önderi sayıyor. Üstelik o yedi liderin tersine, hem yanlışlarından ders almıyor, hem de kendi doğrusu ve haklılığını gerginlik pahasına da olsa inatla savunuyor.

Özellikle İstanbul başta 2019 yerel seçiminden sonra öyle gözüküyor ki, bu hırsının ve gerginliğinin altında, önceki başbakanların ve cumhurbaşkanların hiçbirisinde olmadığı kadar seçim yitirme korkusu var artık.

Güney sınırımızda ABD’nin hesaplarını ülke çıkarlarıyla bağdaştırmakta düşülen yanlışın, ekonomide ve iç politikada yarattığı bunalımdan dolayı halk (seçmen) tam bir umutsuzluğa ve tepkili bir karamsarlığa kapılmış durumda.

Son seçimdeki sistemle yani ittifaklar arası oy hesabı ile gidilecek bir yeni seçimde Cumhur İttifakının değil yüzde elliyi geçemeyeceğini, en çok oyu alamayacağını, herkesten önce O görüyor. 

İşte o nedenle seçim ve partiler yasalarını değiştirmekten başka çare olmadığını da görerek bir yıl öncesinden devletin gücünü paylaştıkları MHP Genel Başkanına “partiler ve seçim yasası değiştirelim” çağrısını (ilanını) yaptırdı.

Artık partiler arası gündem sözde “yeni anayasa” tartışması olsa da AK Sarayın gerçek hedefi, millet ittifakını dağıtmak ve beraberinde (yeni ya da eski) anayasa değişikliği ile seçim ve partiler yasasını hesabına uygun olarak değiştirmek.

Göreceğiz bakalım, bu kez de, “YETMEZ ama EVET”çileri bulacak mı ve kimler olacak?