Mustafa Kemal Atatürk’ün, Cumhuriyetin kuruluşunda amaçladığı “çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak” hedefi, -bilim ve tekniğin ışığında ilerleyerek aydınlanmış, laik demokratik bir toplum- olmak demektir.
Partili Cumhurbaşkanının (Tek Adamın) söz ettiği “muasır medeniyet seviyesine varmak” ise, yeşilin ve suyun üzerine daha çok --demir döşemek, beton ve asfalt dökmek- demek olduğunu kendisi de böbürlenerek her gün yineliyor.
R.T. Erdoğan’ın, İstanbul Belediye Başkanlığının ilk yılında bir TV Kanalında Aziz Nesin ile tartışırken, “İslam yaşamı ile laiklik birlikte olamaz” dediğini bu gün de internetten izleyebilirsiniz.
“Dindar nesil yetiştireceğiz” diyerek milli eğitimin alt yapısını tümüyle imam hatip okullarına dönüştürme projesini hırsla sürdürüyor.
Ayasofya’nın (zaten var olan) açılışını gösterişle resmîleştirmesinin, “hilafet” çağrılarına (yaygaralarına) dönüşmesi de, “aydınlıktan karanlığa” koşuşun bir planlı etabıydı.
Tıpkı 1. Meşrutiyetin –batılılaşma, aydınlanma- amacıyla “Hürriyet, Müsavat, Uhuvvet ve Adalet (Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik ve Adalet)” hedefine karşı 1909’daki 31 Mart Vakası* gibi.
Bunlarla, AK Sarayın siyasi hedefinin Laik Demokratik Cumhuriyeti, Sünni İslami Cumhuriyete geri götürmek olduğu gün gibi ortada.
Bu amaçla “demokrasi sadece sandıktır” anlayışıyla her seçimde artırdığı oylarla sonunda Partili Cumhurbaşkanlığına (Tek Adamlığa) ulaştı.
Ancak, 31 Mart 2019 yerel ve özellikle 24 Haziran 2019 İstanbul seçiminden sonra, artık gelecek bir seçimde yüzde 50+1 oy alamayacağı korkusuna kapıldı.
Çareyi, karşısındaki partilerin birlikte olarak Tek Adamlığı elinden almalarını engellemek için seçim ve partiler yasasını değiştirmekte arıyor.
Halkın özgür iradesi ile sandığa gittiği ve yöneticilerini baskı duymadan seçtiği tek Müslüman ülke Türkiye'dir.
AKP’nin “Laiklik karşıtı olayların odağı olduğuna 6 üye -evet- 5 üye -hayır- dediği halde nitelikli çoğunluk olmadığından kapatılmadığı günlerde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i ziyaret etmiştik. 1950 seçimlerini gerçek kılan ve sonuçlarını kendine ve halkına güvenerek kabullenen İsmet İnönü için “İsmet Paşanın laiklik konusundaki ödünsüzlüğünün önemini maalesef çok geç anladım” demişti.
Partili Cumhurbaşkanının, "Demokrasi ile Cumhuriyet'in dengesi ve ortası bulunamadı" diye bir sözünü anımsıyorum. Bu sözü ile R.T. Erdoğan'ın "laikliği, halkın dini inancına saygısızlık, demokrasiyi de, insan denen tekilin (toplumun çağdaş gelişimine karşı da olsa) dilediği gibi ve sorumsuzca yaşama hakkının olduğu bir düzen" olarak anladığını artık biliyoruz.
R.T. Erdoğanlar, AK Partiyi kurarken simge olarak ampulü seçmekle, “aydınlık saçan imajını” vermek istedikleri anlaşılıyordu. Toplum yaşamında aydınlanma evrensel özgürlüğü, kardeşliği ve eşitliği tanımlar. Solcu olsun olmasın bunu en iyi bilenler özellikle yoksul halkın içinden gelen politikacılardır.
R.T. Erdoğan ve yandaşları yaşamlarından öğrendikleri bu gerçeğe karşın, koşullandırıldıkları siyasetinin etkisi altında, dünyayı gerçek anlamda aydınlatan gücün din ve kutsal kitaplar olduğu savını varlık nedeni saydılar.
Tarih boyu siyasal ve toplumsal kavgaların temel nedeni de budur zaten. Elektrik gibi, bütün yenilikler ve değişimler insanlığı aydınlatırken, birey de beynindeki sonsuz gücü buldu. İnsan beyni bilim sayesinde kendini ve bütün insanlığı daha özgür, daha bilinçli ve daha yürekli kılmaya devam ediyor.
Böylece korkular kalkıyor. Hak ve hukuk arama, örgütlenme bilince artıyor. Bu gerçek, toplumlar var olduğundan beri iktidar hırsı ile dolu, bilgisiz ve ilkel güçleri rahatsız etti. Öyleleri sonuçta dini kullanarak tek adamlıklarını, krallıklarını, mollalıklarını, liderliklerini, sömürgen amaçlarını sürdürmek istediler ve istiyorlar.
Müslüman toplumlarda bu acı gerçeği gören ve yüreklice çözmeye yönelen tek lider Mustafa Kemal Atatürk oldu. Halifenin ve şeriatın etkinliğini silmeden yani laik cumhuriyet olmadan, insanın özgür ve toplumun demokrat olamayacağını ilk gören Müslüman Önder oydu.
Enver Paşa Mustafa Kemal kadar cesur, parlak bir asker ve vatanseverdi. Farkı, “hem Hilafet kalacak, hem de batılılaşma (uygarlık-aydınlık) olacak” hayaline kapılması idi.
Partili Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan bunları bilmiyor mu? Elbette biliyor ama kendisini AK Saraya kadar taşıyan ve orada kalmasına muhtaç oluğu “Aydınlık Düşmanlarına” borçlu ve mahkûm durumda olduğunun da ayırdında.
Ama bilmek istemediği bir gerçek var; Irmaklar tersine akıtılamaz. Bilim ve iletişim çağında artık hızla ve ileriye doğru akan genç kuşakları da hiçbir güç geri döndüremez, döndüremeyecek te…
(*) 31 Mart Vakası Rumî Takvime göre 31 Mart 1325'te (13 Nisan 1909) muhafazakâr siyasetçilerin, “mektepli subayların orduyu asrileştirmeye (modernleştirmeye) çalıştıkları” iddiasıyla kışkırtmalarıyla, alaylı askerlerin, "şeriat isteriz, padişahım çok yaşa" sloganıyla kalkıştıkları ayaklanmadır, isyandır, darbe girişimidir.