Ermeniler Tarafından Şehit Edilen Türk Devlet Adamlarının Ailelerine Atatürk’ten Vefa

Dr. Girayalp Karakuş

Ermeni Milli Enstitüsü web sitesinde Atatürk hakkında şunları ifade ediyor: Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve başlayan Ermeni Soykırımı’nı tamamlayan kişiydi.” (1) Ayrıca aynı web sayfasında Kazım Karabekir’in Ermenileri yok etmek için gizli talimatlar aldığı ve Kemalist güçlerin Güney cephesinde Ermenileri kırıp geçirdiği de iddialar arasındadır. Bütün bu iddialar Ermenilerin kendi açısından geçerlidir. Zira bizim açımızdan Milli Mücadele emperyalizme karşı ölüm-kalım savaşıydı. Ermeniler “Büyük Ermenistan” hayaline kapılıp emperyalizm ile işbirliği yapmıştır. Yaptıkları mücadelede bu yüzden gericidir. Ancak emperyalizme güvenilmeyeceğini düşünemediler nitekim aynı güçler onları da yüz üstü bıraktı.

            Ermeniler Yunanlıların bağımsızlığını elde etmesinden sonra her daim Osmanlı Devleti için sorun olmaya başlamış bir meseleydi. Pek çok değerli Türk devlet adamı da Ermeniler tarafından şehit edildi. Bunlar içerisinde: “Talat Paşa, Cemal Paşa, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey, Bahaeddin Şakir Bey, Cemal Azmi Bey, Servet Bey, Nusret Bey, Süreyya Bey, Reşid Bey ve diğerleri…” Bu isimlerden Ermeni Tehciri sırasında kabahati olan var mıdır yok mudur bu ayrı bir tartışma konusu ama şiddet faaliyetlerinin tümüne karşı olduğum için bunları cinayet olarak nitelendiriyorum.

            Asıl konumuza gelmek gerekirse belki Ermeni cemaati bu durumdan hoşnut olmayacak ama Atatürk ve İnönü döneminde yukarıda saydığım isimlerin ailelerin hepsine Türkiye Cumhuriyeti Devleti maaş bağlamış ve tehcir sonrası Ermenilerden kalan malların belli bölümü bu ailelere tahsis edilmiştir. Bu konuyla ilgili resmi belgelerin hepsi Murat Bardakçı’nın “İttihadçı’nın Sandığı” adlı kitabında vardır. Ayrıntılı incelemek isteyenler bu kitaba ulaşarak resmi belgeleri görebilir. Telif hakkı sorun olabilir diye bu belgeleri yayımlayamıyorum. Örneğin; kararname ile Boğazlıyan kaymakamı Kemal Bey’in eşi Had(t)ice Hanım’a bin kuruş tahsis edilmiştir. Ayrıca Ermeni Emval-i Metrukesinden bulunması hasebiyle yirmi bin lira değerindeki bir apartman dairesi Kemal Bey’in ailesine tahsis edilmiştir.(2) 20 Aralık 1925’de Talat Paşa’nın birikmiş maaşları varislerine ödenmiştir. (3) 31 Mayıs 1926 yılında ise Ermeniler tarafından katledilen Devlet Adamlarına bazı Ermeni mallarının verilmesi hakkında kanun da çıkarılmıştır. Bu kanun ile Türkiye Devleti elini de güçlendirmiştir. Ermeniler tarafından şehit edilen Bahaeddin Şakir’in ailesine de Ermenilerden kalan bir ev tahsis edilmiştir. Ev Şişli’de Kır Sokağı’nda on yedi bin beş yüz altmış yedi lira kıymetindeydi. (4) Sadece Talat Paşa, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey ve Bahaeddin Şakir değil Urfa Mutasarrıfı Servet, Trabzon Valisi Azmi Bey, Ankara Valisi Reşid Bey ve diğerleri de bu kanundan yararlanmıştır.

            Bu uygulamanın ne kadar hukuki olduğu hukukçuların alanına girer. Bu konuyla ilgili görüş belirtmeyeceğim ama hissi olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kendi devlet adamlarının ailelerine sahip çıkmasının takdir edilebilecek bir şey olduğunu söyleyebilirim. Ermenilere gelince kişisel hiçbir düşmanlığım yoktur. Şunu söyleyebilirim: “Keşke geçmişte yaşanan acı olaylar olmasaydı da barış içerisinde birlikte yaşayabilseydik.”

            Amerikalı gazeteci Clarence K. Streit  Atatürk’e Ermeni tehciri ile ilgili bir soru soruyor ve şu cevabı alıyor:

            “Rus ordusu 1915’te bize karşı büyük taarruzunu başlattığı bir sırada o zaman çarlığın hizmetinde bulunan Taşnak Ermeni Komitesi, askeri birliklerimizin gerisinde bulunan Ermeni ahalisini isyan ettirmişti. İkmal ve yaralı konvoylarımız acımasız şekilde katlediliyor, gerimizdeki köprüler ve yollar tahrip ediliyor ve Türk köylerinde terör hüküm sürdürülüyordu. Çeteler, silah, cephane ve iaşe ikmallerini bazı büyük devletlerin daha barış zamanından kendilerine kapitülasyonların bahşettiği dokunulmazlıklardan istifade ederek büyük stoklar husule getirmeye muvaffak oldukları Ermeni köylerinden yapıyordu.

İngiltere’nin barış zamanında ve harp sahasından uzak olarak İrlanda’ya reva gördüğü muameleye kayıtsız bakan dünya, Ermeni ahalisinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz. Bize iftiraların aksine, tehcir edilmiş olanlar hayattadır ve çoğu, şayet İtilaf devletleri bizi tekrar harp etmeye zorlamasa idi, evlerine dönmüş olurlardı.” (5)

            Son olarak özellikle Taner Akçam’ın Atatürk’e ithafen Ermeni Tehciri ile ilgili “fezahat (alçaklık)” sözünden bahsetmek istiyorum. Atatürk akıllı bir devlet adamıydı. Milli Mücadeleye başlayacağı zaman Ermenileri’de kendi tarafına çekmek istedi. Sadece bir şartı vardı: “Misakı Milli kabul edilecekti.” Ermeniler buna yanaşmayınca Atatürk tavır ve söylem değiştirdi. Nitekim buna benzer şeyleri Taner Akçam’da yazılarında kabul etmektedir. (6) Atatürk’ün Clarence Streit adlı gazeteci ile röportajı, Nutuk okunduğunda ve pratikte yaptıklarına bakıldığında (Ermeniler tarafından şehit edilen devlet adamlarının ailelerine sahip çıkması gibi) Ermeni Tehciri ile ilgili görüşleri açıklıkla görülebilir.

Kaynakça

  1. https://turkish.armenian-genocide.org/kemal.html Son Erişim Tarihi: 26.08.2023.
  2. Murat Bardakçı, İttihadçı’nın Sandığı, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2014, s. 34-37.
  3. Age, s. 35.
  4. Age, s. 38.
  5. Sinan Meydan, “Atatürk’ün Cevabı”, Sözcü, 03.05.2021; Clarence K. Streit, Bilinmeyen Türkler, Mustafa Kemal Paşa, Milliyetçi Ankara ve Anadolu’da Gündelik Hayat, Ocak-Mart 2021, s. 201-202; Atatürk’ün Bütün Eserleri, C:11, s. 61-62;  https://www.cnnturk.com/turkiye/ataturk-abdlilere-100-yil-once-anlatmis Son Erişim Tarihi: 26.08.2023.
  6. Taner Akçam, “Türk ve Ermeni”, Birikim Dergisi, 13.11.2006. Bkz ifadeye: Mustafa Kemal’in bu konudaki tutumu özetle şudur: Lozan’da kısmi olarak gerçekleşen Misak-ı Milli’nin kabul edilmesi koşuluyla, savaş sırasında cinayet işleyenlerin yargılanmaları iyi olur ve gereklidir. Yani Mustafa Kemal, a) savaş sırasında cinayetler işlendiğini biliyor, bunu açıkça kabul ediyor ve kınıyordu, b) bu suçu işleyenlerin yargılanması gerektiğini, Ekim 1919’da Amasya Protokolünde dile getirildiği gibi, “adlen ve siyaseten elzem” addediyordu. Fakat onun şartı Misak-ı Milli sınırlarının kabul edilmesiydi. Bu şart yerine getirilmeyince, Sevr anlaşma koşullarının belli olmasıyla birlikte tavrını değiştirdi.”