O zamanlar köy çocuklarının okuması için üç seçenek vardı: ya yatılı imam hatibi, ya Balıkesir Devlet Parasız Yatılı’yı, ya da Savaştepe Öğretmen Okulu’nu kazanacaksın.
1970’li yıllar Anadolu köylerinden bahsediyorum. Köylerde o tarihte yol yok, elektrik yok, araba yok. Bizim köy Misakça, o zamanın tarımsal üretimi güçlü, varlıklı köylerinden biriydi. Hayvanlarla yapılan tarım, at, öküz ve mandalardan makine tarımına geçiş yapan ilk köylerden biriydi. Her gün kamyonlarca işçi Misakça Ovası’na gelir; üretimi henüz başlangıç aşamasında olan çeltik tarlalarındaki yabancı otları ayıklamak için günübirlik işçi olarak çalışırlardı. Biga’nın, Gönen’in köylerinden “drogaman” adı verilen işçi çavuşları, Misakça’da kendine has kokulu, meşhur Misakça kavunu ve karpuz tarlalarında çapa yapmaya işçi taşırlardı. Her yıl Misakça’da neredeyse bütün bölgeyi doyuracak kadar kavun ve karpuz yetişirdi.
Bu zengin üretim, köylülerin aralarında para toplayarak köye ait bir jeneratör alarak elektriğe kavuşmasını ve şehre gitmek için bir otobüs satın almasını sağladı. Hayatlarına doğal olarak yansıyordu bu gelişme. Şehre, yani Bandırma’ya gitmek için önceleri kamyon kasalarında yapılan yolculuklar, sonrasında köylülerin imeceyle aldıkları, uzun burunlu, “Koca Usta” adını verdikleri emektar bir otobüs ile yapılırdı.
İlkokul eğitimi iki sınıflı, birleştirilmiş sınıflarda yapılırdı. Ama idealist öğretmenler öğrencileri disiplinli yetiştirir, neredeyse gece , gündüz takip ederlerdi. Misakça’da çevrede hiçbir köyde olmayan bir sineması sayesinde köylüler, erken dönem Türk sinemasının bütün filmlerini ezbere bilirlerdi. Köyde ilkokul sonrası okuyan neredeyse yok gibiydi. Köyden çıkan bir iki öğretmen, bir iki de astsubay ve polis vardı bildiğim. Tarımsal üretimden gelen gelirleri iyi olan aileler çocuklarını okutmaya pek hevesli değillerdi.
Haberleşme o vakitlerde mektupla oluyordu tabii. Bandırma’da o vakitlerde Kuvâ-yi Milliye Kahvesi ve Bahriyeli Kıraathanesi bizim köylerin buluşma yeriydi. Hatta köy mektupları Misakça’ya ait bir mektup kutusunda toplanırdı. Köye bir mektup yazmak isteyen için adres, “Bahriyeli Kıraathanesi eliyle Misakça Köyü, Bandırma” olarak yazılırdı.
Hiç unutmuyorum. Ben de Balıkesir Lisesi’nde yatılı okuyorum. O zaman öğrencilerin tek iletişimi, ana-babaya yazılan mektup. Yatılı öğrenciyiz, yarıyıl tatili yaklaşıyor, yol parası lazım, memlekete gideceğiz. Babama mektup yazdım, para istiyorum: “Bahriyeli Kahvesi eliyle Misakça Köyü, Bandırma.”
Tatil geldi, memlekete gideceğiz. Mektuba cevap da yok, yol parası da. Tabii o zaman baba adamlar, hocalarımız vardı. Yol parasını denkleştirdik, Koca Usta ile köye geldik. Köye gelince tabii ilk işimiz, köy kahvesinde büyüklerin elinden öpülür, hal hatır sorulurdu. Babamın yanına oturduk, hoş beş derken köyden komşumuz Ali Amca beni görünce ceketinin cebinden bir mektup çıkararak:
“Â be Terzi Hasan, senin bir mektubun kalmış benim cebimde,” diyerek babama uzattı.
Bir ay önce Balıkesir’den babama yazdığım mektubu uzatıyordu. Ali Amca’nın cebinden çıkardığı o mektubu ve Bandırma’daki Bahriyeli Kahvesi’nde, Misakça Köyü’ne ait o posta kutusunu hiç unutmadım.