Siyasetin kaba-küfür dili...

Ergün Aydoğan

                                                       

Bir zamanlar ‘’Öfke hitabet sanatıdır’’ diyen Erdoğan önce sigara kullananlara ‘’aç, sefil’’ sonra Gezi Parkı eylemcileri için ‘’çürük, sürtük’’ ifadelerini kullandı.

Oysa kısa süre önce ekonomik olumsuzlukların yarattığı açlığı ve yoksulluğu gündeme getirenlere ‘’terbiyesizlik yapmayın, aç, açıkta’’ kimse yok diyende oydu. Bir süre sonra sigara ve alkol zamlarına ilişkin ‘’devamlı artırıyoruz. Bundan çok rahatsızlar. Hem suluda artırıyoruz hem sigarada artırıyoruz. Aç sefil geziyor, rakıyı birayı almaktan geri durmuyor’’ demesi.

Hem 20 yıldır yönettiği ülkedeki açlık ve sefaleti kabul etmiş oldu hem de sigara ve alkole yapılan aşırı zamlarla ideolojik davranıldığı, esas amacın özel yaşama müdahale olduğu kabul edilmiş oldu.

Görece demokratik hakların kullanılabildiği Gezi olaylarının üzerinden 9 yıl geçmesine rağmen Gezi’nin yarattığı travmayı iktidar hala üzerinden atamamış, Gezi üzerinden kutuplaşmayı ve kavgayı sürdürmek istemektedir.

‘’Tarihimize Gezi olayları adıyla bir ihanet, bir utanç, bir vandallık vesikası olarak geçen hadiselerin 9’ncu yılındayız. Ağaç bahanesiyle çakılan kıvılcım, bir anda Türkiye’nin hükümetini, milli projelerini, uluslararası çıkarlarını hedef alan bir kalkışmaya dönüşmüştü. Düşünün Dolmabahçe Bezmialem Valide Sultan Camii’nin içinde bu eşkıyalar, bu teröristler, bira şişeleriyle, bira kutularıyla adeta caminin içini pislemişti. Bunlar böyle, bunlar çürük, bunlar sürtük’’ dedi.

Ya Gezi olayları iktidar üzerinde unutulması mümkün olmayan bir travma yarattı ya da iktidar toplumsal kutuplaşma yaratacak yeni alanlar bulmakta zorlandığından Gezi’yi unutturmuyor!

Çünkü Gezi ile ilgili tartışılmayan, konuşulmayan gizemli bir şey kalmadı. Bir kere camide bira içilmediği bizzat caminin müezzini tarafından yalanlandı. Bira şişeleri ve kutularının ise bizzat FETÖ kanalı STV tarafından provokasyon amaçlı görüntülerin yayıldığı daha sonra ortaya çıktı.

Ayrıca başlangıçta Gezi protestolarına dönemin valisi, cumhurbaşkanı karşı çıkmadı. Hükümet olarak Gezi heyeti kabul edildi, talepleri dinledi ha sonra başka güçler devreye girdi, Geziyi çığırından çıkardı!

Peki ya toplumun ortak dili olarak kullanıldığı iddiasıyla Gezi’ye katılan bu ülkenin kadınlarına ‘sürtük’ demek ne oluyor. Sürtük kullanılma biçimiyle kadın veya erkek fark etmeksizin açık küfürdür, kavga sebebidir!

TDK (Türk Dil Kurumu) ‘’sürtük’’ kelimesini ‘’Vaktini çok gezerek geçiren, evinde oturmayan kadın’’, ‘’aynı anda birden fazla kişiyle gönül eğlendiren kadın’’ ya da ‘’hayat kadını’’ ifadeleriyle tanımlamaktadır. Dil Derneği Sözlüğü’ ne göre de bu kelime bir küfürdür.

BBC Türkçe’ ye konuşan emekli ceza hakimi ve Yargıçlar Sendikası’nın eski Yönetim Kurulu Üyesi İbrahim Fikri Talman’a göre birine ‘’sürtük’’ demek suç.

Siyaset söylenen ifadeleri tartışırken hukukçularda tartışmaya katıldı. Hukukçu görüşlerine göre cumhurbaşkanı ‘’sürtük’’ ifadesiyle belli bir kadını ya da kişileri kast ederek söylemediği, Gezi olaylarına katılan kadın topluluğu hedef aldığı için kendini mağdur hisseden kadınlar Cumhurbaşkanı hakkında şikayette bulunabilir ya da tazminat davası açabilirler, görüşünü ileri sürmektedirler.

Bu ağır hakaret dilinden rahatsız olan kadınların şikayette bulunup bulunmaması, sonuç alıp almaması elbette yargının konusu…

Ve fakat siyasetin özellikle cumhurbaşkanı gibi yüksek sorumluluk makamında bulunanların, toplumu yönetme iddiasıyla siyasetin içinde olanlar sadece toplumun sorunlarını çözmek, toplumun refah seviyesini yükseltmek değil aynı zamanda davranışlarıyla ve sözleriyle yönetme iddiasında olduğu kitlelere sözleriyle de örnek olmalıdır. Sorumluluk makamında bulunanlar siyasi rakiplerine veya ülke insanına hakaret diliyle hitap ederse siyasetçiyi örnek alan vatandaşlar birbirine hakaret etmeyi hak görmeye başlarlar.

Yükselen toplumsal tepkilere rağmen Erdoğan partisinin Kızılcahamam toplantısında ‘’sürtük’’ ifadesini tekrar etmeden ‘’sertliğin tek sebebi ülkemize ve milletimize karşı mesuliyetimizin gereğini yerine getirme kaygısıdır’’ diyerek hakaret ve küfür dilini hizmetin parçası olarak görüyor.

Ötekileştirmeden, kutuplaşmadan beslenen iktidar artan ekonomik sorunlar karşısında çaresiz kaldıkça, sorunları çözemedikçe, yanlış politikalardan, hatalı sözlerden dönmek yerine yanlışlarında ısrar etmekte, oy kaybı devam ettikçe daha da sertleşmektedir. Sertleşme, hakaret, küfür ve kaba dil seçim yaklaştıkça artacağı anlaşılmaktadır.

Muhalefet aynı tonda polemik siyaseti yerine, çözüm odaklı, umut-gelecek vaat eden, kitlelere hayal kurduracak politikalara yönelmeli; daha iyi bir geleceğin, yaşamın umudunu yaratabilmelidir.