Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Ankara’da gazete ve televizyonların Ankara Temsilcileriyle kahvaltıda buluştu. İmamoğlu "İBB olarak 5 yılda 79 ilde 400’den fazla belediyeye katkı yaptık" açıklamasında bulundu.
İmamoğlu'nun açıklamaları şöyle:
Malumunuz 2024'ün 5 Haziran'ında ben Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı seçildim ve birliğimizin de merkezi Ankara olduğu için o günden beri birtakım toplantı gündemleriyle Ankara'da bulunuyorum. Her ay Ankara'mıza toplantılar için geliyorum. Sadece bir kez farklı bir uygulamayla encümen toplantılarımızı Türkiye'nin farklı bölgelerinde yapma kararımız var. İlkini Adıyaman'da deprem bölgesinde oraya olan katkılarımızı da sunmak adına yapmıştık. Onun dışında hep Ankara'da oldu.
Ankara'da görev yapan basın mensupları ile altı yıla yaklaşan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı ve altı aylık Türkiye Belediyeler Birliği Başkanlığım sürecinde kapsamlı bir toplantı yapma fırsatı yapılamamıştı. Açıkçası son tartışmalı bir seçim dönemi yaşandığı için de böyle bir toplantının daha önce yapılmasının farklı alanlara, gereksiz polemiklerin gündemi yapılabilir ortamı olduğu da bir gerçek.
EKREM İMAMOĞLU BUGÜN NİÇİN ANKARA TEMSİLCİLERİYLE BULUŞTU
Ekrem İmamoğlu bugün niçin Ankara temsilcileriyle buluştu. Zamanlamayı neden bugün tercih etti? Az önce tariflediğim süreç aslında bunun cevabı. Açıkçası Ankara'ya ısınma turu vesaire diye bir özel kapsamı. Ankara'ya beş yaşında gelmiştim ilk kez, o günden beri Ankara'ya sıcak oluyor insan. Her şeyden önce geldiğinde Anıtkabir'e uğradığında, dua ettiğinde. Kendimi çok huzurlu buluyorum memleket adına ve Atatürk'ün bir emaneti şehir olduğunu aynı zamanda medeniyet şehri olduğunu bilen birisiyim. O bakımdan özellikle İmamoğlu Ankara'ya açılıyor vesaire yorumlarının gerçekten samimi cevabı az önce yukarıda verdiğim şekilde. Kaldı ki Ankara'ya çok defalar. tarihi bir kısım toplantılara ya da birtakım olayların geliştiği anlara da burada şahitlik ettim.
Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı olmadan önce İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmamla birlikte her zaman aslında Türkiye'nin her noktasını önemseyen bir anlayışla İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde görev yaptık. Parti ayrımı gözetmeksizin yedi bölge her gittiğimiz yerde belde, ilçe il, büyükşehir belediyelerine merhaba demeyi, onlarla muhabbet ettik.
İSTANBUL TÜRKİYE'Yİ TEMSİL EDER
Bizim bu önemsenmemizin karşılığı bazen merkezden siyasi talimatlarla bizimle görüşmemek için ya izinli ya raporlu olan bazı insanlar olmadı değil. ama biz yine de her gittiğimiz beldede, ilçede, ilde, büyükşehirde yerel yöneticileri, bir İstanbul belediye başkanı olarak aradığımı ve arayacağımı ifade etmek isterim. Bu nezaketi hiçbir zaman elden bırakmadık? İstanbul nüfusu itibariyle Türkiye'yi temsil eder. Bu kadar kapsayıcı temsili bir başka ilde görmeniz mümkün değildir. Demokratik yapısı net olarak Türkiye profilinin tarifi. Türkiye'ye, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarihinde hiç olmadığı kadar özenli ilgiyle ama bilgimizi ama deneyimimizi ama kurumsal birikimimizin içerisinde olan ne varsa faydalandırmanın yanı sıra kimi zaman bir park, kimi zaman bir meydan düzenlemesi, kimi zaman terminal binası, okullar, eğitim tesisleri, fabrika, misafirhane, inşaatı gibi muhtelif yatırımlarımızı bölgelerle buluşturduk. Kimi zaman iş makineleri, kimi zaman temizlik makineleri büyük bir katkı sürecini sunduğumuzu da ifade edeyim.
Çok sayıda proje kazandırdık ve beş yıllık icraata baktığınızda toplamda yetmiş dokuz ilde dört yüzden fazla belediyeyi İstanbul Büyükşehir Belediyesi olarak dokunmuşuz. Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin iki yüzün biraz üzerinde olduğunu düşünürseniz burada parti ayrımı yapmaksızın yine katkılarımızı sunduğumuzu da ifade etmeliyim. Beş yılda Anadolu'ya ama bitirdiğimiz ama tamamlanmak üzere olan son aşamasına gelmiş üç milyar liraya yakın yatırım yapmış bir pozisyondayız.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmanın yanı sıra Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı olarak da farklı bir sorumluluk içerisindeyiz. Bu tamamen partizanlığı dışlamış ihtiyaç haritası ve beklentilere göre daha güçlü şekilde bir de Türkiye'de yerel yönetimlerle çalışmaya kararlı bir ekibiz ve böyle bir dönemi harekete geçirdik. Çünkü gerçekten Türkiye Belediyeler Birliği'nin faaliyetlerine baktığımızda ne yazık ki kendi partisi üzerinden bir ayrımcılık ve kayırmacılık olduğunu net olarak görebiliyoruz. Üzülerek ifade edeyim. Davaya dönüşmüş hatta bir gelenek olarak çoğunluk sayıda olan belediyeler başkanlık etmiş ama her belediyenin içinde her siyasi görüşün içinde olduğu bir Türkiye Belediyeler Birliği anlayışını son dönemde tümden dışarı çıkartarak kendi ittifakıyla kurmuş bir anlayıştan devraldık. Belediyeler Birliği'nin son yönetimini. Tabii biz geldikten sonra teknik ve bilimsel açıdan etkili bir bakışı ortaya koyduk ve bir kriter çalışması yaptırdık.
Büyükşehir Belediyeler Birliği eliyle yapılacak olan ama hibe ama iş ama proje her ne varsa mutlaka teknik ve bilimsel zemine dayanacak, ölçülebilir olacak, şeffaf olacak ve ne için, nereye yapıldığı konusunda net ifadelerle rapora tabi tutulup kurumsal yapının hafızasına girecek.
Bu söylediğim sıralamanın hiçbirisini daha önceki arşivlerde bulamadık. Bu yönüyle özellikle coğrafi genişliği, sosyoekonomik durumu pozitif ayrımcılık olarak kadın belediye başkanı olması gibi kriteri önemseyerek adımlar attığımızı ve atacağımızı yol haritamızı bu şekilde çerçevelediğimizi siz değerli basın mensuplarımızla paylaşmak isterim.
TÜM BELEDİYELER MALİ ZORLUKLAR İÇERİSİNDEDİR
Tüm belediyeler ne yazık ki çok ciddi mali zorluklar içerisindedir. Bugün artık Türkiye'de belediyeler özellikle belde ilçe hatta bir kısım il belediyeleri sadece maaş ödeme pozisyonuna dönüşmüş durumdadır. Bu tehdit daha üst çemberde bulunan belediyeleri de aynı şekilde sarmak üzeredir. Kuşkusuz bunda en önemli etkenlerden birisi ülkede uzun süredir devam eden kriz ortamı ve bozulan ekonomi dengeleridir. Tabii biliyoruz ki ülkemiz zor bir ekonomik süreçten geçiyor. Bunun etkileri kamuya da en üst seviyede yansıyor. Belediyelerimizin ne yazık ki tümden, tüm güçlerin, tüm mali yapının dengesinin merkeze kaydırılmasıyla etkili bir biçimde merkezden kararların alınmasıyla yereldeki iradenin ve idare gücünün azaltılması eğilimi bu biçimiyle ekonomisine de yansımıştır.
Halbuki hatırlayınız 2002'den itibaren bugün iktidarının en fazla söylediği şey yaralı güçlendirilmesiydi ama tam tersi bir akımda hem gelirden aldığı pay hem de etkisi hem bölgelerindeki merkezi idarenin bakış açısı ve gücünü kullanma biçimi hatta yerel bir başka partiden ise onunla çok üst seviyede mücadele edercesine, siyasi kurumlarını kullanarak, siyasi parti mekanizmalarını kullanarak yereldeki bu dinamik gücü ne yazık ki baskı altında tutmaktadır.
AZ ZAMANDA BÜYÜK İŞLER BAŞARDIK
Bu aynı zamanda demokrasimiz için de bir tehdit. Tabii siyasi gerimler, toplumsal kutuplaşmalar, her birisi bizi etkiliyor. Ancak bizler zor günlerde dahi milletimizin bir arada olma iradesine ve geleceğe dair umuduna demokrasi kapsamlı, güçlü bir bakışa sahip, birlik ve beraberlik içinde hareket ederek bu zorlukları aşacağımıza da yürekten inanıyorum. Ki İstanbul'da göreve geldiğimizden bugüne kentimizin sorunlarını çözmek ve halkımıza en iyi hizmeti sunmak için büyük bir çaba sarf ettik. Ulaşımdan, kentsel dönüşüme, sosyal yardımlardan çevre projelerine kadar pek çok alanda önemli adımlar attık. Altını çizmek isterim, göreve geldiğimizde tam altıncı ayında pandemi ile karşılaşmış bir belediyeyiz. Görevimizi üç ay geç aldığımızı da ifade edeyim. Ağır ekonomik krizle birlikte yaşamış bir belediyeden bahsediyoruz ki o dönemde yine ekonomik krizin aslında var olduğu bir dönemin tam da göbeğinde duruyordu. Kaldı ki bugüne kadar uzayan ekonomik kriz bizi hep etkilediği bir süreçte yaşıyoruz. Buna rağmen az zamanda büyük işler başardık. Bu işler arasında devasa boyutta altyapı, ulaşım yatırımları var. Kültürel mirasımızı usulüne uygun yeniden İstanbul'a kazandırmak, yanısıra böyle bir alanda çağ atlatmak diyebilirim. İstanbul'da yeni bir dönemi başlatmak diyebilirim. hayat pahalılığı karşısında ezilen vatandaşlarımızla sosyal destek sağladık. İlk dönemimizde İstanbul'a 65 kilometre uzunluğunda metro açtık. Bugün bir kilometre metronun yaklaşık maliyeti 50 ile 60 milyon euro arasına ulaştı. Yedi sekiz sene önce, altı sene önce neredeyse yarısına yakın değerlere sahipti. Maliyet açısından bakarsanız da bitirilen yatırımların büyüklüğünü buradan da görebilirsiniz. Yani bir yandan büyük iş yaparken bir yandan da ne kadar çarpıcı maliyet rakamlarıyla uğraştığımızın da ifadesi aslında.
Maliyet açısından tabii büyüklüğünün yanı sıra kente sağladığı fırsatlar da önemli. Kaldı ki 2025 yılı sonuna kadar önümüzdeki yıl sonuna kadar Ümraniye Ata - Göztepe ki bu hat aynı zamanda finans şehrin ihtiyaçlarını karşılayacak bir hat. Çekmeköy, Sancaktepe Sultanbeyli hattının da Sultanbeyli'ye kalan bölümünü açmış olacağız ki İstanbul'un en doğudaki ilçesine ulaşan bir metroyu kuzey hattından ulaştırmış olacağız. Tuzla'ya doğru uzanan metroyla ilgili gidişatımız da devam etmekte. Bu da şu anlama geliyor. Altı yıldan az zaman diliminde, hatta eş buçuk yılda seksen beş kilometre metro hattını İstanbul'a kazandırmış bir ekip olacağız. Metroların yapımı için bu zamana kadar yurt dışından iki milyar euro kredi temininde bulunduk. Hem de çok zor zamanlarda bulunduk. Çok zor koşullarda bulunduk. Bütün bunları yaparken ortalama bir yılın üzerinde imzalarımızın bekletildiği ortamlarda biz bunu ve ne yazık ki ülkemizin yurt dışı itibarının ve puanının çok düşük olduğu ortamlarda en iyi koşullarda ülkemize böyle bir akışı sağlama gururunu da yaşadık.
Bazı örnekler de finansal açıdan Türkiye tarihinde ilk kez yapılmış işlerdi. Tabii peki bu kadar İBB'nin borçlanması oldu da İBB ne yaptı dediğimiz zaman şunu yaptı aslında göreve geldiğimizde dört milyar elli yedi milyon euro olan borcun, toplam borcu bugün dört milyar üç yüz yetmiş üç milyon eurodur. Kıyaslanamaz bir beş yılı yaşatmıştır. Zorluklarına karşı yatırım yani bu aynı dönemde iki milyar euro civarında da dış borç ödediğimizin de bir sonucudur. Biz yani bir yandan iki milyar dış borç öderken aynı zamanda iş ürettik.
İstanbul'un yer altına yatırımlarımız sadece metro işleriyle de sınırlı değil. İSKİ tarihinde tarih yazdığımız bir dönemi hayata geçirdik. Büyük yatırım yaptık. Bunun içerisinde çok büyük ve çok güçlü yatırımlar var. Ama atık su arıtma tesisi, ama farklı isale hatları özellikle yüz kırk yerde altyapılarla birlikte yatırımlarıyla birlikte su baskınını İstanbul'da neredeyse tarihe gömdük. Bu çirkin görüntüleri İstanbul'un hiçbir noktasında yaşanmayacak hale getirdik ki bu noktada yatırımlarımız devam ediyor. Yani öyle yerler var ki, geçmiş dönemlerde ihmal edilmiş, yanlışlar yapılmış imara açılmış, imarlı binalar koyularak derenin akış hattı değiştirilmiş. Bu alanlarda yani Esenyurt'tan bir kesit vereyim size saçma bir imar planıyla imara açılmış bir dere üzerindeki süreci tekrar oraya yapılmış, imarlı yapıları kamulaştırarak toplamda iki milyar liranın üzerinde yatırım yaparak sadece iki buçuk - üç kilometrelik bir bölümde bu kadar büyük para yatırarak hem o evlerin su baskınından kurtulmasını sağladık hem dereyi kendi normal akışına kavuşturduk. Hem de orada bir yeşil alan ve meydan ürettik.
İSKİ otuz büyükşehir arasında neredeyse son sıralara doğru inen bir tarifeye sahipti ki İstanbul iki yüz elli kilometre mesafeden su getiren bir kenttir artık. Yani İstanbul en pahalı suyu aslında maliyet olarak sunan bir kenttir. Şu anda bizim büyükşehirler arasında fiyatlamadaki yerimiz ondur. Onuncu sıradayız. Bu kapsamda yine de biz büyük yatırımlarımızı yapmaya devam ediyoruz.
KÜLTÜR ALANI BİZİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİ
Pasaportlardan Metro Han'a, Müzekazhane'den, Çubuklu silolarına, özellikle Anadolu ve Rumeli Hisarlarının o güzel halini görmenizi isterim. İstanbul Fesane'deki dönüşüm dünya çapında bir dönüşümdür. Muazzam bir koleksiyonun sergilendiği bir süreç var şu anda. Sarnıcı'ndaki değişimle en çok ziyaret edilen bir nokta haline geldi ki rekorlar kırıyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi zor dönemde kültür sanat alanında yaptığı güzel işlerle hem kültür sanat yaşamının lokomotifi olmuş hem de yirmi milyonluk bir kentin nefes almasına fırsat tanımıştır. Yardımlaşma çok önemliydi. Dayanışma çok önemliydi bizler için. Bu anlamda askıda fatura projemizin altını çizmek isterim. Neredeyse beş yüz bine yakın faturanın ödendiği muazzam bir iş çapında ödül almış bu projemiz ve uluslararası alanda çok sayıda kent tarafından da örnek alınıyor.
KENT LOKANTALARI TÜRKİYE MARKASI HALİNE GELDİ
Kent Lokantaları Türkiye markası haline geldi. 15 kent lokantamızda bugüne kadar dört milyon on bir bin iki yüz yirmi iki vatandaşımız fayda sağladı. Yüz dört kreşimiz var eskiden bu sıfırdı. Bugün artık dokuz bin dokuz yüz yetmiş sekiz çocuğumuz burada eğitim alıyor. Önümüzdeki döneme kadar şu anda bitmek üzere olan ve inşaatı devam eden projelerimizle beraber hedeflediğimiz yüz elli kreş üzerine çıkmış olacak. Demek olacak ki on beş bin ila yirmi bin çocuk her yıl bizim özellikle dar gelirli alanlarımızda okul öncesi eğitimini almış ve ilkokula hazırlanmış hale gelecek. Bence toplumsal zeminde çok önemli bir iş haline döndü bu. Aynı şekilde açılan yurtlarımızda beş bin iki yüz öğrencimiz var. Yeni yurtlarımızın inşaatı sürüyor. Yüz binlerce annenin ücretsiz toplu taşıma kullandığı anne kart uygulamamız çocuğuyla beraber yolculuk yapan dört yaşına kadar bebeğiyle beraber doktoruna giden farklı ihtiyaçlarını gören, sosyalleşen bir anne huzuru yaratmak istedik kentimizde. Bu neredeyse artık iki yüz milyon yolculuğa doğru giden bir sayıya evrilmektedir. Yedi yüz bin annenin kartı cebinde duruyor. Milyonlarca litre halk süt yine tarihe geçecek bir sosyal kavramdır.
DEPREM İSTANBUL İÇİN ÇOK ÖNEMLİ BİR RİSK
Deprem riski kentsel dönüşüm İstanbul'un en büyük sorunlarından biri olmaya devam ediyor. Görevimiz süresince deprem denince sadece kentsel dönüşüm ve konutların yenilenmesi meselesi değil. İSKİ'nin haklarının ya da İGDAŞ'ın hatlarının depreme dayanıklı hale getirilmesiyle ilgili ama bağlantı noktalarını buna dayanıklı olmasından tutun da kullanılan malzemelerin değiştirilip, dönüştürülmesine varıncaya kadar altyapı, üst yapı, ulaşım, lojistik, deprem anı ve sonrası şeklinde tariflediğimiz dört ana on dört alt başlıkta ele aldığımız bir sürece evrilmiştir. On dört daire başkanlığımızın yanı sıra özellikle İPA'nın da dahil olduğu yetmiş üç projede otuz nokta iki milyar bütçeye ulaşmış durumdayız. Bu alandaki yatırımlarımızla devam eden doksan beş projenin toplam üç yüz elli üç nokta yedi milyar lira hazırlıklarını tamamladığımız ve en kısa zamanda başlayacağımız yetmiş beş projemiz için ise on altı buçuk milyar liradır.
Depremsiz depreme dayanıksız bina yıkma konusunda da karnemiz önceki dönemlerle kıyaslanmayacak derecede üst seviyededir. Beş yılda yirmi dört yılda yıkılandan daha çok yapı yıktık. İstanbul genelinde yıkılan bağımsız birim sayısı altı bin üç yüz artmıştır. Yeterli midir? Asla. Kısa süre sonra yirmi bin bağımsız birimin toplamda tamamlamış olacağız.
KENTSEL DÖNÜŞÜM MESELESİ
Ben her ortamda kentsel dönüşüm. ve özellikle depremle olan mücadelede net olarak şunu ifade ettim. Sadece ifade etmedim çalıştaylar yaptık, oradan çıkan raporlarda bunu aldık elimize ve bize bir ışık tuttu. Bakanlık seviyelerinde konuştuk. Kendim bile brifingler verdim. Her zaman şunu söyledim. Kentsel dönüşüm ne bakanlığın ne belediyenin tek başına çıkacağı bir mesele değildir. Özellikle finans sigorta sektörü, yapı sektörü, yapı malzeme üretenler, vatandaşlarımız, sivil toplum, meslek odaları çok iyi tariflenmiş bir biçimde bir araya geldikleri an büyük bir bütçe ve büyük bir güce dönüşebiliyor. Bir iş birliği zemini oluşturulabiliyor.
Bu tehdidin İstanbul'da sürmesi gerçekten ülke adına bir beka sorunu ve ülkenin en büyük tehdididir diyebilirim. Bu manada bu iş birliği sahasının bağımsız tariflerle ve siyasetin malzemesi veya oyuncağı hangi partide olursa olsun olmayacağı yasal bir biçime kavuşturularak yönetilmesinin Türkiye adına atılacak çok demokratik, çok değerli bir adım olacağını, kurumsal anlamda da tarihe geçecek bir adım olacağını da belirteyim.
GÜÇLÜ BİR TÜRKİYE, GÜÇLÜ BİR DEMOKRASİYLE MÜMKÜNDÜR
Yalnızca yerel düzeyde değil ulusal düzeyde de paylaşmak için iş birliği içinde hareket etmek zorunda olduğumuzu biliyorum. Bu yönüyle özellikle hükümet kanadıyla da her zaman açık, şeffaf ilişki kurmak adına elimden gelen çabayı sergiledim. Defalarca kurumlardan randevu talep ettiğim oldu ama dönüş olmadı. Ona rağmen yine konu bazlı istedik. Çünkü bunun bir kişisel ihtiras alanı olmadığını biliyorum. Milletimize hizmet alanı olduğunu biliyorum. Bu yönüyle özellikle üst düzeyde gayret gösterdik ve açıkçası bu işbirliğiyle dönüp ne yazık ki cevaplar alamadık. Yerel yönetimlerin gücünü sadece hizmet götürmekten de ibaret görmüyorum. Bizler demokrasinin temel taşlarını oluşturan halkın ihtiyaçlarını anında en yakından gören çözüm üreten aktörleriz. Güçlü bir Türkiye, güçlü bir demokrasiyle mümkündür anlayışını yürekten bütün hücrelerine kadar, bütün damarlarındaki akan kan gibi hisseden bir kişiyim.
TRT'DE İMAMOĞLU'NU GÖREBİLİR MİSİNİZ?
Demokrasi tabii ki. Özgür bir basınla mümkün, şeffaf bir yönetim hesap verebilirdir. Basın mensuplarının halkı doğru bilgilendirme misyonu, halkımızın gerçeğe ulaşmasındaki en önemli araçlardan da birisidir. O anlamda sizlerle olan diyaloğumuzu önemsiyorum. Bizler hem İstanbul'da hem Türkiye'de her türlü ayrımcılığı reddeden ve herkesi kucaklayan bir siyaset anlayışını savunduğumuzu da ifade edeyim. Kutuplaştırıcı değil, birleştirici bir dili yaygınlaştırmak zorundayız. Tam da Türkiye'nin kalbinde, Ankara'da, başkentinde olduğum bu anda bir ifade bulunmak istiyorum. Bütün basın mensuplarının huzurunda. Yirmi milyonluk bir şehri ve oradaki milyonlarca ödediği vergiyi yüzde altmışa yakın ekonomik gücünü temsil eden bir şehrin insanlarını temsil eden Ekrem İmamoğlu'nun beş, beş buçuk yılı aşkın zaman diliminde Türkiye'nin bu vergileriyle hayatını sürdüren TRT'de acaba bir tane açılışını, bir tane haberini görebilir misiniz? Lütfen açın, tarayın, bakın. Utanç vericidir. Bakın altını çiziyorum, utanç vericidir. Bir tane haberini, Bir tane açılışını, spor organizasyonunda bile İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin ismini anmamak Utanç vericidir. Bu benim içimi acıtan bir durumdur. O bakımdan bunu düzeltmek zorundayız. Bunu yapanların burada oturan ya da bu işin emekçileri olmadığını biliyorum. Bu işi sürükleyen idarenin ya da aklın aslında ülkeye ne kadar kalıcı hasarlar ve kötülükler yaptığını tarif edemem. O bakımdan farklılarımızı zenginlik gören, sorunlarımızı diyalogla çözmeyi hedefleyen siyaseti büyütmek hepimizin ortak sorumluluğu olmalıdır.
PARTİZANLIK BU ÜLKENİN EN BÜYÜK DÜŞMANI
Kritik bir dönem var önümüzde. Bu net. Bu süreçte halkımızın her bir ferdinin beklentilerini ve taleplerini duyurmak büyük sorumluluk. İstanbul'da halkımıza nasıl hesap veriyorsak, ülke genelinde de bunun örnek olması adına, özellikle Türkiye Belediyeler Birliği üzerinden bütün yerel yönetimlerle şeffaf çalışma, ülkemizi en üst seviyede eşitlikçi en üst seviyede -ki bana göre dünyadaki birçok sorunun temelinde eşitlik sorunu var- en iyi şekilde yansıtan, aktaran, anlatan, örnekleyen bir mekanizmayı kurarak bunu kurumsal yapıyı temsil edeceğiz. Hangi siyasi görüşten olursa olsun halkımızın çıkarını her şeyin önünde tutan bir yönetim anlayışını benimsemeye devam edeceğiz. Her yerde söylüyorum. Partizanlık bu halkın milletimizin en büyük düşmanı haline gelmiş.
Bir yandan Türkiye'deki ve öte yandan uluslararası alanda yaşanan gelişmeleri de kaygıyla izliyoruz ve çok trajik savaşların göbeğinde çatışmaların göbeğinde olduğumuzu ve bu konuda uluslararası ilişkilerimizi de en üst seviyede tutuyoruz. Üç buçuk yıl önce adım attığımız ve Balkan şehirleri bir araya topladığımız bir oluşum. Şu an altmış beş şehre ulaştı. Altmış beş şehir bir araya gelip gerçekten iyi dayanışmalar gösteriyor. Dönemsel başkanlığın uygulandığı, her yıl bir başka belediye başkanının görev yaptığı, uluslararası alanda itibarlı bir oluşuma kavuşmuştur. Tira önümüzdeki yıl Şubat ayında da dönem başkanlığının Saraybosna Belediye Başkanı olacaktır. Bir sonraki de bellidir. O da Sofya Belediye Başkanı olacaktır. Bu. anlamda önemli bir oluşumdur. Biz bunun bir benzerini özellikle Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin özellikle İslam dünyasını, coğrafyasını temsil eden ülkelerin şehirleriyle olması gerektiğine inanarak bunu da davetinin aralık ayı içerisinde yaptığımız özellikle barışı, huzurun kentlerde yaşayan insanların taleplerini konuşarak farklı bir zeminde özellikle savaşı öteleyen savaşı ortadan kaldıran bir zemin oluşturma gayreti içerisinde olacağız.
Benzer bir oluşumu Karadeniz'e kıyısı olan şehirlere de yaparak bölgesel dayanışmayı İstanbul merkezli, İstanbul odaklı büyütme gayreti içerisinde olduğumuzu ve bu yolculukta da kararlı hareket ettiğimizi sizinle paylaşayım.
DEVLET NEREDE?
Tabii aynı zamanda içeride toplum olarak bugünlerde ağır travmalarımız var. Böylesine bir çaresizliği daha önce hiç yaşamadığımızı düşünüyorum. Her zor zamanımızda nasıl olsa birileri bu ülkenin sevdalıları, bu ülkede okumuş, eğitilmiş büyükleri bir yerlerde çözümler çalışıyordur, yalnız değilizdir diye düşünmüştür milletimiz. Ancak son zamanlarda art arda patlak veren can yakıcı meseleler. Toplumsal kaygıları derinleştirmiştir. Bunu lütfen gözden kaçırmayınız. Milletten uzak olmayan herkes tehlikeli bir psikolojik eşiğe geldiğimizi fark etmiştir. Artık bireyin kamunun koruyucu ve kollayıcı gücünü hissetmediği, adaleti hissetmediği bir dönem yaşıyoruz. Bu tehlikeli bir safhadır. Bin dokuz yüz doksan dokuz depreminden az önce bahsettim. Hafızalara kazınan bir söz vardı orada. Nerede bu devlet nerede bu millet? diye bağıran vatandaşlarımızı dün gibi hatırlıyorum. O zaman ben de sormak istiyorum. Bebeklerin canına kastedilirken nerede bu devlet diye sormak istiyorum. Gasp, cinayet, tecavüz suçları verilip aynı suçları tekrar işlerken nerede bu devlet? Demek istiyorum. Ve aynı zamanda hakimi, savcısı, polisi belgesellere konu olan kötü koşulları, kötü görüntüleri, bazen rezillikleri yıllarca yaparken nerede bu devlet diye sormak istiyorum. Bakanken kendi bakanlığına mal satacak kadar fütursuzlaşanlar, mafyalar, bahis çeteleri, uyuşturucu çeteleri, gösteriş budalaları, bu işlerini rahatça sergilerken nerede bu devlet diye sormak istiyorum. Devlette üst düzey resmi görevi olan memurların havalimanlarından ülkeye kaçak altın soktuğu günlere nasıl denk geldi? Bunları niçin yaşıyoruz?
Tüm bunlar ve çok daha fazlası olurken nerede bu devlet diye evet buradan sormak istiyoruz. Bugün tam da bu noktada olduğumuzun altını çizelim. Ağır bir çürüme ağır bir çöküş yaşıyoruz. Nereye el atsanız ne yazık ki elinizde kalıyor. Sağlık sistemi, eğitim, vergi adaleti, hukuk ve hürriyet... İşte biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları legal hayatlarımızı hayatın her alandaki illegal yapılara teslim etmemek için bu konuda güçlü bir toplum var. Bu mücadelede koruyucu güç, sağlıklı bir devlet yapısıdır. Yeni doğan bebeklerin yaşam hakkı alçakların para hırsıyla elinden alınıyor ve gerçekten artık yüzümüz gülmüyor. Sık bir biçimde birbirimize bakar durumdayız. Annelerin, babaların bin bir emekle yetiştirdiği gençlerin geleceği mülakatla ellerinden alınıyor, değiştireceğiz dedikleri mülakatın bir buçuk yıl geçmiş olmasına rağmen hala kılının kıpırdatılmaması ve insanların bu şekilde yüreğinin yanması hepimizi acıtıyor.
Ekonomik krizde vatandaşın kimseye muhtaç olmadan insanoğluna uygun bir biçimde kendi emeğiyle geçinme hakkı elinden alınıyor. İşte tam da bu noktada gerçekten milletin, herkesin bazen içinde, bazen haykırarak, bazen acıyı yaşadığında en üst seviyede dile getirerek artık yeter dediğini her yerde yaşıyoruz. Bu böyle. Gidemez. Bir avuç imtiyazlı ııı dışında kimsenin kendini güvende hissetmediği bir ülkede cumhuriyeti kimsesizlerin kimsesi herkesin güvencesi kılmak zorunluluğumuz vardır.Herkesin kendisini eşit hissedeceği bir hayatı hep birlikte kurmak zorundayız. Bu düzeni değiştirmek tüm yurttaşlara vazifedir.
DÜNYA BİR DÜZENSİZLİK VE BELİRSİZLİK DÖNEMİNDE
Uluslararası alanda yaşanan gelişmeleri dikkatle ve ne yazık ki kaygıyla takip ettiğimizi belirtmek isterim. Özellikle dünyamız son yıllarda nasıl bir dönüşüm yaşadığını ve dönem dönem bu hızlı giden dünya akışında treni nasıl kaçırdığımızı ördük. Şimdi de benzer bir durumu ülkemize, milletimize ve genç yurttaş ortalamamızda yaşatmamak zorundayız. Dengeler yeniden şekilleniyor, ekonomiler büyük sınavlar veriyor. İnsanlık özellikle çevresel tehditlerin ciddiyetini her geçen gün daha fazla idrak ediyor. Bu gelişmelerin her biri Türkiye'yi doğrudan ilgilendiren ve geleceğimizi etkileyecek adımları gerekli kılıyor ve burada gerçekten büyük bir seferberlik ruhuna ihtiyacımız var. Dünya bir düzensizlik ve belirsizlik döneminde sıcak çatışmaların geri döndüğünü, kuralsızlığın had safhada ve uluslararası alanda da adaletsizliğin yaşandığını, farklı ortamlara farklı görüşlerle, müdahalelerle hareket edildiğini ve bu dünyadaki ve bu ortamın çok büyük bir eşitsizlik ortamı yarattığını hep beraber yaşıyoruz.
Temel bir dönüşüm var. Bu benim dünyadaki dönüşümü anlamak için kullandığım kavram: Eşitsizlik kavramı. Olağanüstü bir eşitsizlik döneminden geçiyoruz ve bu bildiğimiz bütün dengeleri de alt üst ediyor ve edecek. Bu dengeleri hep beraber tabii tariflemek, anlamak ve gerçekten buna göre tedbir almak durumundayız. Mesela küresel gelir eşitsizliği. Bugün küresel gelir eşitsizliği değişiyor. Ve özellikle tarihsel olarak batılı ekonomiler dünyadaki zenginliğin büyük bir kısmını kontrol etmişlerdir. Ancak bugün bu durumun değiştiğini farklı bir eksene doğru evrildiğini görüyoruz. Gelişmekte olan ekonomiler, küresel gelirden giderek daha fazla pay kazandığını da yaşıyoruz. Küresel ekonomik büyümenin tüm ülkelere özellikle de tarihsel olarak geride kalmış olanlara fayda sağlaması önemlidir. Kapsayıcı ekonomik kalkınmayı ülkeler içinde ve arasındaki servet uçurumunu ele alan politikalara odaklanmamız şarttır.
Bir başka husus özellikle küresel yönetişim ve temsilde işsizlik meselesi Birleşmiş. Milletler, IMF ve Dünya Bankası gibi küresel kuruluşlar, küresel sorunları ele almayı amaçlasa da karar alma süreçlerine gelişmiş ülkeler hakimdir. Bu eşitsiz temsil özellikle iklim değişikliği, göç ve ekonomi, ekonomik istikrarsızlıktan en çok etkilenen yoksul ulusların çıkarlarının genellikle göz ardı edildiği anlamına geliyor. Hatta daha da ötesi yaşanıyor. Birleşmiş Milletler, IMF, Dünya Bankası, hatta Avrupa Birliği gibi. Küresel iletişim yapılarında yoksul uluslararası karar alma süreçlerini anlamlı bir bakış, anlamlı bir söz hakkına sahip olmalarını sağlayacak reformların ihmal edildiğini ve bunun acilen yapılması gerektiğini de belirtmek isterim. Yine çağımızın önemli bir kavramı teknolojideki eşitsizlik. Ki teknolojik devrim iki ucu keskin bir kılıç olmuştur artık. Gelişmiş ekonomilerde muazzam zenginlik ve fırsatlar yaratır. Daha yoksul birçok ülkeyi de çok büyük bir farkla geride bırakıyor. Bu ülkeler yüksek teknoloji endüstrilerini de rekabet edebilecek ya da dijital ekonomiden faydalanabilecek altyapı, eğitim sistemi ve finansal kaynaklardan yoksun kalıyor. Bu eşitsizlik, küresel eşitsizliği her geçen gün daha da derinleştiriyor ve gerçekten mesafeyi artık çok derin mesafelere ulaştırıyor. Çünkü ekonomilerini yenileme ve dijitalleştirme becerilerine sahip olmayan ülkeler dış şoklara karşı savunmasız kalıyor. Ve zengin ülkelere olan bağımlılığı da tarifsiz bir biçimde artıyor. Dünyanın diline pelesenk ettiği özellikle iklim değişikliğiyle mücadelede ki bu bir iklim eşitsizliği tarifiyle de yorumlanabilir. İklim krizi küresel adaletsizliği en bariz ortaya koyan örneklerden biri. Küresel karbon emisyonlarına en az katkıda bulunan yoksul ülkeler iklim değişikliğinin en ağır sonuçlarıyla da karşı karşıyadır. Halbuki bu global bir sorundur ve global ele alınması gereken bir meseledir.
GÖÇ KÜRESEL EŞİTSİZLİĞİN BİR SONUCU HEM DE BİR NEDENİDİR
Göç küresel eşitsizliğin bir sonucu hem de bir nedenidir. İnsanlar yoksulluktan. Siyasi istikrarsızlıktan ve giderek artan çevresel felaketlerden kaçıyor ve bölgeleri hatta kıtaları değiştiriyor. Yoksul ülkeler kapasitelerine oranla çok daha fazla mülteci ve yerinden edilmiş kişiye misafirlik eder duruma geliyor. Göçlerin eşitsiz dağılımı küresel sistemin krizleri yönetme biçimindeki eşitsizlikleri gözler önüne sermekte. Küresel göç politikalarının mülteci ve sığınmacılara ev sahipliği yapma sorumluluğunu daha adil bir şekilde paylaşacak şekilde yeniden düzenlenmesi, yükün adil şekilde paylaşılması ve gerçekten göç meselesi başta Avrupa olmak üzere bütün dünya ölçeğinde güçlü bir biçimde ele alınması gerekiyor. Bu kapsamda özellikle Meksika toplantısından sonra da göçte en fazla sorun yaşayan şehirlerle ilgili bir network oluşturarak bu alanı şehirler üzerinden dünya ölçeğindeki kurum ve kuruluşlara taşıyacak bir biçimde bir çalışma zeminini oluşturma konusunda bir karar aldık.
Yine uluslararası yasa ve normların eşitsiz uygulanması meselesi uluslararası hukuk ve insan hakları kavramı jeopolitik çıkarlara bağlı olarak genellikle tutarsız bir şekilde uygulandığı bir gerçek. Uluslararası toplum düşünün ki Ukrayna'daki savaş ve Filistin topraklarını onlarca yıldır süren işgali ve Gazze'deki çatışmalara farklı tepkiler veriyor. Yani bu tepkileri verirken de bütün adalet duygularını bertaraf ederek böyle bir adaletsizlik ve işsizlik ortaya koyuyor. Bu seçici uygulama küresel yönetim kurumlarının meşruiyetine çok büyük bir darbe vuruyor ve zarar veriyor. Birçok ulusun endişelerini görmezden gelinmesi büyük ve derin adaletsizlik hissi yaşattığı nettir. Ve bunu özellikle uluslararası toplantılarda çok açık net ifade eden birisi olarak söylüyorum ki bu ayrımcılığın gerçekten tahribatının bütün dünya eksenindeki bütün milletlere çok ciddi sorunlar yaratacak seviye erişmesinden endişe duymaktayım.
Bu konuda çok önemli bir stratejik konumda olduğunu İstanbul'un şehir olarak ortaya koyduğu iradenin nasıl güçlü bir algıya, nasıl güçlü bir morale sebep olduğunu yaşayan birisi olarak ifade edeyim. İstanbul ve şehirlerin Türkiye'mizin diğer şehirleri ve Türkiye'miz bu konuda gerçekten bütün bu eşitsizlik noktalarında atacağı iyi adımlar, iyileştirici adımların güçlü kavramların demokrasiden adalete, eşitlikten, sosyal paylaşıma birçok konuya dönük adımların ve güçlenmesinin dünyaya da çok önemli katkılar sunacağını ifade etmek değerlidir.
TÜRKİYE SORUNUN DEĞİL, ÇÖZÜMÜN PARÇASI OLMALIDIR
İsrail ordusunun Gazze'de, Hamas'a karşı yürüttüğü ancak kadınlar ve çocuklar başta olmak üzere on binlerce sivilin ölümü, yaralanması ve yerinden edilmesine neden olarak soykırım boyutunda bir kıyıma dönüşen saldırı bir insanlık suçudur ve ne yazık ki bütün dünyanın izlediği bir insanlık suçu dönemini bize yaşatmaktadır. Bu durumu insanlık suçu olarak görmek adalet odaklı dış politikamızın doğal sonucudur. Biz Türkiye'nin çözüm süreçlerinin içinde yer alması gerektiğine inanıyoruz ve gerçekten yer almadığı ortamlarda gerçek ve doğru sonuçların oluşmayacağını biliyorum. Şu an Türkiye'nin bu süreçlerin tamamen dışında bırakılmış durumda olması da üzücüdür, kaygı vericidir. Mısır ve Katar bu süreçler içinde yer alırken Türkiye'nin dışlanması, Türkiye'nin buradaki hem toplumsal, hem tarihi, hem stratejik durumu ile asla bağdaşmamaktadır. Türkiye'nin Filistin meselesinde herhangi bir rol oynayabilmesinin ön şartı Netanyahu hükümetinin insanlık dışı uygulamalarıyla mücadele ederken Hamas'ın da hamisi rolünden kurtulmasıdır. Netanyahu ve aşırı sağcı hükümetiyle sağlıklı bir ilişki kurması mümkün değildir. Ancak şunu da bilelim. Netanyahu tek başına İsrail'de değildir. Özellikle burada bir hükümet olarak ilelebet olmayacağını da bilmemiz lazım. Ben eminim ki her ülkede olduğu gibi Ukrayna'daki savaşta dahi ya da İsrail'in yürüttüğü bu insanlık dışı saldırıların olduğu ortamda çok üzgün ve bu konuda tepkili İsrailli vatandaşlar da vardır. Rusya'daki vatandaşların olduğunu net olarak bilmekteyim. Türkiye bu anlamda bölgesel barış ve refah içinde birlikte çalışacağı ortamların sağlanmasıyla ilgili güçlü adımlar atabilir ve atmalıdır. Türkiye sorunun değil, çözümün parçası olmalıdır. Tüm tarafların. güvenine sahip olmadan Orta Doğu'da etkili bir rol oynamalıyız. Bu anlamda özellikle ben her yerde söylüyorum, gururla söylüyorum. Zaman geçtikçe ki yüzyıllar aktıkça değerin artacağına inanılır. "Yurtta barış dünyada barış ilkesi"nin altı güçlü kavramlarla ve inovatif ve güncel birtakım gelişmelerin de etkileyici parçalarını eklendiği haliyle dünya için bir manifesto olduğuna inanıyorum.
Her ülke güçlü olmalıdır ama gücün kavramı başka bir yere kaydırılmamalıdır. Ama bu gücün birbirine saldıran ya da sınırlarını ihlal eden insanlık dışı suçlar işleyen ülkeler pozisyonunda evrilmesinin önüne geçmelidir.
Bu bağlamda gücün demokrasiden, barıştan yana bir hat oluşturmasını da önemsediğimi ifade etmek isterim.