Çin tarzı kalkınma modeli güncel siyasette çok konuşulmaktadır. Türkiye gerçekten bu modele göre kalkınabilir mi? Ya da Çin kalkınma modeli nedir? Türkiye ve Çin arasındaki fantazma nelerdir? Önsel olarak Çin kalkınma modelinin ne olduğunu açıkladıktan sonra metodolojik olarak Türkiye ekonomisi arasındaki farklılıkları dile getireceğim.
Somutun zenginliğinde soyutlama gereğine göre; Çin ekonomisi 1949-1956 döneminde Stalinist bir anlayışla tüm üretim ve tüketim prosesini denetim altına almıştır. 1958’den itibaren devlet ekonomideki ağırlığını hissettirmiştir. Gıda ürünlerine ulaşımda karne usulü benimsenmiştir. 1978’in sonlarına doğru Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin 11. Genel Kurulu’nda Deng Xiaoping piyasa eksenli reformların yapılacağını belirtti. Xiaoping temel olarak koşullara pozitivist bir yaklaşımla uyum gösterilmesi gerektiğini ifade etmiştir. 1978’de GSYH 307,8 dolardı. Reformlarla birlikte 1980-2014 dönemi aralığında büyüme hızı yüzde 10’a yükselmiştir. Çin’de işçilerin aldığı ücret ülkenin sosyo-ekonomik koşullarında gayet iyiydi. Patronlar işçilere üç öğün yemek ve barınma sağlamak zorundaydı. Piyasa eksenli reformlarla birlikte ülkenin sosyo-ekonomik yapısı da değişime uğramıştır. Çin, 20. yüzyılın başında tarım ülkesiydi ancak 20 senede hızla sanayileşti. Sanayi sektörünün üretkenliği 1980 ile 1989 arasında ortalama 4,89 oranında artmıştır. (1) Çin’in gelişmesinde Beijing Uzlaşısının da etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Çin kalkınmasının bu uzlaşının üç parametresi vardır: “inovasyona dayalı büyüme, uluslararası ilişkilerde detantlık (yumuşama) ve bölüşümde eşitliğin sağlanabilmesi. (2) Bu üç parametre içerisinde belki de başarısız olan tek teorem: “Bölüşümde eşitliğin sağlanabilmesidir.”
Temel olarak Çin’in başarısının ardında inovasyona dayalı büyüme, kamu ve özel sektörlerdeki işbirliği, üretkenlik artışı, makroekonomik istikrar, dışa açılma, ihtiyatlı serbestleşme, finansal gelişmedir. Çin’in devletçiliğini Asya tipi kalkınmacılık olarak da değerlendirebiliriz. Çin’de kendine özgü bir kapitalizm vardır. Parti-devlet özel sektöre ağırlık veren planlarda esnek (flexible) davranmaktadır. Kapsamlı bir devlet müdahalesi olmasına rağmen özel sektör görece serbest bırakılmaktadır. Bir nevi devletin güdümünde bir kapitalizm vardır. Yani çok düzeyli bir yönetişim vardır. (3) Çin’de hâlâ Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) nin ciddi bir ağırlığı vardır. 1990’lardan itibaren küçük çaptaki işletmeler özelleştirilmiştir. Kamu malları ciddi anlamda korunmaktadır.
Çin Dünya Ticaret Örgütü’ne girdikten sonra gümrük indirimleri yapmış ve firma haklarını genişleterek ülkeye yatırımların önünü açmıştır. Çin, Washington Uzlaşısı ile piyasaya dönük reformlarını genişletmiştir. Şuanda Çin patent sayısı ve üretimde ABD’yi geçmiş durumdadır. Bu durumu ise yukarıda anlattığım reformlara borçludur.
Türkiye’nin ise temel sorunu ise hızlı nüfus artış hızıdır. Demografik yatırımlar ve gerekse işsizlik sorunu, hızlı kentleşme sorunu ile birlikte daha da şiddetlenmektedir. Hızlı nüfus artışı işsizliğin şiddetlenmesine yol açmaktadır. Aynı zamanda bu durum kalkınma hızının düşük çıkmasına da yol açmaktadır. Çin’in de nüfusu fazla ama oradaki kamucu politikalar olumsuz durumların ortaya çıkmasını engellemektedir. Ancak Türkiye’nin bir sorunu daha var: “Halkın işgücüne katılımı da düşmektedir.” Bunun temel nedeni insanların istihdam edileceği alanla ilgili hayal kırıklığına uğramasıdır. Türkiye’de reel ücretler 1977-1978’den beri ciddi artış göstermemiş olması da başka bir sebeptir. İnsanlar telefon, otomobil gibi lüks tüketim mallarını borçlanarak temin etmektedir. Aynı zamanda 1998 yılında 12 milyon ev kadını varken 2004 yılında bu sayı 13 milyonu geçmiştir. (4) Yani üretime katılmada da ciddi kırılmalar yaşanmaktadır. Çin bu tarz sorunları ciddi olarak çözmüştür. Türkiye’nin alması gereken önlemler ise şunlardır: “Lüks tüketin önlenmeli, kırsal alanda yaşam iyileştirilmeli, inşaat sektörü gibi sünger projeler yerine istihdam yaratılmalı, reel faizler yükseltilerek spekülatör eğilimler kırılmalı, sağlıklı bir sanayileşme planı gerçekleştirilmeli, emek-yoğun alanlara yönelmeli, nüfus planlaması yapılmalı, sosyal güvenlik sistemine güven verici nitelik kazandırılmalı.”
TÜİK sürekli ekonomik büyüme oranları yayımlamakta ancak bu büyümenin suni olduğunu ve halka yansımadığını görmek için iktisat profesörü olmaya gerek yoktur. Nitelikli kalkınmanın GSYH’ya da yansıması doğal olarak beklenebilir ancak Türkiye’deki yapay büyüme ekonomide düşük-orta gelirliye ne yazık ki yansımamaktadır. Bir ülkede maddi refah çizgisini ölçmek için net kalkınma hızına bakmamız gerekmektedir. Ancak siyasal iktidar her şeyi süt liman göstermeye devam etmektedir.
Türkiye’de Planlı Dönemde ilk on yıl içinde kalkınma hızı gerçekleştirilmiş ancak sonraki 25 yıl içinde elde edilen net kalkınma hızının, planlanan değerin yarısı kadar olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’nin ortalama %2,2’lik net kalkınma hızı ile gelişmiş ülkeler şöyle dursun; ne yazık ki İspanya, Portekiz ve Yunanistan olmak üzere gelişmişlik farkı giderek açılmıştır. Çin ise 1980-2004 arasında 9,5’lik net kalkınma oranını yakalamıştır. Türkiye’de Kişi Başına Düşen Milli Gelir (KBDMG) sürekli gerilemektedir. Almanya, İsviçre hatta Çin’in katlarca gerisindeyiz.
Türkiye’nin günümüzde “portföy yatırımlarına” da ihtiyacı vardır Ancak ciddi bir demokrasi zafiyetinin olmasından dolayı yatırımlar Türkiye’ye ürkek davranmaktadır. Portföy yatırımları devlet borçlanma senetlerine ve pay senetlerine yönelik olduğu için ilk etapta sermaye stokuna katkıda bulunmaz. Riski yüksektir. Ancak Türkiye’de bu tarz yatırımlar 2009 öncesinde olduğu için “Mortgage Krizinden” ülkemiz fazla etkilenmemiştir. Bu yatırımlar “saadet zinciri” gibi işleyen yatırım türü değildir.
Çin’de KİT’ler aktiftir. KİT’ler iktisadi faaliyetleri sonucu genel mevzuat çerçevesinde merkezi bütçeye katkı sağlarken diğer yandan vergi benzeri artı değer oluştururlar. Hazineden görev zararlarına karşılık pay alırlar. Ancak Türkiye, Başbakanlık Denetleme Kurulu raporlarına göre kâr getiren bu teşkilatları pasivize etti
Çin ve Türkiye’nin tek benzer noktası son otuz yılda 38 kattan fazla ihracatlarının artmasıdır diyebiliriz. (5) Ancak Türkiye’nin ihracatı artarken aynı zamanda ithalatı daha fazla artmıştır. Türkiye’nin günümüzdeki en büyük sorunlarından birisi de cari açık ve dış ödemeler bilançosunun sürekli zarar vermesidir. Çin’de bu durum tam tersidir.
Sonuç olarak Çin ve Türkiye’nin matematiksel olarak iç ve dış parametreleri farklıdır. Çin asıl sermayesini planlı devletçilik döneminde sağlamıştır. Ancak Türkiye planlı devletçilikten çabuk vazgeçtiği ve iç ticaretini yabancı sermayenin denetimine aldırdığı için Çin tipi kalkınma modeline geçmesi mümkün değildir. Türkiye’deki tarım da azalan verimler yasasına göre biçimlenmiştir. Acilen devletin kolektif üretim çiftlikleri kurması gerekir ve tarımı teşvik etmelidir. Velhasıl Çin ve Türkiye iki ayrı dünyadır. Türkiye, Çin olmak istiyorsa Kamu İktisadi Teşebbüslerini (KİT) yeniden canlandırmalı ve kontrollü bir kapitalizme geçmelidir. Çünkü Çin öyle yapmıştır. Son kertede şuan ki sistemin insan odaklı olmadığı gerçekliği vardır.
“Tabi ki gönlümden geçen kapitalizmin tamamen aşılmasıdır.”
Kaynakça
Sinan Sönmez, Neo-liberal Küreselleşme Sürecinde Çin Kalkınma Modeli ve Devlet, Dünya Ekonomisini Anlamak, Ankara, Siyasalkitabevi, 2021, s. 130.
Agm, s. 131.
Agm, s. 135.
Aslan Eren, Türkiye Ekonomisi, Bursa, Ekin Yayınları, 2011, s. 44.
Age, s. 219.