Ali Şeriati mi Seyyid Kutub mu, Erdoğan'ın Yanlış Seçimi

Dr. Girayalp Karakuş

AKP'NİN YARATMAK İSTEDİĞİ İDEOLOJİ

 

Hegemonya ile ideoloji arasında ciddi nedensellik-sonuç ilişkisi vardır. İdeolojiyi ortadan kaldırırsanız ne hegemonya ne de iktidar kalır. Siyasette temel parametre ise siyasi program ve öznedir. Ancak ideolojinin paradigma yaratabilmesi için iktidarlar halkın temel ihtiyaçlarını karşılayabilmesi gerekir. AKP’nin yaratmaya çalıştığı ideoloji ise baştan sakat doğmuştur. Çünkü AKP iktidarı dışarıya bağımlı bir ekonomi modeli ile yurtsever ve anti-emperyalist olmayan bir diskura sahipti. AKP iktidarını perçinledikten sonra kendisinden olmayan bütün toplumsal muhalefet güçlerine Maurice Duverger’ın “Az gelişmiş ülkelerde Batı tipi demokrasi olmaz” sözünü hatırlattı. Siyasal iktidar gelir gelmez neo-liberal politikalara sarıldı. Oysa neo-liberalizm geride kalma sürecindeydi. Neo-liberalizmin ekonomi köleleri “borçlulardı”. İnsanın en temel ihtiyaçlardan biri olan konut hakkı için bile insanlar 10-15 yıl hayatlarını ipotek altına veriyordu. “Üniversite öğrencileri” borçlanarak eğitimlerini sürdürüyordu. Sonrası ise “diplomalı işsizlik”. (1) Gelişmiş devletler kendi ülkelerinde “devletçi” politikalarla ekonomik milliyetçilik yaparken AKP iktidarı Batı ve ABD’nin desteğini alabilmek için neo-liberal politikalara sarıldı.

DP VE CHP PROGRAMLARININ FARKI



AKP’nin ekonomi politikaları Mevdudi ve Seyyid Kutub gibi özel mülkiyeti kutsayan ideologlara dayanmaktadır. Mevdudi ve Seyyid Kutub gibi köktendinci İslamcı düşünürlerin yanında Ali Şeriati gibi sosyalist İslamcılar da yok değildir. Mevdudi ve Seyyid Kutub gibi düşünürler özel mülkiyeti kutsarken Ali Şeriati bu meseleye mesafeli yaklaşmıştır ve Şeriati gençliğinden ölümüne kadar fikirlerinde istikrarlı olabilmiştir. Bu nedenle Şeriati hayatı boyunca lince uğramıştır. AKP iktidarı Ali Şeriati gibi insanların yerine sermaye sınıfının çıkarlarını koruyan İslâmcıların yanında yer almayı tercih etmiştir. Aynı prosesi Türkiye, Adnan Menderes’in başbakanlığı döneminde Demokrat Parti’de yaşamıştı ve darbe olmasaydı DP muhtemelen iktidardan da düşecekti. DP’nin programı CHP ile aynı olsa da teorik/pratik farklılıklar vardı. Özellikle laiklik konusunun sulandırılması da bu döneme rast gelmektedir.

YARDIM EDİLEN YOKSULLUK ANLAYIŞI

 

Metafizikçi düşünce doğa ve toplumsal olaylar konusunda her zaman edilgendir. Ancak Marksist diyalektikçiler tersini savunmaktadırlar. Metafizikçilere göre doğaüstü olaylar ve toplumsal bunalımlar Tanrı’nın insanlığa geçici olarak verdiği sıkıntılardır. Oysa Marksistler bu olayların çözümü için eylemde bulunmayı salık verir. Metafizikçilere göre; 1789 Fransız İhtilali, Paris Komünü, 1917 Bolşevik Devrimi’nde insanlar ikincil plandadır ve tarihte olması gereken olayları Tanrı bilmektedir. Yani insanların özgür iradesi bir yere kadardır. AKP’nin toplumsal meselelere bakış açısı da metafizikçilerin bakış açısı ile aynıdır dolayısıyla toplumu sürgit biçimde pasif görürler. Yoksulluğun neden ve sonuçlarını çözümlemekten ziyade yardım edilen yoksulluk anlayışını devam ettirirler. Buna sadaka ekonomisi de denilebilir.

“Oysa köleler de uyanabilir. Tarih bunun örnekleri ile doludur.”

İSLAMİ REJİM



İslâm’dan sosyalizm çıkması mümkün değil ancak liberalizm çıkmasının imkânsız olduğunu söyleyebiliriz. Liberalizm’deki birey egoizmi, kâr maksimizasyonu ve kazanma hırsı İslâm’ın dayanışmacı toplum anlayışına aykırıdır. Sosyalizmin altruist dayanışmacılığı İslâm ile örtüşürken, özel mülkiyet ve metafizik gibi konularda ayrı düşmektedirler. Ancak AKP’lilerin henüz ciddi bir ekonomi-politik sistem oluşturamamaları da kendileri için eksikliktir diyebiliriz. 1970’li yıllarda Abdülaziz en Neccar, M. Ahmet ez-Zerqa, Muhammed Abdülmennan gibi İslâmcı aydınlar İslâmi ekonomi modelini inşa etmeye çalışsalar da dünyanın hiçbir İslâm ülkesinde pratiğe dökme safhasına geçilememiştir çünkü önerdikleri sistem dünyadaki bankacılık ve sigorta sisteminin işleyişiyle ters düşmektedir. Günümüzdeki İslamcıların köktendinci İslâmi bir rejim kurmaya çalışmak gibi bir programlarının olmadığını söyleyebiliriz zira daha çok liberalleşerek güçlenmek niyetindeler. Köktendinci İslami bir rejimde rahatça hareket kabiliyetlerinin olmayacağının kendileri de farkındadır dolayısıyla serbest piyasacı bir İslâmcılık çıkarları kontekstinde daha rasyoneldir. (2)

TANIL BORA NE DEDİ



AKP’nin muhafazakârlığına isim yakıştırmak esasen netameli bir meseledir. Çünkü AKP’nin muhafazakârlığı ne Batı’nın geleneksel muhafazakârlığına benzer ne de ülkemizde Osmanlı’dan süregelen ve dindarlıkla eş tutulan muhafazakârlığa benzer. AKP’nin muhafazakârlığı kendine hastır ve AKP bu muhafazakârlığı istediği formda kullanabilir. Tanıl Bora’nın Erdoğan’ın dolayısıyla AKP’nin siyaset dilini ‘Türk sağının üç haline de sahip olduğu’ şeklinde yorumlaması da buna dayanmaktadır. AKP siyaseti milliyetçiliğe de, muhafazakârlığa da, İslamcılığa da hâkimdir ve bu kimliklerden istediğine evirilebilir. Bu üç ideoloji arasındaki geçişliliği kolay kılan esasında muhafazakârlığın kendisidir. (3)

AKP’nin kan kaybetmesinin sebeplerinden birisi de ciddi bir nepotizme yani adam kayırmacılığa saplanıp kalmasından kaynaklanmaktadır. Kamu ihalelerinin pek çoğununun AKP’ye yakın insanlara verilmesi İslâm’daki “işi ehline veriniz” söylevine ters düşmektedir. Bu durumdan canı yanan insanlar ise AKP’ye ciddi anlamda öfkeli.

Önsel olarak AKP İslâmı’nın özsel değil de şekilci olarak kaldığını da ifade edebiliriz. İslâm’ı salt başörtüsüne ve namaza indirgemek şekilcilikten başka bir şey değildir. Başörtüsünün farz olup olmadığı ise farklı bir konudur. Bu konu ile ilgili “mezhep imamı Ebu Hanife’nin görüşlerine” başvurulabilir.


KAYNAK:

Daha önce Oda Tv’de yayımlandı.

1) Erdal Atabek, “Kölelik Kalktı Mı?”, Cumhuriyet.
2) Muhammed Abdülmennan, İslam Ekonomi Toplumunun Kuruluşu: Ekonomik Analizin İslami Boyutları, Fikir Yayınları, İstanbul, 1989.
3) Semih Kılıç, Muhafazakar Demokratlıktan Muktedir Muhazafakârlığa: AK Parti’nin Siyasi Kimlik Örneği, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2016, s. 72.