Türkiye’de Caferilerin Yaşadığı Dışlanma ve Ayrımcılık Sorunu

Dr. Girayalp Karakuş

Makalenin konusunu ve röportajları “Akademik Hassasiyetler” adlı akademik bir dergide Neriman Morkoç adlı yazarın kaleme adlığı “Türkiye’de Caferilerin Mezhebi Kimliklerinden Dolayı Yaşadıkları Dışlanma ve Ayrımcılık” makalesinden aldım. Caferiler, İslam inancına mensup Hz. Hüseyin’e yas merasimleriyle dikkat çeken bir inanç topluluğudur. (1) Morkoç, makalesinde Caferilerin Türkiye’de yoğun olarak yaşadıkları Iğdır ilinde Caferi mezhebine mensup kişilerle röportaj yapmıştır. Makalenin ilerleyen sayfalarında Caferi yurttaşlarımızın yaşadıklarını okudukça derin bir hüzne kapıldım. Ne yazık ki Türkiye’de bu tarz ayrımcılık olayları başka etnik ve dinsel gruplara da yapılmaktadır. Türkiye’de sadece etnik ve dinsel gruplara değil, farklı düşünen insanlar da çeşitli sıkıntılar yaşamaktadır. Caferi yurttaşlarımızın ayrımcılığa maruz kalmasının sebeplerinden en önemlisi: “İnanç ritüellerinin Sünnilikten farklı olması”dır. Örneğin; Sünni camilerde ibadetlerini farklı şekillerde yapmaları onların dışlanmasına sebep olmaktadır. Hz. Muhammet’in toprak üstünde namaz kılmasından dolayı ibadetlerini seccade üzerinde yapmamaları, Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi ile alakalı yas merasimleri, mühür kullanımına yönelik alaycı yaklaşımlar gibi sebepler onların bazı radikal çevrelerce “kâfir” olarak değerlendirilmelerine yol açmıştır. Örneğin; Morkoç’un Iğdır’da bir Caferi öğretmenle röportajında şunlara değinilmiştir:

            “...Bu mezhepler konusunda tabii çok ayrımcılık yaşanıyor, yaşanmıyor desek yalan olur. Yani o da insanlar birbirlerine saygı gösterecek ve mezhepler evet bir araç olarak kullanılır ama kimse kimsenin yoluna çıkmaması lazım yani engellememesi gerekir. Özellikle Türkiye’de Osmanlı’dan bu tarafa genellikle Hanefi mezhebi üzerine inşa edilmiş. Şafiiler işte Hanbeli bunlar da fazla kabul görmüyor gibi çünkü en yaygın şu an da Hanefi mezhebidir. İşte Alevilerdir, Caferilerdir bunlar sıkıntı yaşıyor yani, yaşamıyor desek yalan olur. Benim bir hocam vardı, Ağrılıydı. Kendisi Şafii idi. Bir Hanefi mezhebine tabii hocamızla tartışmışlardı o zaman münakaşa yani. O gittikten sonra dedi ki; yeter ki ibadet edelim, bende dedi Şafii mezhebindenim dedi. Hepimiz neye hizmet etmeye çalışıyoruz, Allah’a ulaşmak için ibadetimizi yapıyoruz, yani herkes farklı farklı ibadetleri yapabilir yani. Onun için bu önyargı var yani. Tüm mezheplere karşı, Hanefi mezhebi olarak daha yaygın daha güçlü olduğu için, hâkim tabii yani çünkü tarafı fazla. Tarafı da fazla olunca diğer mezhepleri önyargılı olarak yargılayabiliyorlar yani işin doğrusu.” (2)

            Türkiye’deki Caferilerin en çok şikâyet ettikleri konu: “Türkiye’de mezhepler konusundaki cehalet” tir. Onlara göre; camilerde imamlar Ehli-Beyt hakkında cami cemaatine yeterince bilgi vermemektedirler. Monist bir din anlayışı dayatılmaktadır. Bundan dolayı da Türkiye’de Hanefi mezhebine mensup bilinçsiz kitle öteki inanışlara karşı ön yargılı yaklaşmaktadır. Fakat son zamanlarda Sünni il ve ilçe müftülerinin Caferi imamlarla iletişim ağını güçlendirmesiyle birlikte Caferilere yönelik önyargının kırıldığı görülmektedir. Caferilerin en çok sıkıntı çektiği dönemin 12 Eylül 1980 Darbesinden sonra olduğu söylenebilir. Günümüzde Caferiler eskiye göre daha rahat biçimde ibadet etmeye başladıklarını söylemektedir. (3)

            Caferilerle özdeşleşen ibadet ritüellerinden birisi de “Hz. Hüseyin ve şehitleri anmak için düzenledikleri zincirle kendilerine vurma”dır. Caferiler bu ibadetlerinden dolayı kendilerini eleştirenlere karşı sitem etmektedirler. Örneğin; Caferi bir memur Morkoç’a bu rahatsızlığını şöyle ifade etmiştir:

            “Caferi olmanın zorluğu var. Mesela bir yabancı geliyor, biz burada deste dövüyoruz. Onu aşağılıyor. Zincir dövmeyi hor gördüklerinde ben rahatsız oluyorum” (4)

            Sonuç olarak “din” sosyal yaşamın ayrılmaz bir parçasıdır. İnsanlar sınırsız ihtiyaçları ve ruhsal zayıflığından dolayı bir inanca bağlı olma zorunluluğu hissetmektedirler. Dünyada on binlerce dini inanış ve ritüel vardır. Ancak genelde egemen ulus kibrine sahip olanlar diğerini ötekileştirmede tereddüt göstermezler. Anadolu coğrafyası da mozaik kültürün yaşandığı bir coğrafyadır. Ötekinin de bu topraklarda eğitim, barınma, yaşama hakkı vardır. Ancak farklılıklara hoşgörü gösterebilmek de bir “eğitim” ve “kültür” işidir. Ne yazık ki Türkiye bu duruma hazırlıklı değildir. Azınlıklara yönelik kriminalize etme tutumu eskiye nazaran daha iyi durumdadır ama Türkiye’nin demokratikleşme noktasında kat edilecek daha çok yolu vardır.

Kaynakça

1 )Nurcan Çalışkan-Cihan Ataş, “Türkiye’de Caferi Olmak: Hz. Hüseyin, Kerbelâ ve Aşurâ: 1383 yıldır dinmeyen matem”, https://medyascope.tv/2022/11/01/turkiyede-caferi-olmak-hz-huseyin-kerbela-ve-asura-1383-yildir-dinmeyen-matem/

2) Neriman Morkoç, “Türkiye’de Caferilerin Mezhebi Kimliklerinden Dolayı Yaşadıkları Dışlanma ve Ayrımcılık”, Akademik Hassasiyetler, C:10, S:23, 2023, s. 346-380.

3) Morkoç, agm, s. 346-380.

4) Morkoç, agm, s. 346-380.