Neden Silahlı Mücadeleye Karşıyım

Dr. Girayalp Karakuş

Önsel olarak Walter Benamin bu konuyla ilgili şunları ifade etmiştir:

“Eğer şiddet başta göründüğü gibi yalnızca, elde edilmek istenen şeyi peşinen sağlama almak için bir araç olsaydı, o zaman kaba şiddet olarak amacına ulaşabilirdi. Görece dengeli koşullar yaratmak ya da böyle koşullar için zemin işlevi görmek için bütünüyle uygunsuz olurdu bu durumda. Öte yandan grev, böyle olabileceğini gösteriyor; adalet duygusu ne kadar zarar görürse görsün, şiddetin yasal koşulları değiştirebileceğini ve hatta yasal koşullar koyabileceğini açığa çıkarıyor. Bu dikkat edileceği üzere aynı zamanda devletin egemen olarak kullanımını yasakladığı şiddettir. Şiddet burada kötü olduğu için değil sadece devletin tekelinde olmadığı için yasaklanmıştır. İşte bu noktada silah devletin elinde tutamadığı bir nesne olmanın ötesinde zaten ele avuca sığamayacak bir kavram olduğunu gösterir. Tüm yasaların unutmamızı istediği Badiou’nun kullandığı bir terim olan “Olay Hakkı”yla ya da Devrim Hakkıyla karşı karşı karşıya olduğumuz sanırım anlaşılmıştır. İşte böylesi bir silahlı şiddet karşısındaki tutum ele alınması gereken birinci noktadır.” (1)

Walter Benjamin’in dediği gibi şiddet kullanma hakkı bir toplumda sadece devlete aittir. Bu yüzden de devletten başkasına yasaktır. Devrimci-proleter şiddet gibi tanımlamalar devlet nezdinde geçerliliği olmayan kavramlardır. Devletin siyasal ve ideolojik aygıtları bu proseste devreye girer ve kendisinin dışında şiddet kullananları toplum nezdinde öcüleştirir. Nitekim 1970’lerin anarşi ortamında devlet güçleri şiddet kullanan devrimcilerin tümünü toplum bağlamında marjinalize etmiştir.

Şiddet kullanımı uluslararası ilişkilerde de genel kabul görmeyen bir yol olarak kabul edilmektedir. Artık 20. yüzyılın konjonktüründe yaşamıyoruz. Şiddet kullanarak haklar elde eden toplumlar kalmadı. Çünkü şiddet kullanımı emperyalist müdahaleleri de beraberinde getirmektedir. Bugün Kürt siyasal hareketine getirilen eleştirinin başlıcası: “ABD emperyalizmiyle fazla iç içe olmasından” kaynaklanmaktadır. Ulusal bağımsızlık mücadelelerin birçoğu pragmatist biçimde kim el uzattıysa onun peşinden gitmektedir.

Sosyalistlerin silahlı mücadeleyi kutsallaştırırcasına savunması da uzun süre tartışılmıştır. Bana göre; silahlı mücadele güçlerin denk olmadığı bir maceradır. Silahlı mücadele ile birçok devrimcinin hayatı çöpe gitmektedir. Bir devrimci kolay yetişmediğinden bu yöntemle insanlarımızın hayatını kaybetmesini doğru bulmuyorum. Silahlı mücadele çözüm değildir! O halde yeni yöntemler bulmalıyız. Silahlı mücadele ancak bilinçli halk kitleleri ile başarıya ulaşabilir. Halkı arkana almadan girişilen bir şiddet kullanımı sosyalistlerin halkla olan ilişkisini olumsuz etkileyecektir. 1970’lerde bunu yaşadık.

Çözüm demokratik yollardan mücadele etmektir. Sosyalistler kendi tezlerine güvenmelidir. Sosyalist mücadele en başından silahlı mücadele ile kendini ifade etmek yerine sistem içerisinde kapitalizmi kendi silahı ile vursaydı toplum ile ilişkisi çok daha olumlu olabilirdi.

Türk toplumu özelinde anlatmak istersek bizim halkımız binlerce yıl biat kültürüyle yetişmiştir. Otoriteye her daim itaat eder. Güç karşısında eğilir bükülür. Geleneksel bir toplumdur. Devleti kutsallaştırır. Kendi başına bir haksızlık gelmediği müddetçe haksızlıklarla ilgilenmez. Patırtıyı sevmezler.

Sorum şu: “Bu halkla silahlı mücadele verilebilir mi?”

Yapılması gereken toplumu ürkütmeden onlara yaklaşabilmektir. Legal mücadele yöntemiyle hareket edilmelidir.

Kaynakça

İbrahim Mergen, Silahlı Mücadele Üzerine İki Saptama, Birikim Dergisi, 06.04.2012.