12 Eylül 1980 Darbesi demokratik sol siyasetin filizlerini biçerken, Türk-İslam sentezcilerin tohumlarını ülke boyutunda ekip hasat etmelerinin önünü açtı.
O ortamda Milli Görüşçü eskimişlerin yerini, sözde dindar ve kindar tazeleri aldı.
2002 seçimi sonrası, laik demokratik cumhuriyeti tasfiye etmeye azmetmiş partizanların Reisi de, “sadece sandık” dediği demokrasinin olmazsa olmaz kurumlarını (yasama-yürütme-yargı), 28 Şubat mağduru rolünü ustaca oynayarak vesayeti altına aldı.
Ayrıca, dışardan küresel sömürgen başkentler ve içerden başta Fethullahçı Hizmet Hareketi olmak üzere Tarikatlar ve sözde Liberaller, Reis’in Tek Adam olma yolunda var güçleriyle destek oldular.
28 Şubat 1997 dolayla askeri darbesinin gerçekleştiği o dönem Mecliste olayları içerden bire-bir yaşayanlardan birisiyim. Siyasete eylemli başladığım 1973’den beri demokrasilerde olmaması gereken 28 Şubat gibi müdahalelere, hep karşı çıktım.
Ancak, 28 Şubat’a neden gelindiğini doğru anlamak ve ders almak için irdeleme zorunluluğuna da inananlardanım.
Bu gün toplanacak altı parti Genel Başkanı Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine karşı Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem vaadine imza atacaklar.
Partim CHP’nin Genel Başkanı bu ortaklığın bir anlamda öncüsü olarak, bu imza günü için şunu söyledi, “28 Şubat 1997’de rafa kaldırılan DEMOKRASİYİ, 28 Şubat 2022 günü raftan indireceğiz”!
Diğer partiler için yorum yapmam, ancak kendi Genel Başkanımın, bu deyişiyle o gün bürokrat olarak, çeyrek yüz yıl sonra bu gün sosyal demokrat bir parti başkanı siyaset adamı olarak 28 Şubat’ın nedenlerini ve sonuçlarını yeterince doğru anladığını söyleyemem.
28 Şubat olayının tartışmasını herkes kendi hesabına göre yapmaya halâ sürdürüyor. Kimilerinin “post modern darbe” dediği, REFAH-DYP koalisyonunun 1997’de zorla bozulması gibi bir olay, demokrasinin yerleştiği bir ülkede bırakınız tartışmayı, gündeme bile gelmez.
Ancak, gerçekçi baktığımızda, 1950’den beri yapılanlara karşın, Türkiye’nin yapısal anlamda demokratikleşmesini bir türlü kurumsallaştıramadığı da bir gerçek.
Karşılıklı politik hesaplarla değil de, nesnel gelişmelerle tartışılabilse, 28 Şubat’ın nedenleri daha doğru açıklanabilir ve anlaşılabilirdi.
O tarihte çoğunluğun ortak görüşü şu idi: “Demokratik olmayan bu girişimin ortamını, özellikle milli eğitimdeki laiklik karşıtı gelişmeler hazırlamıştır”.
O nedenle, laik cumhuriyet tartışmasına neden olan eğitimin alt yapısının, 28 Şubat öncesi nasıl bir niteliğe dönüştürülmekte olduğunu görmek gerekir;
1982’ye kadar sadece 1 olan ilahiyat fakültesi sayısı, 13 yıl içinde 21’e çıkmıştır. 1983-95 arasa 72 İmam-Hatip Okulu daha açılmış, öğrenci saysa yüzde 105 artmıştır.
1983’te Milli Elitim Temel Yasası’nda değişikliğe gidilerek İmam-Hatip Lisesi mezunlarına tüm fakülte ve yüksekokullara girme hakkı tanınmıştır. Böylece İmam-Hatip Lisesi mezunlarına yargı dahil kamu görevinin bütün alanlar açılmıştır.
İmam-Hatip Liselerine Anadolu İmam-Hatip Liseleri eklenmiştir. Kız öğrencilerin de İmam-Hatip Okulu ve Liselerine alınmasa serbest bırakılmıştır.
1996 sonunda, 107’si Anadolu İmam-Hatip Lisesi, 36’sı çok programla İmam-Hatip Lisesi ve ikisi Süper İmam-Hatip Lisesi olmak üzere toplam İmam-Hatip Lisesi saysı 610’dur. Öretmen saysa 20 bin, öğrenci saysa 512 bindir. Yine 1997 yılbaşında izinli ve izinsiz toplam 12 bin Kuran kursu ve tarikatların açtığı 2 bin 100 öğrenci yurdu vardı.
Ben o dönemde Adana milletvekiliydim. Osmaniye'nin il olmasa sonucu yapılan belediye başkanlığı seçimi, yerel seçim olmaktan çok, iktidarda olan Refah Partisi’nin açtığı tartışma ortamında partiler arasa bir genel seçim niteliğine bürünmüştü.
Seçimin gündemi, yerel hizmetlerden çakarak genel siyasal tartışmaya dönmüş, laiklik karşıtı dinci siyasetin partileri ile laik demokratik cumhuriyet ilkelerini savunanlar arasında kimi zaman kavgaya varan gergin bir seçim yaşanmıştı.
Alanlar dinî eğitim yapan okul öğrencilerinin gövde gösterilerine ve sokak eylemlerine teslim olmuştu.
O günlerde Barbakan Erbakan’ın “İmam-Hatip Okullarının partisinin arka bahçesi” olduğu propagandası, güç gösterisi saylıyor ve olağan karşılanıyordu. Bir milyon genç, komşu bir ülkedeki İslami Cumhuriyet düzeninin, Türkiye’de de olabileceği inancayla kendisini bu amaca, neredeyse adamıştı.
Sayılar hazla artan küçük yaşta öğrencilerin beyinlerine yerleştirilen yaşam anlayışı, onları bilimin temel alındığı bir ülkenin özgür düşünen çocuklar olmakla, şeriat kurallarına bağlı yani bu dünya için değil, öteki dünya (Ahiret) için yaşayan birer kul olmak arasında sıkıştırmıştı.
O tarihte Cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel, sonradan şu uyarıyı yapmak gereğini duymuştur: “Bu bir süreçtir. Yani cumhuriyetin kurulmasıyla başlayan ve devam eden bir süreçtir. Devam da edecektir”.
Eğer Demirel o dönemde Cumhurbaşkanı olmasaydı, 28 Şubat, doğrudan demokrasimizi hedef alacaktı. Ve 28 Şubat 1997’den sonra değil gerçek demokrasiyi, bu günkü AKP’li Cumhurbaşkanının “sadece sandık” anladığı demokrasiyi bile göremeyebilirdik.
Yine de tarihi gerçek olan toplum yaşamında olayların hep aydınlığa akışını hiçbir gücün engelleyemeyeceği gerçeğini Onların da göreceği günler çok yakındır artık…
Başta 24 Haziran 2019 İstanbul seçimi olmak üzere Akdeniz ve Ege’den parlayan güneş, 28 Şubat mağduriyeti ile sandığı ele geçirenlerin karşısında, laik demokratik cumhuriyet aşığı yurtseverlerin gittikçe yükselen heyecanı, umudu ve savaşım gücü sayesinde yine o sandıkta bütün Anadolu ve Trakya’yı pırıl, pırıl aydınlatacaktır.