Haftada bir köşe yazısı kaleme alarak gündemi yakalamak için, şapkadan üç değil, beş tavşan çıkarmanız lazım! Zaten bombaların her gün kadınları ve çocukları yok ettiği zalim dünyada, Diyanet’in insafsız hutbeleri, iktidarın rakip belediye başkanlarına cezaevlerini reva görmesi veya onları “transfer etmesi”, ağır hastaları “çok sağlıklısın” diyerek içerde tutması, sahte diplomaların, sahte barış söylemlerinin, hukuksuzluğun, rüşvetin, orman yangınlarıyla mutfak yangınlarının yarıştığı ortamda, biz fanilerin yapabildiği tek şey, bu atık dolu okyanusun içinde batmadan yüzmeye çalışmak!
NASIL BİR “DEVLET KURUMU” BU?(!)
Geçen hafta, kadın haklarının korunması açısından Diyanet’in haddini fazlasıyla aşan şekilde buyurduğu fetvalara karşı bu makamın başkanına bir açık mektup yazmıştım. Hem genel gidişat yörüngesinin bozukluğu hem anayasayı, vatandaşlık ve kadın haklarını hiçe sayarak kadınları hedef gösteren ve hatta “onların kıyafetine karışmayanların vebal altına gireceğini” söyleyerek toplumu kışkırtan açıklamalara dikkat çekmiş ve inandığım ikazlar yapmıştım. Aradan yalnız bir gün geçti, bu sefer, kadınların eşit miras hakkına yönelik bir hutbe çıkardı ve kadınların “Allah’ın takdir ettiği hakka razı olması” talep edildi! Bu sefer bütün medya ve birçok sivil toplum örgütü haklı olarak eşzamanlı tepki verdi. Diyanet’in hangi rahatlıkla Anayasa’nın temel maddelerini hiçe sayabildiğini ve nasıl hiçbir savcının buna dur demediğini anlamam mümkün değil. Bu ülkenin kadınları zaten sokakta her türlü sapkının ağır taciz ve tehditleri ile yaşarken, Türkiye’de yılda sözde şüpheli ölümlerle beraber 700’ü aşkın kadın en yakınları tarafından öldürülürken, herhalde bir de devletin kurduğu kurumlarca tehdit edilmeyecekler, değil mi?
İSRAİL ARTIK BİR TERÖR DEVLETİ…
Maalesef her taraftan kuşatılmış vaziyetteyiz. Rusya’nın Ukrayna’da başlattığı savaş 3,5 yıldır sürüyor. İsrail’in Gazze’de giriştiği açık katliam ve soykırım ise 1 yılı aştı. İsrail’in dünyaya yaşattığı utanç BM’nin önümüzdeki 50 yıl utançtan gözlerini yerden kaldıramadan yaşaması için bir gerekçe. Gerçi aynı BM, Amerika’nın Irak’ta 22 yıl önce yaptığı katliama ne tepki verdi ki? Koca koca adamlar barıştan, yardımlardan, savaştan, tehditten, atom bombasından, açlıktan ve olmayan insanlıklarından söz ediyorlar, öte yandan doğu ve güney ülkelerinde insanlar ölmeye, çocuklarını, sevdiklerini, evlerini, gözlerini, her şeylerini son sürat kaybetmeye devam ediyorlar… Gerçekten de medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar! Kim aksini söylüyorsa, bilin ki fazlasıyla deve kuşu rolüne soyunmuş… İsrail, geçmişin büyük mağduru, soykırıma uğramış, toprağını ve kendini koruma savaşı veren bir ülke olmaktan çıkmış, maalesef Atlantik ötesi dayısına güvenerek dünyaya bela saçan insafsız-soykırımcı- işkenceci bir haydut terör devletine dönüşmüş. Düşündükçe insanlığımdan utanıyorum. Yüreği bizim kadar yanan, bu felaketlere karşı haykıran, başta ülkemizde olduğu gibi, sayısız Musevi ve İsrailli de var; onlara büyük saygı duyuyorum. Bunun yanında bir şeyler yapmak istermiş gibi davranıp elini masaya vurmaktan çekinen bütün ülke liderlerine ve diplomatlara da yazıklar olsun diyorum!
AYDIN’DA ARTIK BAŞKAN SOKAĞA ÇIKIP GEZEMEZ!
Evet, her zerremizle balçık bir okyanusun ortasında debelenip batmamaya çalışıyoruz. Demokrasinin artık bu ülkede sembolik olarak bile bir anlamı kaldı mı, siz bana söyleyin! Halkın iradesi, seçtikleri belediye başkanlarının makamlarına ve özgürlüklerine el konulmasıyla gasp ediliyor. Dünyanın en hümanist insanlarından biri olan Beyoğlu Belediye Başkanı İnan Güney, tutuklanan 16. CHP’li belediye başkanı olarak cezaevine girdi. Daha doğrusu benim kullandığım deyimle, demokrasi nöbetine alındı.
Silivri operasyonları yetmiyor artık; bir de belediye başkanlarını bürokratlarıyla birlikte transfer etme furyası başladı. Gazetelerde okuduğunuz gibi “Topuklu Efe, topuklayıp AKP’ye kaçtı”. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, bu tavrı siyasi yankesicilik, kapkaççılık olarak tanımladı. Aksini söyleyenin bunu kanıtlaması gerekecek! “Oyum nereye gitti” diye meydanları dolduran Aydınlıların yaydıkları tepkiler çerçevesinde Çerçioğlu’na sormak isterim: Artık “AKP çatısı altında ve cumhurbaşkanının himayesinde” siyaset yaparak hem hukuken hem de maddi olarak rahata ermişken, geceleri nasıl uyuyor? Aydın’da gezip insanlarla rahatça sohbet edebilecek mi? Yoksa artık belediye binasında tecrit altında mı yaşayacak? Aniden bonkörce akıtılan iktidar nimetlerini tepe tepe kullanmak nasıl bir duygu?
ETRAFIMIZDA HER ŞEY YÜZ KIZARTICI!
Beylikdüzü Belediye Başkanı Murat Çalık “yaşam hakkımı istiyorum” diye haykırıyor, adalet arıyor. Türkiye’nin hiçbir zaman hazmetmeyeceği sahne, Çalık’ın hastaneden annesine gösterilmeden resmen kaçırılırcasına cezaevine götürülmesi oldu. Neyi kanıtlamaya çalışıyorlar? “Annelerin duygularının bile bizim için bir önemi yoktur” tavrıyla ne kadar acımasız olduklarını mı?
Diploma borsası işportaya düştü, 3 saatte mühendislik diplomanızı alabiliyormuşsunuz! Onlarca insanın gerçek diplomalarını yetkisiz kurumların toplantılarında iptal edenler, bu yaşanan rezaletlere ne diyorlar belli değil! Sanki Levent Kırca yeniden aramıza katılıp gidişat hakkında taze skeçler yazmış gibi ama maalesef bütün bunlar ülkenin gerçekleri…
Ekonomi tam bir çöküş içerisinde… İster genç ister emekli ister memur, dar gelirli, işçi olun, herkes canlı kalma savaşında! Enflasyon, bırakın Türk lirasını ezmeyi, fiyatları dolara karşı bile en az iki ile çarptı! Bu yaz, koca ülkede kaç kişi kiraz yiyebildi?
Her gün, her ilden farklı hayvan katliamları, kadın ölümleri, çocuk ölümleri, işçi ölümleri haberleri üstümüze yağıyor. Ormanlarımız cayır cayır yanıyor, bütün hayvanlarla birlikte… İnsanlarımız yuvalarını, tarlalarını, işlerini, sevdiklerini kaybediyorlar. Sonra da gözlerimizi yuvalarından çıkartan ihbar haberleriyle karşı karşıya kalıyoruz: “Çanakkale ve Kaz Dağları’nda çıkan büyük orman yangınlarının haritaları ile önceden maden arama ve işletme ruhsatı verilen bölgeler ile birebir örtüşüyor.” Bakanlık bu durumu yalanladı, ama sunulan haritalara da nasıl inanmayalım, orasını bilemedim.
Bugün okuduklarınız, mütevazi bir köşe yazısına son birkaç haftadan sığanlar. Bizim kaderimiz, böyle bir dünyada, böyle bir dönemde, böyle bir ülkede hak hukuk adalet aramakla geçiyor. Sanki evren cerahat dolu koca bir balçık oldu ve bizler ise içinde kımıldayarak canlı kalmaya çalışıyoruz…
“Her şey insan için” diyerek kendimizi ayakta tutup, mücadeleye devam ediyoruz…