Türk tipi yönetim ‘sistemi’ ile yönetiliyoruz. Tabi ki bize özgü, tabi ki dünyada eşi benzeri yok. Her şeyin yerli ve millisi olurda yönetim sisteminin olmaz mı; oldu, oluyor.
Bu sistemi önerenler ve savunanlar başta şahsım yönetici ‘bu kardeşinize verin yetkiyi ne yüksek faiz, ne döviz, hiçbir sorun kalmaz’ dedi, seçmende her zamanki gibi yetkiyi verdi, sorunların çözülmesi bir yana sorunlara yenileri eklendi, sorunlar kronik hale geldi.
Toplum tamamen ikiye ayrılmış durumda. İktidar cenahı ne derse doğru diyenler muhalefetin her dediğine yanlış diyor. Muhalefet tarafı ne derse doğru diyenler iktidarın her yaptığına yanlış diyor. Kutuplaşma, ayrışma had safhada.
Şahsım sisteminde kuvvetler ayrılığı değil kuvvetler birliği var. Sistemin emniyet sübabı olarak görülen denge denetleme ‘çek balans’ yok. Şahsım yüzde elli artı birle temsil edilirken, yüzde yüze yakın temsil edilen Gazi Meclis’te artık şahsımın emrinde. Yüce Meclis’ten geçen uluslararası sözleşmelerden şahsımın bir imzasıyla İstanbul Sözleşmesinde olduğu gibi çıkılabiliyor. Yüce Meclis Başkanı, Meclis’in onurunu koruyacak yerde ‘’Montrö’den bile çıkılabilir’’ diyor, yetmiyor Meclis Genel Kurulunda milletvekillerin oylarıyla geçen ‘’ilk defa kamuda işe gireceklerle ilgili ‘güvenlik ve arşiv soruşturma kanun teklifinin oylamasını’’ sırf iktidarın istediğinin aksine diye müdahale edip geçersiz sayabiliyor. Oysa reddedilen kanun teklifini, bir yıl geçmeden yeniden getirilemez emredici hükmüne rağmen bir gün sonra getiriliyor. Yani artık Meclis’in iradesi bile yok sayılıyor.
Kendisi de milletvekili, milletvekillerinin oylarıyla Meclis Başkanı Olan ve Mustafa Şentop kendisi gibi milletvekili olan CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel’e; pişman ederim diye tehdit ediyor, had bildiriyor, daha bunun üzerine söylenecek söz var mı?
Şahsım sistemi istediği zaman anayasaya uymuyor, AYM kararlarını tanımıyor. Sistemi denetlemesi gereken ‘Yargı’ şahsımın kontrolünde-emrinde, Danıştay kararları yok sayılıyor, Sayıştay raporları Meclis’e gelmiyor, dikkate alınmıyor.
Bağımsız olması gereken kurumlar şahsıma bağımlı hale geldi. Şahsım Merkez Bankası Başkanını istediği zaman gece kararnamesiyle görevden alıyor. Bilinen gerekçe yok, tek bilinen söz dinlemedikleri!. Öyle ki şahsım Başdanışmanı Cemil Ertem sık görevden almalara ‘beyin jimnastiği olabilir’ Yiğit Bulut ise ‘bilmiyoruz, yetkisi var bir bildiği’ vardır diyor.
Göreve gelenler yasalara değil de şahsıma bağlı olduğu için görev kabul etmeme, görevden alındığında itiraz hakkı olmadığı gibi gelirken de, giderken de şahsıma teşekkür ediyor. Görev kabul etmeme hakları olmadığı gibi, istifa etme hakları da yok.
Pandemi bile artan azalan vaka sayılarına göre değil şahsımın ihtiyacına göre ‘açılıyor, kapanıyor’ şahsım isterse vaka sayıları düşükken kapatıyor, yüksekken açıyor. Saat kısıtlaması, hafta sonu yasakları hepsi vakalara göre değil şahsımın isteğine göre!
Yine; DARBE PARANOYASI
Ayasofya Camii baş imamı Mehmet Boynukalın’ın görev alanı dışında her konuda söz söyleme hakkı var ama emekli amirallerin söz söyleme hakkı yok.
103 emekli amiral Montrö ile ilgili bir bildiri yayınlamış anında Ankara Cumhuriyet Başsavcısı resen soruşturma başlatıyor. İktidar yetkilileri sıraya girmiş vaay bu bir darbe çağrısıdır...
Emekli olmuş amiraller mi darbe yapacak sorusu bir tarafa açıklamanın içinde darbeyi çağrıştıracak hiçbir şey yok. Ne var derseniz ‘’Lozan’ı tamamlayan Montrö’den taviz verilemez, Türkiye’ye tam egemenlik hakkı tanıyan bir antlaşmadır’’ demişler. Birde ‘’Amiral tekke de değil, teknede olur’’ ve tabi ‘’…Kanal İstanbul Montrö Sözleşmesi’nin tartışma konusu yapılmasına, masaya gelmesine neden olabilecek her türlü söylem ve eylemden kaçınılması gerektiği kanaatindeyiz’’ demişler, anayasal haklarını kullanarak görüş açıklamış, kanaat bildirmişler.
Bunun neresi darbe çağrısı? Açıklama saati manidarmış! Tamda aradığımız mağduriyeti bulduk sevinci içerisinde darbe karşıtlığı, demokrasi havariliğindeler.
Bunca yıl ülkeyi yönetenlerin kontrol altına almadığı kurum kalmadı, her kurumu istedikleri hale getirdiler ve hala darbe paranoyasındalar, ne darbesi. Darbe kala kala emekli olmuş, ordudan ayrılmış emekli amirallere mi kalmış?
Sayısız TSK mensubunu darbecilikle yargılarken, 27 Nisan E muhtırası üzerinden seçim kazanırken bildiriyi tek başıma kaleme aldım diyen rahmetli Yaşar Büyükanıt’la ilgili altına zırhlı araç vermenin dışında ne yapıldı sorusu haklı bir soru değil mi?
Yeni MKYK üyesi seçilen Cemil Ayvalı ‘’bir tarafta darbeci Kemalist gelenek vardı, bir tarafta FETÖ vardı ve bunları birbirine kırdırmak suretiyle yol almak durumunda kaldık 2010’a kadar…’’ dedi. Ve bütün bu darbe kaygısına, darbeye karşı mücadele edilmesine rağmen FETÖ darbesi önlenemedi.
Ve hala 19 yıl sonra iktidar politikalarına yönelik her toplu itirazı darbe çağrısı olarak görmek darbe kaygısından çok darbe üzerinden korku yaratmak ve siyasi prim yapmaktan başka bir şey değildir.