Milli görüş siyasetini, ilk kez 1973 seçiminden sonra kurduğumuz CHP-MSP (Milli Selamet Partisi) koalisyonunda yakından tanıdık. Partinin banisi Erbakan Hocanın şahsında pekişmiş parti temel ilke ve amaçlarının en başında İsrail karşıtlığının var olduğunu somut bir şekilde görenlerdenim.
28 Şubat dolaylı müdahalesine ve partinin kapatılmasına giden yolda da en önemli faktör bu olmuştur. FETÖ Hizmet Hareketi de bu evrede palazlanmıştır. Ancak AKP, ABD’nin (Beyaz Sarayda R.T. Erdoğan’ın da katıldığı pazarlıkla) ve İsrail’in her türlü desteği ile Erbakan Hoca’ya rağmen kuruldu.
Çünkü öylece, AKP aracılığı ile laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti yönünü ağırlıklı doğuya özellikle Ilımlı Arap İslam’ına örnek ve önder olma vaadi veriyordu.
Eylül 2001’de New York’ta El Kaide Hristiyan kapitalizmin sembolü ikiz kuleleri vurduğunda, ABD Başkan George W. Bush suçlu “İslami Terördür ve intikam alınacaktır” dedi. Yetmedi, “artık ABD bu terörün bir daha kendisine gelmesini beklemeyecek, o terörü ülkelerinde (yerinde) yok edecektir” sözünü verdi.
Afganistan’da attığı ilk bombalar ve Irak ile bütün Orta Doğuya yaydığı bu savaş (karşı terör) politikası bu kararla başladı. Üstelik İsrail başta özellikle Orta Doğudaki var olan etnik, mezhep ve barış karşıtı iç çatışmaların taraflarını da bütün gücüyle savaş araç-gereç-donanım ve askeri personel desteği ile ön saflara sürdü.
Türkiye’nin Suriye bataklığına girişi de, AK Sarayın geçmişi bilerek ya da bilmeyerek yanlış okuması yüzünden, yine ABD’nin BOB Projesine üst düzeyden katılması nedeniyle başladı.
Türkiye sonunda, askeri harcamaların ekonomiyi bu hale getirdiği ve yıllardır baş edilemeyen PKK’nın da katıldığı güney sınırımızda bir ayrılıkçı federe devletin artık varlığı gerçeğini, her gün şehitler vererek yaşar oldu.
Bir NATO üyesi ülke olan Türkiye’nin bu yanlıştan dönmek için son yedi yılda attığı adımlar (ABD’ye karşılık olsun diye Rusya ile yakınlaşma, olmadı, ABD’yi desteklediği için Avrupa ile lafta kalan çatışmalar, Araplara muhtaç olunduğu için İsrail ile soğuk savaşa kalkışmak), tarihi yerleşik dış politikamızdan tümüyle kopuşuna neden oldu.
Şimdi denebilir ki, laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti Osmanlının Tanzimat dönüşümünden bu yana ilk kez dünyada bu denli yalnız ve güvenilmez durumda.
Elbette 2009’dan beri hızla inişin ülkeyi içerde getirdiği ekonomik yıkım ve her alanda yok olan iç güven, halk tabanındaki korkunç ayrışım ve bölgedeki savaşın sonucu sınırlarımızı açık yol yapan milyonlarca ipsiz-sapsız insan yığını, halkın gelecek açısından bütün umudunu yok etti.
Böyle olunca da geçen hafta görüldüğü gibi, yüz yıldır halkın büyük özveri ile yaşatmaya çalıştığı TBMM’de temsil (egemenlik hakkı) kan revan yerlere bulaştı.
22 yıl çata-çat kullanarak başta anayasa ve anayasal kurumlar olmak üzere bütün yetki ve vesayeti elinde toplayan Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümetin Başı (Tek Adam-Reis) bu manzaranın sorumlusu değil, adeta sorumlu arayan mağduru rolünü sürdürmeye şiddet ve azametle devam ediyor.
Ana muhalefet CHP’de ise “seçimi bastırın diyenlere” sanki inat olsun dercesine yeniden içerde post kavgası başladı. 13 seçim yitirdikten sonra kurultayda yenilerek giden K. Kılıçdaroğlu, Ankara’da bir-kaç hempasıyla büro tutmuş, kendinden öncekileri yüzsüzce suçlayarak geri dönmeye çabalıyor! Medyada, değil bir Genel Başkana, bir MV eskisine bile hiç yakışmayan çıkışlara kalkışmış. İst. Bel. Bşk. kişisel ikbal, Gen. Bşk. Özer de koltuğunu korumak peşinde.
Geçen haftaki yazımda “haddini bilmezlerin hep AKP’de olduğunu yazmıştım. Meğer bizde de varmış; Özellikle gelişinde payım olan K.K. için okurlarımdan özür dilerim.