İMAMOĞLU'NA KARŞI...

Ergün Aydoğan

                                            

Dile kolay tam 25 yıl sonra sadece Türkiye’nin değil dünyanın sayılı metropollerinden İstanbul’u AKP iktidarının elinden alıyorsunuz. Hem de bir değil iki kez yapılan seçimlerle. İktidar iki kez kaybetmeyi hala hazmedebilmiş değil ki, seçimle alamadığı İstanbul’u tarihe geçecek ‘ahmak davası’ o da olmadı, çalışanlar üzerinden terör iltisakı suçlamalarıyla siyasi-hukuk darbesiyle geri almaya çalışmaktadır.

Çünkü İstanbul sadece önemli bir metropol değil, iktidarın siyasi-ekonomik-stratejik üssüdür. Buradan bütün Türkiye’ye hükmetmektedir. Onun için ‘’İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder’’ demiştir.

Burası böyle de, muhalefet bu ‘zaferin’ ne kadar farkındadır! Kazanan siyasetçinin hiç etkisi yok mudur, yani kim olsa zaten kazanılacak mıydı dersiniz! Diyelim ki öyle, 25 yıl sonra gelen İstanbul zaferi neden küçümsenir, önemsizleştirilir! CHP’deki bir kısım çevreler ‘’uzun süren bir yıpranmışlık vardı, şartlar oluşmuştu, kiminle olsa seçim kazanılabilirdi’ derken diğer ittifak partileri de ‘’biz olmasak seçim kazanılamazdı’ ee İmamoğlu’nun çok fazla önemi yok yani öyle mi!

Sadece iktidar değil aynı zamanda muhalefette İmamoğlu’nu durmadan tartışıyor ve tartıştırma zeminine katkı yapıyor. Cumhurbaşkanlık adaylığında adı öne çıktığı için iktidardan daha çok parti içinde bazı çevrelerce yıpratılmak istendiği açıkça görülmektedir.

Başından beri iktidar İmamoğlu’nun çalışmalarının önüne her türlü engeli çıkarırken, muhalif aktörlerde İmamoğlu’nun öne çıkmasından, adının cumhurbaşkanı adayları arasında anılmasından rahatsız, hoşnutsuzdur. Bu hoşnutsuzluklarını da her ortamda, her vesilede gösteriyorlar.

Şimdi tarihe geçecek olan ‘ahmak davası’ süreci ve sonrasına bakalım…

İktidar İmamoğlu’nu karşısında en büyük ‘tehdit’ olarak algıladığı için bu dava süreci başlamıştır. Mahkeme devam ederken mahkeme hakiminin değiştirilmesinin bu davadan adil bir kararın çıkmayacağının açık bir işaretidir. Bugüne kadar Yargının bağımsız olmadığını, Yargı’nın saraydan aldığı talimatlara göre karar verdiğini iddia edip sonrada bu davadan ‘beraat’ beklemek gerçekçi değildir. Kim niye, nasıl yanıltmış olursa olsun, davanın olduğu gün Kılıçdaoğlu’nun yurtdışına gitmiş olması ceza verme kararı almış olanları cesaretlendirmiş olabilir. Karar vericiler İmamoğlu’nun arkasında siyasi iradenin olmadığını düşünerek karar vermiş olabilirler.

Tarihe geçen ‘ahmak davası’ kararından sonra oluşan toplumsal reaksiyon daha rasyonel yönetilerek hep birlikte buradan siyasi bir momentum yakalanabilirdi. Muhalefetin kendi arasındaki ‘iç çekişme’ bu momentumun yok olmasına yol açmıştır.

Hukuk üzerinden operasyon yapan iktidar cenahı bu ‘iç çekişme’ karşısında rahatlamıştır. Hedefine biraz daha yaklaşmış, İmamoğlu’na ceza vermenin ve görevden almanın hiçbir ‘siyasi maliyeti’ olmadığını görmüştür. Belki bu davanın devamında ‘terör ve benzeri’ suçlamalarla görevden alabileceği cesaretini bulmuştur. Muhalefetin kendi arasındaki adaylık rekabeti iktidarın hareket alanını genişletmiş, elini güçlendirmiştir. Nasıl ki ilk günkü karardan sonra oluşan kargaşa ortamı kısa sürede atlatıldıysa, bundan sonra olacaklar hesap edilmektedir. Onun içindir ki karardan sonra İmamoğlu ile ilgili yapılacaklar iktidar sözcülerinden art arda gelmektedir.

Ayrıca bugüne kadar bütünlüğünü koruyan 6’lı masa içinde iktidar, İmamoğlu üzerinden gedik açma fırsatına kavuşmuştur.

Hem kendisine karşı en büyük ‘tehdit’ olarak algıladığı İmamoğlu’nun adaylık ihtimalini ‘azaltmış’ hem de İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in İmamoğlu’nu masaya aday olarak getirme ihtimalini zora sokmuş, zayıflatmıştır.

Altılı Masa içinde özellikle CHP ve İYİ Parti arasında sorun olmadığı söylenemez. Görünür hale gelen sorun masanın ilk toplantısında ya daha görünür hale gelecek ya da ortak bir uzlaşıya varılacak.

Onu ilgililere bırakıp birazda Baba-Oğul metaforuna bakalım.

Mahkeme kararından itibaren hızlı aksiyon alan Kılıçdaroğlu, İmamoğlu’nu CHP Grup toplantısına davetinde farklı heyecan, beklentiler oluşsa da. Bilenler için sürpriz olmayan gelişmede patron benim, ben ne dersem o olur mesajıyla birlikte Baba-Oğul metaforuyla İmamoğlu’nun adaylık talebinde ısrar ettiğinde CHP örgütünde ‘Babaya, aileye isyan eden, söz dinlemeyen evlat’ algısı hesap edildiği gözükmektedir.

Türkiye’nin geleceği adına bu kadar önem atfedilen seçimde önemli olan adayın kimin olması mıdır yoksa seçimin kazanılması mıdır? Adayın önemi yok seçim kiminle olursa olsun kazanılıyorsa tamam o zaman, oh ne rahat! Ayrıca aday kim olursa olsun, bu büyükşehir belediye başkanlarına seçim sürecinde ihtiyaç yok mudur; onlara dönük açık açık karşıtlık oluşturmak, yıpratma kampanyası açmak ne kadar doğru ve anlamlıdır.

Hadi bakalım bu pilav daha çok su kaldıracak da bari lapa olmasa!

Tarihi final maçını normal süresinde kazanmak lazım, uzatmalara kaldığında ise enerjisi yüksek, maç stresini kaldırma kapasitesi yüksek dirençli oyunculara ihtiyaç var!