ALAMETE Mİ BİNDİK, KIYAMETE Mİ GİDİYORUZ?

Erol Çevikçe

Cumhurbaşkanının ana muhalefet Liderine “LAN kendini bilmez, terbiyesiz” diye söze başladığı günleri yaşıyoruz. Laik cumhuriyetçi çoğunluk gibi ben de her hafta, sandıktan çıktım diyerek “tek başına ve tek elden” ülke idaresini ele almışlara karşı demokrasiyi yaşatmak ümidiyle yazılar yazıp duruyorum. Artık adeta patinaj yaptığımı görerek bu hafta çok değerli ve yürekli dostum Gani Aşık’ın yazısını paylaşarak gelecek haftaya AK Sarayın yeni yapay gündemini beklemeyi yeğledim:      

                             Türkiye ‘İhvan’ Tuzağında

Gani Aşık CHP Kayseri Milletvekili, Müftü (10 Şubat 2021 Cumhuriyet)                                                                                                                                    

İhvan’ın kurucu ideoloğu Hasan El-Benna, İlâ’ş-Şebab adlı kitabında “İslam prensiplerine dayanmayan devlet düzenini ve siyasi partilerin hiçbirini kabul etmiyoruz” der. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “demokrasi,  amacımıza ulaşmanın aracıdır” sözü, el-Benna’nın İslamcı ideolojisiyle bire bir örtüşür.

Literatüre göre “İslamcı” ile İslam ve Müslüman aynı değildir. İslamcı, dini siyasi hedefi ve maddi çıkarı için kullanır. Müslüman, İslamı takvaya adanmış haramsız bir yaşamın rehberi kabul eder. AKP bin yıllık Müslüman Anadolu’ya İslamcılığı (ortaçağı) dayatıyor ve olası engelleri de hedefe koyuyor. TSK’ye kumpaslar, yargı ve parlamento ile birlikte, üniversiteden bürokrasiye devletin bütünü ile denetim altına alınması, CHP’nin kurumsal kimliğine yönelik yıllardır sürdürülen temelsiz saldırılar ve arızalı doğumu kutsamalar, bu planın parçalarıdır.

Partili Cumhurbaşkanı’nın sınırsız popülist yeteneği, İhvan aşkı ve kendisini adadığı “davası” uğruna her şeyi göze aldığı hâlâ yeterince kavranabilmiş değil. Genel seçim yapılacak mı, yapılırsa hangi konjonktürde olacak, seçimi kaybetmesi halinde iktidar yenilgiyi kabullenecek mi, bunlar üzerinde düşünülmüyor.

İki buçuk milyon geçmez oyu “geçer”, kazanılmış İstanbul Belediyesi’ni “kazanılmamış” sayan YSK orada duruyorken, Yargıtay’ın yüksek hâkimleri, bir aylık üyesini AYM’ye göndermeyi içine sindirebilmişken, Cumhuriyetin valileri Erdoğan’a bağlılığını vurguluyor ve vatana ihanetten mahkûm Atıf Hoca’yı sahipleniyorken..

YAŞ toplantısında, 700 kadar albayın emekli edilmesindeki giz nedir? Güvenlik güçlerinin ihtiyaç duyulması halinde Silahlı Kuvvetlerin ateş gücünden yararlanmasına ilişkin düzenleme neyin hazırlığıdır? Polis sayısının, Silahlı Kuvvetler toplamının yarısını geçmiş olması sadece asayişle mi ilgilidir? Çağdaş dünyada devletin gücü inzibat kuvvetlerinin çokluğu ile değil, hukukun üstünlüğü ve bürokrasisinin sağlamlığı ile ölçülüyor.

ABD Genelkurmay Başkanı, Donald Trump’ın tehlikeli niyetleri üzerine “Ben Başkan’a değil, anayasaya bağlıyım” dedi. ABD kamu mekanizmasının nasıl işlediğini iyi bilenlerin, “ABD’nin derin devleti bürokrasisidir” demeleri bundandır. AKP’nin bir büyüğünün koltuğuna gömüldüğü rektör ihtiram duruşunda, bizde ilim haysiyeti mi kaldı? Binali Bey’in koltuğunu elinden aldığı Vali el pençe ayakta, bizde bürokratın hatta devletin itibarı, ondan da öte, kendisi mi kaldı?

Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı yöneten ve devleti kuran Yüce Meclis, dişleri alınmış aslana döndü, bizde yasama mı kaldı?

AYM kararları, başlangıç mahkemesi kararı kadar bile dikkate alınmıyor, bizde hukuk mu kaldı? Anayasayı duman edenlerin, hukuku ve demokrasiyi temel alan yeni bir anayasa yapacağına güven mi kaldı.

Aydınlık yazmıştı: Yaser Arafat, Ebucafcaf’ı Donanma Komutanlığı’na atar, yeni bakan da dostlarını evine davet ederek bu parlak(!) atamayı kutlarlar. Konuklar dağılınca oğlu, bakana “Baba, sen Donanma Bakanı oldun da Filistin’in donanması var mı” diye sorar.

Sevinci kedere dönüşen bakan(!), sabah soluğu makamında aldığı Yaser Arafat’a, oğlunun kendisine sorduğu soruyu yöneltir: “Ey Ebu Ammar, sen beni Donanma Bakanı yaptın ama Filistin’in donanması var mı?” Arafat, “Çok da alıngansın ey Ebu Cafcaf, Ebu Laklak’ı da Adalet Bakanı yaptım, sanki Filistin’de adalet mi var” der.

Sayın Erdoğan iktidar olduğu 2002’den 2010’lara kadar ustaca sakladığı “takıye” sürecinde, bir taraftan 2’nci cumhuriyetçi sefilleri “daha geniş demokrasi” umudu ile uyuturken, diğer taraftan kontrolündeki büyük medya gücü ile eğitim düzeyi ve muhkem itikadı, manevi dünyaları mistik ninnilere müsait geniş halk kesimlerini bloke etti.

Bugünün siyasal İslamcılarının dedeleri Ulusal Kurtuluş Savaşımıza, onun büyük komutanına ve kurduğu Cumhuriyete de karşı çıktılar. Cumhurbaşkanı, Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığıyla öne çıkmışların isimlerini devlet kurumlarına verdi, cenaze törenlerine mutlaka katılıyor.

Diyanet İşleri Başkanı da cenaze namazını bizzat kıldırıyor. Adalet ve Kalkınma Partili (AKP) bir hanım, cumhuriyet için “90 yıllık reklam arası” demişti de devletin başına ilmik, ilmik örülen çelik çorap pek anlaşılamamıştı. Milli tarihimizin zor bir dönemecindeyiz: Güzel ülkemiz, Menzil, İskender Paşa, İsmailağa ve Muaviye ile ODTÜ, Bilkent, Boğaziçi ve Hz Ali’nin güç mücadelesini yaşıyor. Devlet tarikatların, ALLAH, ilmin ve doğrunun yanında...