Darbe dönemi değil, özgürlüklerde sınırlama yok, vesayet sistemi bitti(!) denirken.
12 Eylül 1980 darbe döneminde olduğu gibi Boğaziçi Üniversitesi’ne ‘kurum dışından’ rektör ataması partili Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yapılması; ne oluyoruz, darbe döneminde miyiz sorularını sorduruyor. Atanan rektör, AKP Sarıyer kurucu üyesi ve 2015 genel seçimlerinde AKP’den milletvekili aday adayı olmuş, siyasi ikbalde milletvekilliğini uygun görmeyenler Boğaziçi rektörlüğünü uygun görmüş.
Liyakati dışında siyasi aidiyetiyle öne çıkan rektöre karşı tepkiler çığ gibi yükselmeye devam ediyor. Rektöre yönelik eleştirilere karşı rektörü savunanlar eleştirilere siyasi diyorlar; siyasi kimliği atamada belirleyici olan, siyasete iktidara tutkulu olan birinin atamasına yönelik yapılan eleştirilerin siyasi olması oldukça doğal bir durum değil mi?
İbretlik görüntü ve yaşananlara geçmeden önce yönetenlerin zihni yapısına bakmakta yarar var. Yönetenler düne dair eleştirdikleri ‘Tek Parti’ dönemi ve kendilerinden önceki tüm uygulamaların kat be kat fazlasını yapmayı kendilerinde hak görüyor. Eleştirdikleri ‘Tek Parti’ dönemi 90 yıl önceydi ve başka bir parti de yoktu. 90 yıl sonra ise atama ve görevlendirmelerde tek kriterin partili olma şartının aranıyor olması; bambaşka bir durumdur.
Yönetenlerde düne dair eleştirdikleri elitist yapıları ‘ele geçirme’ ve elitist yaşama‘özenme hali’ söz konusu değilse değiştirme-dönüştürme isteği değil midir? Bu yapılanların dün kendileri ve çocuklarının giremediği Boğaziçi Üniversitesi’ne topyekun girme halinden başka bir anlamı yoktur.
Sayısız siyasi atama ve AKP’de milletvekilliği yaptıktan sonra atanan onlarca rektörün ardından, liyakati akademik dünyada ve Türkiye’nin en köklü, en güzide Üniversitesi Boğaziçi öğrencileri tarafından da karşı çıkılan Prof. Dr. Melih Bulu tartışılmaya devam edilirken, akademik kariyerinin bu görevi yapamaya yeterli olmadığı dile getiriliyor.
Niye bunca üniversiteye siyasi kimliğiyle öne çıkmış isimler atandığında ses çıkmazken Boğaziçi Üniversitesi olunca ortalık ayağa kalkıyor, sadece Melih Bulu’nun yetersizliği mi; hayır.
Türkiye’de rektörün seçimle gelmesine öncülük edenlerden biri Boğaziçi Üniversitesi olmuş. 1982’de rektörlerin Cumhurbaşkanı tarafından atanması kanunu çıkarılmış, başta Boğaziçi olmak üzere buna tepki gösteren üniversiteler kendi yaptıkları seçimlerle aday listesi oluşturarak YÖK’e sunmaya başlamış. 1992’de ise kanun, öğretim üyeleri tarafından seçilecek 6 adayın YÖK tarafından 3’e indirilmesi, aralarından Cumhurbaşkanı’nın bir adayı ataması şeklinde değişmiş. Protestoların yapıldığı Güney Kampüs’teki meydana adı verilen Prof. Dr. Üstün Ergüder, bu yolla seçilen ilk rektör olmuş (Spektrum Aposto, Ece Tugay).
AKP yıllarca kendisinden önceki atama yöntemini, en çok oy alanların aksine az oy alanların atanmasını eleştirmiş, şiddetle karşı çıkmıştı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan daha öncede hiç seçime katılmamasına rağmen Mehmet Özkan’ı 12 Kasım 2017’de rektör olarak atamış, kurum içinden olduğu halde Özkan, mezuniyet törenlerinde öğrenciler tarafından uzun süre protestolara maruz kalmıştı
Boğaziçililer diyor ki ‘’158 yıl içinde oluşturduğu kimlik, kimseye karşı dışlayıcı değildir, aksine çeşitlilikten beslenir. Aklın ve bilimin, diyalog ve uzlaşının taraftarı olduğunu hissettirir. Özgür fikir ortamında her fikir değerlidir, her fikir konuşulabilir. Kurumların ömürlerini insanlarınkinden uzun kılanın, bu değerler olduğu bilinir. Üniversitenin fikri alınmadan yapılan bir atama, Boğaziçi’nin kültürüyle ters düşmektedir.’’
Akademi dünyasının ve öğrencilerin demokratik tepki ve eylemleri ‘kışkırtıcı güçler’ tarafından provoke ediliyor, maksadını aşan, aşırıya kaçan sloganlar atılıyor. Güvenlik güçleri ve atamayı savunan siyasi irade öğrencilerin haklı tepki ve eylemlerini bu gerekçeyle aşırı güç kullanarak bastırmaya çalışıyor. Tarihe geçecek şekilde üniversitenin kapısına kelepçe vuruluyor. Bilekler ve beyinlerden sonra üniversite kapısına vurulan bu kelepçenin hiçbir haklı savunusu olamaz. Bu kelepçe yarınlarda, her ortamda Türkiye’nin karşısına çıkar. Modern dünya ve akademi dünyası bu kapıya vurulan kelepçeli fotoğrafı Türkiye’nin önüne koyar, bu fotoğrafla Türkiye sembolize edilir hale gelir
Bize ne onlardan, bizim her şeyimizi kıskanıyorlar, kıskandıkları içinde zaten üniversitelerimizi sıralamalara almıyorlar; oysa biz eğitimde de yukarıya doğru pik yapıyoruz derseniz de kimse şaşırmaz!
Bu arada Melih Bulu siyaseti o kadar içselleştirmiş ki gelen eleştirilere karşı AKP’den önce daha ilkokul yaşlarında SHP-CHP’li Ali Dinçer’e danışmanlık yaptığını bile iddia edebiliyor.
Kendisine seçil de gel diyen öğrencilere yapmadığı şirinlik kalmıyor, solcu olduğunu bile iddia ediyor! Boğaziçili değilim ama ‘’Boğaziçi kültürüne uyumlu’’, ‘’hard rock dinleyen bir rektör’’ olduğunu ifade ediyor. Öğrenciler Metallica şarkılarıyla eylemli cevap veriyor.
Rektörün devir teslim töreninde, akademisyenler rektörlüğe arkasını dönüyor. Onlarca öğrenci gözaltına alınıyor, öğrenci evlerine baskınlar yapılıyor.
Ve rektör görevde kalmaya ısrar ediyor zamanla bana ‘alışırsınız’ diyor.
Yazık çok yazık, Boğaziçi gibi bir kurum doymaz siyasi hırslara kurban edilirken, rektörlük yetisi olmayan bir akademisyende buna alet oluyor.
Bu tepkilerin olacağı bilindiği halde, tepkilere yol açacak bu atamanın, sıkışan iktidarın gündemi değiştirmek için yapıldığı iddiaları yabana atılacak iddialar da değildir.