Önsel olarak Türkiye ekonomisinin ciddi bir sıkıntıda olduğunu söylediğimiz için muhalif olmuyoruz. Zira bu makaledeki verilerin tamamı “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı”nın hazırladığı “Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı”’ndan alınmıştır. Programı okuduğumda ilk izlenimim tartışmalı veriler olsa da ülkede yaşanan krizin kabul edildiğidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ekonomi-politiği yoktur. Tamamen neo-liberal sistemin çarklarında hareket eden ve sınıfsal analizden uzak bir yönetim anlayışı tarafından idare edilmekteyiz. Programa göre 2022 yılında bizi bekleyen “devlet-vatandaş” arasındaki “fob” şu şekildedir:
2022 yılında, cari fiyatlarla kamu kesimi sabit sermaye yatırımlarının yüzde 46,1’inin merkezi yönetim bütçesi kapsamındaki idareler, yüzde 28,1’inin yerel yönetimler, yüzde 24,1’inin işletmeci KİT’ler, yüzde 1,6’sının döner sermayeli kuruluşlar ve sosyal güvenlik kuruluşları tarafından gerçekleştirileceği öngörülmektedir. 2022 yılında kamu kesimi sabit sermaye yatırımlarının tarım, madencilik, enerji, ulaştırma, eğitim ve diğer hizmetler alt sektörlerinde yoğunlaşması beklenmektedir (Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı, s. 26). Örneğin; çelik ihracatçıları Avrupa Birliği’nin koyduğu kotalar yüzünden 2020 yılının ilk altı ayında 1 milyar dolarlık kayıp yaşadı. Türkiye’nin madenciliği geliştirebilmesi için Avrupalı mevkidaşları ile proaktif mekik diplomasisi yapmaktadır. Yani Türkiye’nin değerli yalnızlık (her ne demekse!)tan sıyrılıp çok yönlü politikalar izleyerek yerli iş insanlarının işini kolaylaştırması gerekmektedir. Aksi halde alternatif pazarlar bulması gerekir.
Ödemeler dengesinde gösterildiği şekliyle dış ticaret açığı 2020 yılında 37,9 milyar ABD doları olarak gerçekleşmiştir. Dış ticaret açığı, 2021 yılının Ocak-Ağustos döneminde, bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 25,2 azalarak 19,2 milyar ABD doları seviyesine gerilemiştir. 2021 yılında küresel ekonomideki toparlanmayla birlikte dış talepteki artış sonucunda ihracattaki yüksek seyrin devam etmesine bağlı olarak ödemeler dengesinde gösterildiği şekliyle dış ticaret açığının 31,5 milyar ABD doları seviyesine gerilemesi beklenmektedir (Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı, s.27). Dış ticaret açığını azaltmamız için yerli üreticilerin teşvik edilmesi gerekir. Örneğin; yerli reaktör, transformatör üreten firmalar şartnamelerde ithal ürün vergisi ödemek zorunda kalıyor. Bunun önüne geçmek için anti-damping vergisi konulmalıdır. ( Dünya, 2021, s. 26)
2021 yılının ilk sekiz aylık döneminde tüm ana sektörlerin ihracatında artış gerçekleşmiştir. Bu dönemde, tarım ve ormancılık sektörü ihracatı yüzde 22,1 oranında artarken imalat sektörü ihracatındaki artış hızı yüzde 37,1’e ulaşmıştır. Sektörel düzeyde en kuvvetli artış ise yüzde 51,9 oranıyla maden ve taş ocakçılığı sektöründe kaydedilmiştir. 2021 yılının kalan döneminde ihracatın (fob) güçlü ivmesini koruyarak yıl genelinde yüzde 24,4 oranında artışla 211 milyar ABD doları seviyesinde gerçekleşmesi beklenmektedir. 2021 yılında, ihracat fiyatlarında yüzde 8,8, reel ihracatta ise yüzde 15,6 oranında artış yaşanacağı öngörülmektedir (Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı, s. 28). Sonuç olarak Orta Vadeli ve Uzun vadeli kalkınma stratejileri uygulamadan, günübirlik politikalarla ekonomi idare edilemez. İhracata yönelik büyüme itiyorsak iyi insan kaynağı olmadan üst lige çıkmanın zor olduğunu ifade edebiliriz. Örnek olarak ABD’yi gösterebiliriz. Dünyanın 200’e yakın ülkesinden ABD üniversiteleri mıknatıs gibi yetenekleri kendi içine çekmektedir. ABD ekonomisini dönüştüren start up’lara, dünya üzerindeki unicorn’ların neredeyse yarısına ev sahipliği yapmaktadır. (Ekonomist, 2020, s. 3) Ancak Ekonomist dergisinin temel verileri 2020-2021 yılları dahilinde farklıdır. Türkiye 2020 Temmuz ayı verilerine göre dış ticaret açığı 3,3 milyar dolardır. Türkiye ihracat yapmasına rağmen sürekli dış ticaret açığı vermektedir. Yüksek teknolojili emek yoğun anamal üretemediği müddetçe her zaman dış ticaret açığı olacaktır. İmalat sanayide kapasite kullanım oranı 5,5 puan altta kalmaktadır. (Ekonomist, 2020, s. 25)
2021 yılında ithalattaki artış eğilimi sürmektedir. Altın ithalatındaki gerilemeye rağmen, emtia fiyatlarındaki hızlı artışın yanı sıra yurtiçi talepteki yüksek seyrin devam etmesine bağlı olarak ithalattaki artış devam etmektedir. 2021 yılının Ocak-Ağustos döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 25,5 oranında artış gösteren ithalat, 170 milyar ABD doları seviyesine yükselmiştir. Bu dönemde, ara malı ithalatı yüzde 27,2, tüketim malları ithalatı yüzde 16,4 ve sermaye malları ithalatı ise yüzde 24,5 oranında artış kaydetmiştir. İthalatın (cif) 2021 yılında yüzde 17,5 oranında artarak 258 milyar ABD doları seviyesinde gerçekleşmesi beklenmektedir. 2021 yılında ithalat fiyatlarında yüzde 16, reel ithalatta ise yüzde 1,5 düzeyinde artış beklenmektedir (Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı, s. 29). Ayrıca uzmanlar şuanda dövizde temkinli olmayı önermektedir. Altın dolar bazında yükselme potansiyeli içermektedir.
2020 yılında küresel salgın sonrasında uluslararası turizm faaliyetlerindeki ani düşüşle birlikte turizm gelirlerinde yaşanan azalma, 2021 yılında kısmen telafi edilmiştir. 2020 yılında 10,2 milyar ABD doları olarak gerçekleşen seyahat gelirleri, 2021 yılının Ocak-Ağustos döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 97,1 artarak 10,5 milyar ABD doları seviyesinde gerçekleşmiştir. Hizmet ticaretindeki toparlanmanın mal ticaretindeki toparlanma kadar hızlı olmaması nedeniyle seyahat gelirlerinin 2021 yılında 17 milyar ABD dolarına yükseleceği beklenmektedir. Hizmet gelirlerine yıllıklandırılmış olarak bakıldığında, 2021 yılı Ağustos ayı itibarıyla 46,8 milyar ABD doları seviyesine ulaşıldığı görülmektedir. Bu artıştaki temel belirleyici unsur taşımacılık ve seyahat gelirlerindeki yukarı yönlü seyir olmuştur. 2021 yılında hizmet gelirlerinin 48,4, hizmetler dengesi fazlasının ise 21,8 milyar ABD doları olarak gerçekleşmesi beklenmektedir. Dış ticaret, hizmetler, birincil ve ikincil gelir dengelerindeki gelişmeler ve tahminlere göre, 2021 yılında cari işlemler açığının 21 milyar ABD doları olması beklenmektedir (Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı, s. 29). Bacasız sanayi dediğimiz turizm sektöründe COVID 19’un açtığı yaralar yavaş yavaş kapanmaktadır. Ancak turizm cenneti olan ülkemizde uçuş sayıları ve konaklama tesisleri yeterli değildir.
2022 yılında, dış talebin bir önceki yıla görece azalsa da yüksek seyrini koruması ve özellikle seyahat hareketliliğinin hızlanmasıyla turizm gelirlerinin artışı sonucunda, cari işlemler dengesinde iyileşmenin devam etmesi beklenmektedir. 2022 yılında ihracatın (fob) yüzde 9,4 artarak 230,9 milyar ABD dolarına, ithalatın (cif) ise yüzde 9,6 yükselerek 282,7 milyar ABD dolarına ulaşması ve böylece dış ticaret açığının 51,8 milyar ABD doları seviyelerinde gerçekleşmesi öngörülmektedir (Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı, s. 37). Tek bir sektöre bağlı kalarak dış talebi canlandırma eğilimleri son derece yüksek risklidir. Zira şuanda ülkemizde tedarik darboğazı mevcuttur. COVID 19 öncesi ortaya çıkan “just in time” (tam zamanında) üretim teşvik edilmelidir. Ancak bu konuda bazı gelişmeler yaşansa da yetersizdir
2022 yılında, mahalli idare gelirlerinin 215,8 milyar TL, harcamalarının ise 222,3 milyar TL olarak gerçekleşmesi ve mahalli idare dengesinin GSYH’nın yüzde 0,08’i düzeyinde 6,5 milyar TL açık vermesi öngörülmektedir (Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı, s. 64). KİT’lerin ve özelleştirme portföyünde izlenen kuruluşların 2022 yılında 18 milyar TL finansman açığı vermesi programlanmıştır (Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı, s. 149). KİT’lerin daha canlı olması için kuluçka merkezleri kurulmalı yani kamu-özel işbirliği konsolide edilmelidir. İnovatif ve derin teknoloji iş fikirleri üzerinde AR-GE çalışmaları yapılmalı ancak Türkiye’de bu çalışmalar hâlâ yetersizdir.
Çok övünülen Savunma Sanayimizde, Savunma ve Havacılık Sanayii İmalatçılar Derneği (SASAD) verilerine göre Covid-19 pandemisinin olumsuz etkileri sebebiyle 2020 yılında bir önceki yıla göre savunma ve havacılık sektörü cirosu yüzde 19 oranında azalarak 8,9 milyar ABD doları, sektör mal ve hizmet ihracatı yüzde 26 oranında azalış göstererek 2,3 milyar ABD doları seviyesine gerilemiştir (Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı, s. 163).
Ülkemizde, Yap-İşlet-Devret (YİD), Yap-İşlet (Yİ), Yap-Kirala-Devret (YKD) ve İşletme Hakkı Devri (İHD) olmak üzere dört temel Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) modeli uygulanmaktadır. Söz konusu modellerle 1986 yılından başlamak üzere, 2021 yılı Ağustos ayı itibarıyla 257 KÖİ projesi için uygulama sözleşmesi imzalanmıştır. Uygulama sözleşmesi imzalanan projelerin toplam yatırım büyüklüğü 2021 yılı fiyatlarıyla 85,6 milyar ABD dolarına ulaşmaktadır. Bu tutar içinde ulaştırma sektörü 50,4 milyar ABD doları yatırım tutarı ile ilk sırada yer almakta olup bunu 19,8 milyar ABD doları ile enerji, 11,6 milyar ABD doları ile sağlık sektörü takip etmektedir. Mevcut durumda, 236 proje işletmeye alınmış olup 21 projenin yapımına devam edilmektedir (Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı, s. 175). Kamu-Özel İşbirliğini halk lehine daha etkin bir şekilde kullanmalıyız. Esnaf ve sanatkârların çoğunluğunu oluşturduğu KOBİ’ler, 2020 yılı sonu itibarıyla çalışan sayısı bakımından toplam girişimlerin yüzde 99,8’ini, istihdamın yüzde 73,9’unu, katma değerin yüzde 53,1’ini, ihracatın yüzde 57,2’sini oluşturmaktadır. Ayrıca, Ar-Ge harcamaları içinde KOBİ’lerin payı 2014 yılında yüzde 17,4 iken 2019 yılında yüzde 21,4’e yükselmiştir. Ortak iş yapma kültürüne, sermaye birikimine ve gelir dağılımına olumlu katkıları açısından önem taşıyan kooperatifçiliğin geliştirilmesi de önem arz etmektedir. 2021 yılı Haziran ayı itibarıyla; bankacılık sistemi içinde kullandırılan KOBİ kredi miktarı 908 milyar TL olup toplam krediler içindeki payı 2009 yılındaki yüzde 21 seviyesinden yüzde 23’e yükselmiştir (Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı, s. 184). Türkiye’deki mevcut demiryolu ağı 2020 yılı sonu itibarıyla 1.213 km’si hızlı tren hattı, 9.194 km’si konvansiyonel ana hat, 2.396 km’si tali hat ve istasyon yolları olmak üzere toplam 12.803 km’dir. Toplam ağın yüzde 53’ü sinyalli, yüzde 46’sı ise elektrikli olup 2021 ve 2022 yıllarında tamamlanacak projelerle elektrikli ve sinyalli hat uzunluklarının önemli ölçüde artış göstermesi beklenmektedir (Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı, s. 222). AKP, demiryolları konusunda gerçeği yansıtmayan açıklamalar yapmaktadır. Önemsenecek yeni yollar açmıyor ama Cumhuriyet’in milli demiryollarını 6290 kilometreye çıkaran büyük başarısını küçümseyip eleştiriyor. Eski rayları söküp yük taşımayan 800 kilometrelik hızlı tren hattını, teknik hiçbir katkı koymadan 6 milyar YTL’ye yabancı şirketlere yaptırıyor ve bununla övünüyor (Aydoğan, 2019, s. 256). AKP’nin yol-köprü politikası, çok özendiği Osmanlı uygulamalarına benziyor. Yani 19. ve 20. Yüzyıldaki Osmanlı padişahlarının yaptığını şimdi AKP yapıyor. İstanbul’daki Tünel’i İngilizler yapmıştı, Yavuz Sultan Selim köprüsünü ise İtalyanlar yaptı. Haydarpaşa Limanı ve Bağdat Demiryolu’nu 20. yüzyıl başında Almanlar yaparken; İzmir Osmangazi Köprüsü’nü bugün Fransızlar ve İsviçre şirketleri planlıyor, İtalyan şirketi yapıyor. (Karakuş, 2021, s. 84; Aydoğan, 2019, s. 256). Siyasal iktidar devlet imkânları ile gerek yol-köprü gerekse şehir hastanelerini çok daha az maliyetle yapabilir. Son derece tartışmalı bir istatistiki veri olan kadınların istihdam piyasasındaki yeri bağlamında son yıllarda önemli ilerlemeler kaydedilmekle birlikte, halen kadınların istihdam ve işgücüne katılım oranları erkeklere göre oldukça düşüktür. Pandemi süreci de bu alandaki sorunu daha belirgin hale getirmiştir. 2020 yılında kadın istihdam oranı yüzde 26,2, erkek istihdam oranı yüzde 59,2 olarak gerçekleşirken, kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 30,9, erkeklerin işgücüne katılım oranı ise yüzde 68,2 olarak gerçekleşmiştir. Kadınların işteki durumlarına bakıldığında, 2020 yılı sonu itibarıyla işveren ve kendi hesabına çalışan kadın oranı yüzde 16’dır. Aynı oran erkekler için yüzde 84 olarak gerçekleşmiştir (Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı, s. 272). Türkiye’de 134 bin kadın girişimci olmasına rağmen Dünya genelinde kadınların kamu ihalelerinden aldıkları pay yüzde 1 (Ekonomist, 2020, s. 10).
Sonuç olarak, tasarruflarımızı yatırıma dönüştüremeden ihracata dayalı büyüme gerçekleştirmemiz çok zor görünmektedir. “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı”nın hazırladığı bu rapor pembe bir tablo çizmeye çalışsa da okunduğunda ekonomiden sorumlu kişilerin çaresiz kaldığını hissetmemize neden oluyor. Örneğin; cari açığa henüz ekonomiden sorumlu kişiler çare bulmuş değil. Cari açık veren ülkelerin enflasyonu durdurmaları zordur ve bu sorunu çözebilen cari fazla veren ülkelerin paraları değerlidir. Hazırlanan rapora göre Türkiye’nin düzlüğe çıkması imkansız diyebiliriz. Türkiye ekonomisinin subjektif ve objektif şartları buna müsait değil. Öncelikle Türkiye’nin kronik sorunlarını çözmesi gerekir. “Enflasyon gibi”. Siyasal iktidar gevşek para politikasıyla enflasyonu atlatmaya çalışmaktadır. Bu yanlış bir tercih. Ekonomide temel kuraldır: “Enfalsyonist baskılar baş göstermeye başladığında para arzı daraltılır ve faizler yükseltilir.” Ancak Erdoğan ve şürekâsı hâlâ inat etmektedir yanlış politikalarında. Döviz kuruna yapılan takozlamanın istikrar getireceği de muğlaktır. Piyasa şuanda ciddi bir belirsizlik içinde sürgit yol almaktadır. Hukukun üstünlüğüne ilişkin kaygıların artması da maalesef ekonomiyi olumsuz yönde etkilemektedir. 2022 yılında Covid 19’a bağlı olarak bir daralma beklenmiyor ancak güle oynaya bir büyümede olmayacağı kesin. Tedarik zincirinde bir detant (yumuşama) olabilir. Düşük politika faizi teoremiyle yüksek kur-yüksek borçlanma ve yüksek riski yarattık (Özatay, 2021, s. 14). İlla politika faizi bu üçlünün artış göstermesi için gerekli değildir. Önemli olan politika faizi değil, enflasyon ile mücadele edebilmekti. Kur korumalı TL mevduatının ise halka nasıl bir yansıması olacağı şüphelidir. Bu durum ABD’nin faiz kararlarına ve pandeminin gidişatına göre değişecektir (Yaycıoğlu, 2021, s. 30).
Kaynakça
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı
Girayalp Karakuş, Bir Karşı Tarih Okuması, Duvar Yayınları, İzmir, 2021.
Metin Aydoğan, Türkiye Üzerine Notlar (1838-2018), Galeati Yayıncılık, Ankara, 2019.
Ekonomist, Sayı: 24, Ağustos 2020, s. 3.
Fatih Özatay, “Merkezin Yüksek Risk-Yüksek Borçlanma Faizi- Yüksek Kur Politikası”, Dünya, 30.12.2021
Dünya, “Aktif Harmonik Filtrelere Anti-Damping Uygulanmalı”, 30.12.2021,s. 26.
Ali Yaycıoğlu, “Bir Çılgınlığın Ekonomi-Politiği”, Oksijen, 24-30.12.2021, s. 30.