Seçilmiş İBB Başkanı ve CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, hakkındaki bütün soruşturmalara ve davalara bilirkişi olarak atanan kişiye yönelik “bilirkişi ve tanığı etkilemeye teşebbüs” ile “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” iddialarıyla ilgili açılan davada ifade verdi. İmamoğlu’nun savunmasında şu çarpıcı başlıklar öne çıktı:
“Yok efendim savcıya hakaret davası, tehdit davası… Şimdi de bilirkişi davası. Gerçekten yazıklar olsun! Benim değil, bizim değil, araçsallaştırılmış yargının trajedisidir bu. Bunun adı; Ekrem korkusudur! Ama niye? Ben, korkulacak bir adam değilim yahu. Beni insanlar çok seviyor. Bir kişi acaba niye korkuyor? Bu bir kişi niye korkuyor acaba? Kürsüye çıktığında, kendinden olmayan herkese hakaret etmeye alışmış olan kişi, o bir kişi siyaset yapacak, ben yapamayacağım öyle mi? Milletle dalga geçiyor bunlar. Yenildikleri gün, nasıl bir hata yaptıklarını, demokrasiye müdahale etmenin ve yargımızı çirkin siyasetlerine alet etmenin nasıl bir hata olduğunu anlayacaklar, fakat çok geç olacak!”
“Sayın Hakim; bunlar, objektif olarak yargılamanın adilliğine, tarafsızlığına, bağımsızlığına zarar veren işler değil midir? Sayın Hakim, siz bütün bunlara rağmen, adil yargılama yapacak mısınız? Yapabilecek misiniz? Doğal işleyişi tümüyle çiğnenmiş, aleni kusurlu, hileli iş yapmış, olmayan evrakı varmış gibi yazmış, ısrarla söz konusu İmamoğlu, CHP'li belediyeler, İBB olunca müracaat edilen bilirkişinin Yüce Türk Yargısı’na verdiği zararı haykırdığım için yargılandığım bu davada, adil yargılama yapacak mısınız? Yoksa bu soruyu sormak da ‘adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs’ mü? Öyle mi yorumlayacaksınız? Ya da ben kime sorayım? Kime sorabiliriz yani bu soruyu? Bakışlar bile bazen insanı rahatsız ediyor!”
“Haksız yargılamalar beni tehdit etmiyor. Benim siyasi kimliğim değil, Türkiye'nin demokratik yapısına yönelik tehdittir bu yapılanlar. Milletin iradesine, sandığa, oyuna tehdittir. Halkına, halkın siyaset yapma hakkına, seçim hakkına, geleceğine tehdittir. Kendime ve halkıma sözümdür: Başkalarının da ifade ettiği gibi, devletin kurumlarının içinde oluşan bütün vesayetçi, çıkarcı, partizan ve milletin iradesini yok sayan bütün örgütlenmelere karşı, büyük bir mücadele vereceğiz. Günü geldiğinde hesap sorulacak. Adil yargılama prensipleriyle, Yüce Türk Yargısı’nın selameti için, Türk milleti adına, namusu kabul edip, gözünü kırpmadan, önünü hiç kimsenin önünde iliklemeyen yargı mensupları tarafından, çatır çatır hesabı çok yakında sorulacaktır.”
“Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak her karışına hayran olduğumuz bu cennet vatanın; adaletsizlikte değil, insanlarımıza yakışır bir yönetimle buluşmasını istemek suç mudur Allah aşkına? Değildir. Attığımız her adıma, gittiğimiz her meydana, insanımıza götürdüğümüz her hizmete sakıncalı gözüyle bakan bu anlayışa göre biz suç işliyoruz. Böyle bir anlayış, böyle bir rejim çünkü. Partizanlık, parti devleti anlayışı… Büyük bir dayatma, büyük bir sorun içerisindeyiz. İktidarı demokratik yollardan değiştirme suçu işliyoruz aslında biz. Bu suçsa! Demokratik yollardan değiştirme suçu! Onun için buradayız. Onun için siz Silivri'desiniz. Onun için ben, Silivri'deki kapalı cezaevindeyim.”
“Bizi bir tehdit olarak görüyorlar. ‘Ekrem İmamoğlu’ isminden korkuyorlar. Bizi; yolsuzlukla, terörle suçluyorlar. Şantaj ve tehditle toplanan ifadeler üzerinden yargılamaya çalışıyorlar. Söylediğimiz sözler, attığımız adımdan, asıl olarak milletin iktidarından korkuyorlar. Ve üzülerek söylüyorum ki; bizi sözüm ona ‘devlete tehdit’ olarak milletimizin önünde karalamaya çalışıyorlar. Biz, milletimiz ve devletimize değil tehdit, değil bir kötü düşünce, biz, millet istediği sürece görevini ve hizmetini yapan insanlar olmaya gayret ediyoruz. Millet değiştirmek isterse, mevcut iktidar gibi diretmez, milli iradeye saygı duyarız. Fakat onların hukuksuzluğuna, devletin töresine ve milletin değerlerine verdikleri zarara karşı, evet, en büyük tehdit biziz kardeşim. En büyük tehdit biziz!”
“Ülkemizi kriz, kaos ve istikrarsızlık siyasetiyle yönetmeye çalışıyorsun. Olmaz. Yazık. Kendi ailene yazık ediyorsun. Sana oy verenlere, bu ülkedeki her insana yazık ediyorsun. Güzel ülkemin çocukları da gençleri de artık sana inanmıyor. Size de sisteminize de inanmıyor artık. Enerjisi bitmiş, halkla temas kurduğunuz bir an yok. Yıllardır yok. Olamaz. Böyle yöneticilerin, böyle anlayışın, yeni nesillere dokunması, onları anlaması, onlarla üretmesi mümkün değil. Ne Diyarbakır'daki Kürt gençle konuşabilirsin ne Trakya'daki vatandaşımızla, çocukla konuşabilirsin ne Karadeniz'deki gençle konuşabilirsin… Konuşamıyorsun artık. Konuşamazsın, anlamıyorsun çünkü. Dinlemiyorsun çünkü. Dinlemeyen insan, bu ülkeyi yönetemez.
Gitme vakti gelmiştir. Millet gelecek, bu tek kişilik sistem, tıpış tıpış gidecek. Bir avuç muhterisin dönemi bitecek.”
“Ne bu davaları tertipleyenlere ne bu davada ismi geçen bilirkişiye ne o yüzyılın en büyük hukuksuzluğunu yürüten bir avuç muhterise ne de bin yüz odalı sarayında millete kumpas planları yapan ucube rejime vereceğimiz en küçük taviz yoktur. Biz; namusumuzdan, ahlakımızdan, devlet ve millet için kurduğumuz hayallerden, milletçe yürüdüğümüz bu yolda asla vazgeçmeyeceğiz Sayın Hakim. Bu sözler onların kulaklarında hep çınlayacak: O da her şey çok güzel olacak. Hiç endişeniz olmasın.”
192 gündür Silivri’de tutulan seçilmiş İstanbul Büyükşehir (İBB) Başkanı ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, hakkındaki bütün soruşturmalara ve davalara bilirkişi olarak atanan Satılmış B.’ye yönelik “bilirkişi ve tanığı etkilemeye teşebbüs” ile “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” iddialarıyla açılan davada ifade verdi. Duruşma, davaya bakan İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin bulunduğu Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi yerine, Silivri'deki salonda görüldü. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, partinin tüm kurmay kadrosu, CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik, İBB Başkanvekili Nuri Aslan, İmamoğlu’nun eşi Dr. Dilek Kaya İmamoğlu, oğulları Selim ve Semih İmamoğlu, annesi Hava İmamoğlu, babası Hasan İmamoğlu, kız kardeşi Neslihan Yakupçebioğlu, avukatlar ve kalabalık bir vatandaş topluluğu, duruşmada İmamoğlu’na destek verdi. Duruşmanın görüleceği salona dakikalarca süren alkışlar eşliğinde giren İmamoğlu, “Cumhurbaşkanı İmamoğlu” tezahüratıyla karşılandı.
“BURADA KENDİ DAVAMI SAVUNURKEN,
KALBİM ELBETTE BAŞKA YERLERDE DE ATIYOR”
İmamoğlu’nun savunmasının tam metni şöyle oldu:
“Sayın Hakim, sizi hiç görmüyorum ben. Biraz yana çekerseniz… Yani sizi görmeden ben savunma yapamam. Sayın Hakim, iddia makamı ve burada bulunan kıymetli izleyiciler… Tabii burada kendi davamı savunurken, kalbim elbette başka yerlerde de atıyor. Bugün özellikle kalbim Gazze'deki masumlarla ve onlara umut taşımak için denize açılan Sumud İnsani Yardım Filosu’ndaki cesur insanlarla beraberdir. Çocukların ölmediği, insanların açlık ve bombalarla sınanmadığı bir dünya için verilen bu mücadele, aslında bütün dünyanın, hepimizin insanlık onurunu savunma mücadelesidir. Vatandaşlarımızın da bulunduğu Sumud Filosu’nun saldırılardan korunması için, İspanya ve İtalya hükümetlerinin yaptığı girişimler gibi, her türlü önlemi alma konusunda da bu ülkeyi yöneten idarenin de harekete geçmesini buradan diliyorum, davet ediyorum ve istiyorum.”
“DAHA ÖNCE İBB’NİN ENVANTERİNDE OLMAYAN HİZMETLERİ,
MİLLETİMİZE SUNMANIN ONURUYLA, GURURUYLA
BUGÜN BURADAYIM VE SAVUNMAMI YAPIYORUM”
“Bu ay, benim için önemli bir aydı aslında. Bereketli de bir ay. Çalışma arkadaşlarım, İstanbul'da 20’ye yakın kreş, yurtlar, kent lokantaları, parklar, okullar, kavşaklar, hizmet binaları, arıtma tesisleri açıyorlar. Ve hiç durmadan, insanlarımıza yardım ve destek olmak adına, bu zor günleri atlatmak adına, katkı sunmaya gayret ediyorlar. Daha önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin envanterinde olmayan bu hizmetleri, milletimize sunmanın onuruyla, gururuyla bugün buradayım ve savunmamı yapıyorum. Aynı zamanda daha önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin envanterinde olmayan ve yapılmamış ve sadece altı yıldır yapılan, insanlarımıza destek amaçlı ortaya konan; öğrenciye burs vermekten, kreşten yurduna, kent lokantasına varıncaya kadar, direkt ya da dolaylı sunduğumuz annenin cebine kart koyup, ücretsiz İstanbul'u dolaşmasına varıncaya kadar ortaya koyduğumuz bütçe, 150 milyar lirayı aşmış durumdadır. Bu, Türkiye tarihinde görülmemiş bir sosyal belediyecilik, kamuculuk; insanının yanında olan, çocuğunu, anneyi, kadını, hayatı, geleceği düşünen bir yerel yönetim anlayışının tezahürüdür.”
“ELAZIĞ’DAKİ OKUL AÇILIŞINI GÖZLERİM NEMLİ NEMLİ İZLEDİM”
“Açılışlara devam ediyorlar. Dün Elazığ'da, çok özel bir eğitim kompleksi açıldı ve gerçekten gururlandım. Biraz da gözlerim nemli nemli izledim. Çünkü, Elazığ'ı ziyaret ettiğimde, depremde hasar aldığını gördüğümüz Gazi Endüstri Meslek Lisesi, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün ismini taşıyan kadim bir lisemizin, artık kullanılamayacak hale geldiğini gördüğümüzde, bölge milletvekilimiz Gürsel Bey'in önerisiyle, ‘Burayı biz yapabilir miyiz İstanbul halkı adına?’ diye düşünmüştük. Meşakkatli bir yol oldu. Uzun bir yolculuk oldu. Tasarımı yapıldı. Sadece bir okul değil, bir eğitim kompleksini başarmak adına, gerçekten bu konuda uzman insanların tasarladığı bir şekilde okulu bitirdik. Ve dün Elazığlılara, kıymetli Elazığlı hemşehrilerime ve oranın gençlerine muazzam bir okulu açmanın da onurunu, gururunu yaşadım. Okulun açılışını yaptığı için, kıymetli Genel Başkanıma, Özgür Özel'e de yürekten teşekkür ediyorum. Gerçekten muhteşem bir eser ortaya çıktı. Emeği geçen mimarından, yüklenicisine ve her şeyden önce İstanbul halkına, İBB yöneticilerine, herkese teşekkür ediyorum. İBB Meclisi’ne, herkese teşekkür ediyorum. Olağanüstü bir işin ortaya çıkması beni mutlu etti. Hayırlı uğurlu olsun”
“DEVLETİN VALİSİ KATILMADI AÇILIŞA; AÇILIYOR, OKUL!”
“Her zaman olduğu gibi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve daha önceki belediyecilik döneminde de bu ülkenin bir ve birlikte olduğunu, birlikte sevinip, birlikte üzüldüğünü yaşatmak adına sorumlu bir yöneticilik ortaya koyarak, bu tür buluşmalarda devletin her kademesini davet etmişimdir. Tek bir gün dahi bunu eksik tutmadık. Ne ilginçtir ki ben de özellikle devletin belli kademelerinin bu tür buluşmalarına davet edilmemekte karşılık buldum. Bu da birilerinin aslında adalet ve bu milletin gerçek anlamda birlik ve beraberliğine bakışını çok net bir izdüşümüdür, turnusol kağıdıdır. Bu açılışta da İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin yöneticileri, başkanvekilinden diğer yöneticilerine kadar, devletin en tepesindeki yöneticisinden şehrin mülki idarecilerine varana kadar herkesi davet ettiler. Ve ben, kürsüde üzüntüsünü ve biraz da sitemiyle karışık kızgınlığını gördüğüm Genel Başkanımızın ifadelerini dinledim. Çünkü kimse katılmadı açılışa yani. Açılışa kimse gelmedi. Yani devletin valisi gelmedi. Milli Eğitim Müdürü gelemedi. Yöneticileri gelemedi. Okul açılıyor. Okul açılıyor!”
“NEYSE BUGÜN MAHKEMEDEYİM, HAKİM BURADA!”
“Sayın Genel Başkanım, ben hiç şaşırmadım. Çünkü ben, birçok okul açtım; Allah'a şükürler olsun insanlarımızın katkılarıyla, belediyelerimizin bütçeleriyle… Ben Beylikdüzü'nde okul açtım; öğrenci getirmediler. Okul açtım; öğretmen yoktu. Okul açtım; okulun müdürü yoktu. Okul açtım; şube müdürü yoktu, vali yoktu, kaymakam yoktu. Gelemediler. Gelmeyen de var; onlar bir avuç muhteris. Gelemeyenler de var. Onlar adına da üzülüyorum. Cami açtım; imam yok. İmam da gelemedi. Mevlit okuttum. Bir defa müftü geldi, okudu. Adamı sürdüler. Ve karakol açtık; polis yoktu biliyor musunuz? Emniyet müdürlüğü kadar büyük karakol açtık, polis gelemedi, polis. Neyse bugün mahkemedeyim, hakim burada. Bu çok önemli biliyor musunuz benim adıma! Bu çok önemli. Ben, yargılanmak istiyorum. Ben, yargılanmak istiyorum. Ama bakalım, görelim, yargılanacak mıyız? Bu millet mi yargılayacak? Bunları yaşayacağız? Sayın Hakim, yine Silivri'deyiz. Yine Yüce Türk Yargısı sürgünde. ‘Avrupa'nın en büyüğü’ diye yapılmış binaya, yargımız sığmıyor. Bu gidişle sığmamaya devam edecek. Kapasitesinin çok üzerinde, hapishanelere 100 binin üstünde fazla insan sokan yargı düzenini, bu denli tartışılan bir ortamda, o binaya sığdıramazsınız. Kimse sığdıramaz.”
“YİNE BİR CUMHURİYET SAVCISI, TELAŞLA BİR
İDDİANAME YAZMIŞ. TELAŞLA YAZARKEN, ÇOK HATA ETMİŞ!”
“Konumuz; bilirkişi. Bu bilirkişi meselesi çok önemli. Bilirkişi, şu anda hayatımızın her alanında başımıza büyük belalar açılıyor. Bahsedeceğim farklı bilirkişi statülerinden de anlayacaksınız ne demek istediğimi. İstanbul'da, Çağlayan Adliyesi'nde, ne yazık ki bir yıla yakındır süren bir telaş var. Yine bir Cumhuriyet Savcısı, telaşla bir iddianame yazmış. Telaşla yazarken, çok hata etmiş. Usul, esas açısından ve olmaması gereken bir Ekrem İmamoğlu davası daha, anlamsız yere mahkememizi göçe çıkarmış. Buraya gelmişsiniz. Telaş var ama aynı zamanda meselenin nasıl bir iddianameye dönüştüğüyle ilgili ipuçları da veriyor bize. Savcılık, niçin başka bir soruşturmayı bu iddianameye ekleme ihtiyacı hissediyor? Bu önemli bir soru. Başka bir iddianameyi, niçin bu iddianameye ekleme ihtiyacı hissediyor. Birazdan okuyacağım. Dayanağa hiç de sağlam olmayan bu davanın metninde, niçin başsavcıyı hatırlatmakta ve selam durmakta fayda görüyor?”
“SUÇA BAKAR MISINIZ?”
“İddianamede, bakın bana ne diyor: ‘Ekrem İmamoğlu'nun katıldığı bir panelde yaptığı ve bir kısım basın organlarınca da yayınlanan konuşma içeriğinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek'e yönelik suç konusu söylemlerinin tespit edilmesi üzerine; ‘tehdit’, ‘kamu görevlisine karşı görevinden dolayı alenen hakaret’ ve ‘terörle mücadelede görev almış kişileri hedef göstermek’ suçlarından, Cumhuriyet Başsavcılığımızın 2025/16740 soruşturma sayılı dosyası ile hazırlık işlemlerinin yürütüldüğü ve neticesinde kamu davası ikame edildiği, her iki olay bir arada değerlendirildiğinde…’ Şu konuşulanın, burada anlatılanın bilirkişi konusuyla ne alakası var? ‘Değerlendirildiğinde de şüphelinin görevinin getirdiği kanun ve nüfusunun…’ Nüfusunun! Nüfus! ‘Basın önünde aleni olacak şekilde kullanarak, yargı organları ve mensupları üzerinde baskı oluşturmayı ve mensubu olduğu parti lehine etkilemeyi…’ Suça bakar mısınız? ‘Parti lehine etkilemeyi amaçladığı ve bu hususun atılı tespitler ile örtüştüğü anlaşılmakla…’ diyerek devam ediyor ve beni suçluyor.”
“BURADA NEYLE SUÇLANDI BENİ?”
“Burada neyle suçlandı beni? ‘Nüfusunu..!’ Herhalde ‘nüfuz’ demek istedi. ‘İki olay bir arada değerlendirildiğinde…’ Ne alakası var onunla bunun? ‘Ve mensubu olduğu parti lehine etkilemek!’ Savcı, bilirkişi işini, başsavcı ile ilgili panelde anında açılan davaya bağlama ihtiyacını neden hissediyor? ‘Mensubu olduğu parti lehine’ nasıl bir suç tarifi? Konuyla alakası nedir? Benim ‘nüfusum’ deyince, ’16 milyon İstanbullu benim nüfusum’ mu demek istedi? ‘86 milyon Türkiye'nin nüfusu benim’ mi demek istedi? Yoksa eşimden, -üç tane çocuğum var- beş kişilik nüfusumdan bahsetti? Yoksa ‘nüfuz’ mu Yazmak istedi? Ben tabii birçok konulara gireceğim…Çok önemli bir dava daha. Önemi, içeriğinden değil. Burada bulunup, yargılanmamdan değil. Bu yargı tacizinin önemli bir aşaması olduğundan çok önemli. Ama yargı tacizi nasıl kaynaklanıyor? Bu nasıl şekilleniyor? Bu iddialar, nasıl kaleme alınabiliyor? Bu iddialar nasıl yazılabiliyor? Hangi akılla? Hangi düzenle? Hangi sistemle?”
“BİR PARTİ TABELASININ ÖNÜNDE, İLÇE BAŞKANLIĞINDA
DEMEÇ VEREN BİR AKIL MI BU ÜLKEYİ YÖNETECEK?”
“Şöyle bir sistem var: ‘Adalet Bakanı, CHP'ye yüklendi: Bunlar mı Türkiye'yi yönetecek’ dedi? Şuraya bakar mısınız, şu fotoğrafa? Arkada bir ilçenin ilçe başkanlığı binasında, Adalet Bakanı demeç veriyor. Dün, akşam önüme geldi. Adalet Bakanı bir ilçe başkanlığının tabelasının önünde demeç veriyor, ben de nüfuzumu etkilemişim! Siyasi partimin nüfuzunu etkilemişim! Bakar mısınız? Adalet Bakanı. HSK'nın başkanı Sayın Hakimim, sizlerin bağlı bulunduğu Yüce Türk Yargısı’nın en tepe kurumunun başındaki bakan, ilçe binasında, ilçe tabelasının önünde basın açıklaması yapıyor! Ve diyor ki; ‘CHP'ye yüklendi: Bunlar mı Türkiye'yi yönetecek?’ Bir parti tabelasının önünde, ilçe başkanlığında demeç veren bir akıl mı bu ülkeyi yönetecek? Böyle bir akıl mı Türkiye'nin yargı sistemini yönetecek ve biz yargılanacağız! Biz nasıl yargılanıyoruz? Yazıklar olsun. Yazıklar olsun! ‘Nasıl kongreler yaptığını, nasıl kavgalar ettiğini hep beraber görüyoruz’ diye de devam ediyor! Yargı eliyle çıkardıkları kavga üzerinden, yürüttükleri anlamsız süreçlerle, milletin cebinden her gün parayı çalarak, milyarlarca dolarını çalarak, milleti fakirleştiren bu düzenin kurucu aklını, bu şekilde icra eden insanlar, bizi, ‘Nasıl yönetecek’ diye suçluyor! Ve iddia makamı da böyle bir iddianameyi yazabiliyor! ‘Mensubu olduğu parti lehine etkileme! Bakar mısınız?”
“NASIL HAKKIMI ARADIĞIMI ALLAH DA BİLİYOR, MİLLETİMİZ DE BİLİYOR”
“Nasıl hakkımı aradığımı Allah da biliyor, milletimiz de biliyor. Basın açıklaması yaptım zaten. Yukarıdaki soruları soruyorum. Çünkü, gerçekten böyle bir iddianame olmaz, olamaz. Öncelikli hedefi adalet aramak olmayan, ‘İmamoğlu'na olabildiğince dava açın’ talimatıyla, böylesine bir partizan dille yazılmış iddianamede, aynı adliyedeki üstüne selam dururken, başka bir ‘saraya’ da selam durmaktan da geri durmayan bir içerikle daha karşı karşıya olmak, beni yine Yüce Türk Yargısı adına, derinden, çok üzüyor. Derinden çok üzüyor ve sarsıyor. Türk Ceza Kanunu'nda ne bilirkişiyi eleştirmek ne de bilirkişi raporlarını tartışmak için herhangi bir engel, ben aradım, bulamadım. Avukatlarıma da sordum, bulamadım. Böyle bir engel yok. Bilirkişiler ve onların raporları, eleştiriden ve ifşa edilmekten muaf değil. Hele ki bize göre tarafsızlığını yitirmiş, her konuda bilirkişi raporu yazmayı profesyonel meslek haline getirmiş bir kişi söz konusuysa… Yeter ki açıklamalarda, eleştiride hakikatten sapmayın.”
“SAVCI DEMEK İSTİYOR Kİ; ‘DOĞRUYU SÖYLESENİZ DE
ELEŞTİRİ YAPAMAZSINIZ. BUNU SUÇ KABUL EDERİZ HAAA!”
“İddianameyi okuduğunuzda, görüyorsunuz ki bana yapılan suçlama, gerçeğe net olarak aykırıdır. Benim bilirkişiyi eleştirmemi suç kabul etmiş. Böyle bir şey olamaz. Böyle bir yasa yok. Düşünsenize, savcı demek istiyor ki; ‘Doğruyu söyleseniz de eleştiri yapamazsınız. Bunu suç kabul ederiz haaa!” Niye? ‘Sen Ekrem İmamoğlu'sun çünkü!’ Açabildiğiniz kadar dava açın. Yasa yoksa, suç yoktur Sayın Hakim. Yasa yoksa, suç yoktur. Ben, adaletin tecellisini engelleyen her türlü haksızlığı eleştirdim, ifşa ettim; etmeye devam edeceğim. Bu, benim Yüce Türk Milleti adına ne nüfusum ne de nüfuzum değil, konumum gereği, millete verdiğim söz gereği, vazifemdir, sorumluluğumdur. Nokta. Türkiye'de rakibini, muhalefeti, tüm farklı düşünenleri, kendini ifade etmeye çalışanları, gençleri, işçileri, gencecik çocukları, aykırı düşünen insanları, zeytinini savunan köylüleri yok etmeyi, gözaltına almayı, gün doğmadan operasyonlara maruz bırakarak tutuklamayı kendisine siyaset gibi gören bu akıl ile yargıyı araçsallaştıran bir dönemle, rejimle ve onu yöneten Cumhurbaşkanıyla ülke karşı karşıyadır; onlarla mücadele edeceğim. Ben, onun için buradayım. Ben onun için karşınızdayım. 11 aydır maruz kaldığımız saldırılara, operasyonlara, 19 Mart itibariyle yürütülen darbe girişimine bizzat kendisi savcılık, hakimlik yaparak, ‘turpun büyüğü, ahtapotun kolları’ diyerek, daha gizlilik varken, operasyon olmamışken suçlu ilan ederek, yargıyı Ankara'dan yürüten, etki altına alan bir akıl ile karşı karşıyayız.”
ERDOĞAN’A “TRUMP” ELEŞTİRİSİ: “BUNDAN DAHA
DOĞRUDAN BİR MÜDAHALEYİ TARİH YAZMIŞ MI ACABA?”
“Bakın bu akıl, başımıza ne işler açıyor? Bu akıl, başımıza şöyle işler açıyor: ‘Vermem’ deyip, hakarete varana kadar meydan okuyan bu ülkenin Cumhurbaşkanı’na, bir başka ülkenin devlet başkanı diyor ki; ‘Takdir ediyorum, tebrik ediyorum. Bak söyledim, Rahip Brunson'ı bıraktı. Ne güzel yaptı!’ diyor. Övüyor! Yani bir taraf başka bir devletin devlet başkanı, bu ülkenin yargısına talimat verdiğini ima ediyorsun! Bu ülkenin Cumhurbaşkanı da doğrudan bu ülke, bu sürece müdahale ettiği için övülüyor! Bu, bizim utanacağımız bir şey! Bu, bizi yerle bir etmeli biliyor musunuz? Yüce Türk Yargısı’nın her bir ferdinin tüyleri diken diken olmalı. Bundan daha doğrudan bir müdahaleyi tarih yazmış mı acaba? Daha doğrudan bir müdahaleyi, daha doğrudan ve bu kadar milletini ezen bir müdahaleyi tarih yazmış mıdır acaba? Kaldı ki ne ağır laflarla bırakmayacağını ifade etmiştir bu ülkenin Cumhurbaşkanı! Bu ülkenin Cumhurbaşkanı… Seçilen her cumhurbaşkanı, bizim milletimizin cumhurbaşkanıdır. İçini acıtmayan varsa, sırf O’na yaranmak için içini acıtmayan biri varsa, milletine ihanet eder. Benim içim acıyor. Tarafı değilim, ama içim acıyor. Çünkü, bu milletin kurulu bütün devletlerinin bayrağında yıldızı var. Biz, o damarı taşıyoruz. Öyle başını öne eğmekle, buradan kimse sıyıramaz. Öyle içi safsatayla dolu iddianameyle, iddialarla kimse bizi ezmeye kalkamaz. Ezilen, millet oluyor, millet.”
BAŞSAVCI GÜRLEK’E: “İDDİANAMESİ YAZILMAMIŞ
DOSYA İÇİN, ‘100 YILIN YOLSUZLUĞU’ DİYEREK…”
“İşte onun için hukukun üstünlüğü ve bağımsızlığı adına, çok kötü günler yaşıyoruz. Gerçek adaletin zerresine eylemlerinde, uygulamalarında görmemizin mümkün olmadığı İstanbul'da, Adliye Sarayı… Ki Avrupa'nın en büyük binası şeklinde tariflenen… Mimarisini hiç beğenmem; kabadır, çirkindir, kötü bir binadır. ‘Avrupa'nın en büyük binası’ şeklinde tariflenen
ve ne yazık ki 86 milyon insanın üstüne hukuksuzluk yığını şeklinde çökmüş bir binanın, daha kovuşturma süreci bitmeden, iddianamesi yazılmamış dosya için, ‘100 yılın yolsuzluğu’ diyerek, bütün hukuk kurallarını altüst eden ve uygulamalarında, söylemlerinde ‘suçsuz sayılma’ ilkesini hiçe sayıldığı, kanunen böyle bir açıklama hakkının olmadığı bir yerde, tarihe kara bir leke olarak geçmiş bir yapı ve akıl ile karşı karşıyayız. Kara bir lekedir. Rejimin, hükümetin, siyasi iradenin, milletin iradesini yok sayan, bu ülkenin kurucu partisini, ana muhalefet partisini, CHP'yi dahi kapatmanın onlarca yolunu deneyen bir süreçle, yargıyı araçsallaştırma çabaları ile karşı karşıyayız. Saldırıyorlar, saldırsınlar, korkmuyoruz. Korkmuyoruz, korkmayacağız. Bu millet, cesurdur. Bu millet cesurdur. Korkmayacağız.”
“ZULÜMLE KURULAN HER DÜZEN YIKILDI; BU DA YIKILACAK”
“Bu ülke, bu millet; 1946’ların, 1960’ların Yüce Divanlarını, 12 Eylül mahkemelerini, 28 Şubat'ın brifingli yargılarını, e-muhtıralarını, FETÖ'cü uygulamalarını ve metotlarını, devam eden, hala ne yazık ki devam eden bu göçebe mahkemelerin içindeki sefaletleri, rezaletleri yaşadı. Ne yazık ki yaşamaya devam ediyor… Hepimiz biliyoruz ki, zulümle kurulan her düzen yıkıldı; bu da yıkılacak. Hukuksuzlukla kurulan her sistem çöktü; bu da çökecek. Bitecek. Bu millet buna dayanmaz. Dayanamaz. Ve halk, eninde sonunda günü geldiğinde konuştu. Ben, bu ülkenin insanına konuşuyorum ve insanına güveniyorum. Bu millete güveniyorum. O güvenle buradayım. Ve o güvenle, her zaman milletime dönüp, konuşacağım. Çünkü tarihin doğru tarafında duruyorum. 86 milyonun tarihin doğru tarafında durması için mücadele ediyorum ve 86 milyon yurttaşımızı, tarihin doğru tarafında durmaya davet ediyorum. Orası bir kişinin mutlakiyeti değil, milletin hakimiyeti yeridir. Tarihin doğru tarafı, orasıdır. Unutmayalım; hukuksuz devlet olmaz, hukuksuz vatan olmaz, hukuksuz huzur olmaz, hukuksuz güven olmaz. Bereket olmaz. Kazanç olmaz. Hukuksuz, yeni doğan bebek, dünyaya vatansız gelmiş olur. Hukukun olmadığı yerde çocuklarımızın, gençlerimizin geleceği olmaz. Bilirkişi davasıymış! Hadi oradan! Nüfuzımu kullanmışım, şikayet etmişim; suçmuş! Hadi oradan! Milletimizin bugününe, yarınına verdiğiniz zararın boyutu çok büyüktür. Bu trajik hallerinizden milletimiz bıktı. Milletimiz; açlık, sefalet içind. Geçinemiyor. Milletimiz, geleceksizlik ve onun yarattığı endişeyle, büyük bir umutsuzluk içerisinde. Herkes gitsin evindeki çoluğuna çocuğuna bir sorsun bakalım, ‘mutlu mu’ diye.”
“TÜRK POLİSİNE İTİBAR SUİKASTI YAPILIYOR”
“En sıcak örnek: Daha önce başvurulmuş, çokça mahkemede hakimlerin reddettiği, CHP İstanbul İl Başkanlığı'nın bir kayyum atanması başvurusunu, bir asliye hukuk mahkemesi sonunda hukuksuzca, pespaye bir biçimde, olmayacak bir şekilde, Anayasa’ya aykırı bir şekilde kabul ediyor… Bir siyasi güdümlü, CHP İstanbul kararı sonrası, eyleme geçiyor. Ve Merkez Bankası rezervinden, o kargaşada 11 milyar dolar yakılıyor. 11 milyar dolar! Yüzde 6,2 borsa düşüyor. Giden yine yoksulun, memurun, işçinin, burada da bulunan herkesin cebinden gidiyor. Üstüne, CHP İl Binası’na binlerce polisle, bizim emniyet güçlerimizle, canım Türk polisiyle operasyon yapılıyor. Polisin kontrolsüz güç kullanımını, bütün dünya izliyor. Çatışmalar… Türk polisine itibar suikastı yapılıyor, itibar suikastı! Bir kararla; pespaye, kötü, kötü, kötü, kötülükçü bir kararla, itibar suikastı yapılıyor. Yazıktır. Milletin cebinden çıkan paralar, itibarsızlaştırılan kadim emniyet teşkilatına kim hesap verecek? Ve kalem elinde. Kalem olmak kolay bir şey değil. Kalem olmanın ağırlığı büyük. Öyle sırıtarak, kalemle metin yazılmaz. Bu işler, ciddi işlerdir. Bu işler, basit işler değildir. Deneyim ister, akıl ister, vatan sevgisi ister, emir kulu olmayı kaldırmaz.”
“18 YAŞINDAKİ EKREM'E BİLE GÜCÜNÜZ YETMİYOR! YETMEYECEK DE!”
“2 gün önce, yine sefil bir karar. Canlı yayında izliyorum. Utanıyorum yahu. Utanıyorum yani. Sefil bir karar! Sefil bir uygulama şekli! İcra memurlarının düştüğü hal! Utanç verici. Utanç verici. Akıl alır gibi değil. Bu ülkeyi, bu duruma nasıl düşürürsünüz? Bunun hesabı, elbet sorulacak. ‘Bunun hesabını kim soracak’ diye sormayın. Elbet bir gün sorulacak. Adil yargı, bağımsız Türk Yargısı, hukukun üstünlüğü hızlıca kurulacak ve bu hesap, çatır çatır sorulacak! Soruldu. Geçmişte de soruldu. Yine sorulacak. Kimse bu hesaptan kurtulacağını zannetmesin. Kimsenin de kuşkusu olmasın, onu söyleyeyim. Devam edeyim… ‘Ahmak davası.’ Ahmak davası diye, Ekrem İmamoğlu'na siyasi yasak koymak için bir dava uyduracaksınız ve bunun peşinden gideceksiniz. Yazık yahu! Yazık. Şu davaların hiçbirisini, bu dünyanın hiçbir yerinde, hiç kimseye anlatamazsınız. ‘Diploma iptal davası.’ Diplomasını iptal etmek için kendini paralıyor yargı içindeki savcılar. Kendini paralıyor! Allah'tan bir avuç. Bir avuç. Kendini paralıyor! Acil yazılar yazıyor üniversiteye, ‘Ekrem’in diplomasını iptal edin!’ 18 yaşındaki Ekrem'e bile gücünüz yetmiyor! Yetmeyecek de!”
“MİLLETİNİ SEVMEK DİYE BİR KANAATLERİ YOK, KARARLARI YOK”
“Diploma sahtecilik davası... Bir evrak sahte mi? Bir evrak yahu! Bir sayfa evrak sahte mi yahu? Sahtelik davası açıyorsunuz 18 yaşındaki Ekrem'e. 18 yaşındaki Ekrem'in, cumhurbaşkanı adayı olacağını anlamışlar, o günden bugüne… Annem yalvardı bana ‘Kıbrıs'a gitme’ diye. Babam dinlemedi. Yani onlar anlamadı, bunlar anladı ‘Ekrem cumhurbaşkanı olacak’ diye! Annem de ilk defa geldi mahkemeye. Bunlar anladılar! 18 yaşındaki Ekrem! Şimdi bu şekilde Ekrem'i engellemeye çalışacaksınız. Olmayan bir şekilde… Yok efendim savcıya hakaret davası, tehdit davası… Şimdi de bilirkişi davası. Gerçekten yazıklar olsun! Benim değil, bizim değil, araçsallaştırılmış yargının trajedisidir bu. Bunun adı; Ekrem korkusudur! Ama niye? Ben, korkulacak bir adam değilim yahu. Beni insanlar çok seviyor. Bir kişi acaba niye korkuyor? Bu bir kişi niye korkuyor acaba? Bu bir kişi, acaba niye korkuyor? Korkusu ne? Ben kimseyle ne didişirim ne ederim ne böyle bir şey yaşarım. Kimseyle bir korku üzerine diyalogum olmadı ki benim. Milletle sevgi üzerine diyaloğum oldu. Ama bu akıl, 2019’da ‘sevgi pıtırcığı’ diye benimle dalga geçen akıl. Çünkü, sevgi nedir bilmiyorlar ki. Milletini sevmek diye bir kanaatleri yok, kararları yok. Kötü olmak, kötülemek, düşman yaratmak, karşısı düşman, kötü, tu kaka, hain, terörist..! Utanmazlar! Birine ‘terörist’ denir mi yahu yüzüne bakıp! Hemen ‘terörist’! Başka birine oy verdin; ‘terörist!’ Bu nasıl bir akıl? Şimdi ne diyoruz? Bu milleti niye alabora ediyorsunuz? Yazıklar olsun! Gerçekten bu bir Ekrem korkusudur!”
“SON PERDE NE? ‘ÇİRKİN DAVASI!’”
“Son perde ne? ‘Çirkin davası!’ Bunları anlatıyorum, çünkü bunların her biri, birbirinin saçmalıkları silsilesi. Çirkin davası! Hatırlatayım: Bir fuar geziyorum. Savunma Sanayi Fuarı’nı geziyorum. Bir vasat siyasetçi ya da abilerinin yalanlarından, siyaset yönteminden etkilenmiş bir kişi, sırıtarak bana fuarda laf atıyor. Sırıtarak. Kamera görüntülerini görünce hatırladım bu arada. Televizyon verdi. Unutmuştum yani. Böyle bir şikayet olduğunu da unutmuştum. Bana laf atıyor. Bana terörist muamelesi yapmaya çalışıyor. Niçin? Güya ben, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde, Van'ın seçilmiş Büyükşehir Belediye Başkanı’nı misafir ettim diye! Çünkü ona göre, o da terörist. Çünkü ona siyaset öğreten lideri, ‘Kendine oy vermeyen herkese terörist de oğlum’ demiş. Öyle yetişmiş. ‘Bu bize oy getirir ha’ demiş. Yetinmemiş, ‘Yalan konuş. Sonra montajmış dersin’ demiş. ‘Her yol mubah! Sen bu yoldan git’ demiş. Bu garibim de öğrenmiş, kurnazlık yapıyor.”
“MİLLETLE DALGA GEÇİYOR BUNLAR”
“Peki ben ne demişim? Hangi sözlerimle yargılanıyorum? Ben, cevaben kendisine ne demişim? Ve hangi cevapla, hangi sözlerle yargılanmaya çalışılıyorum. Bana terörist muamelesi yapana karşı… Bakın terörist muamelesi yapana karşı… Ben, üstümde Ekrem İmamoğlu ceketi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ceketi olmasa, siyasi misyonum ve topluma sorumluluğum olmasa, başka türlü, onun tarzına göre cevap veririm. Ama ona şöyle cevap veriyorum: ‘Sakinleş, konuşuruz seninle zamanı gelince.’ Devam ediyor, cevap veriyorum: ‘Sen siyaset yapmaya devam et aslanım. Çirkin siyasetine devam et. Sen bayağı çirkinsin.’ Şu sözlerden, yine bir savcı almış eline bir kalem, bana suç isnat ediyor, hapisle ve siyaset yasağıyla yargılanmamı istedi! Şu cevapla! Yazık! Utanç verici. Utanç verici! Bu sözlerimle, hapisle ve siyasi yasakla yargılanacakmışım! Kürsüye çıktığında, kendinden olmayan herkese hakaret etmeye alışmış olan kişi, o bir kişi siyaset yapacak, ben yapamayacağım öyle mi? Milletle dalga geçiyor bunlar. Yenildikleri gün, nasıl bir hata yaptıklarını, demokrasiye müdahale etmenin ve yargımızı çirkin siyasetlerine alet etmenin nasıl bir hata olduğunu anlayacaklar, fakat çok geç olacak!”
“BU KEPAZELİĞİ, BU ÇİRKİN SİYASETİ, MİLLETİMİZİN
HAZMEDECEĞİNİ ZANNETMEK, MİLLETİN AKLINA HAKARETTİR”
“Devam edeyim... Bitmeyen operasyonlar… CHP'ye yürütülen, emniyet güçleri destekli utanılacak hamleler… İşkence, taciz, aile kutsalını yerle bir eden tutuklamalar, gözaltılar ve yargılama süreçleri… Hastalıklar, mağduriyetler, sürgünler, kadın ve annelere tacizler, tehditler, psikolojik işkenceler... Gizli tanık ve utanılacak iftiracılar silsilesi… Yargı eliyle, tehditle, gasp ederek, rehin alarak, şiddetle tanık yaratma çabaları… Bir dolu yargı tacizleri… Devre arası hakem değiştirir gibi, dava arası hakim değiştirmeler... Heyet değiştirmeler… Bu kepazeliği, bu çirkin siyaseti, milletimizin hazmedeceğini zannetmek, milletin aklına hakarettir. ‘İnsanların nasıl hissedeceğini, zaten zayıf olan adalet duygusunun nasıl tahrip olacağını hesap edemiyorlar’ diye bazen düşündüğüm olmuştur. Ama ben, açık söyleyeyim: Anladım ki bunların, milletin ne düşündüğü umurlarında bile değil. Aynen böyle devam etsinler. Çok yazık oluyor ama. Mezâlimden halâsa çare, adil olmaktır. Bunu unutmayalım. Yaptıkları ve yaşattıkları her şeye rağmen, biz, adil olmaya devam edeceğiz.”
“BAKIN; HAKİM VE SAVCILARA NASIL MÜDAHALE ETMİŞLER?”
“Bakın; hakim ve savcılara nasıl müdahale etmişler? Burası çok önemli. Burayı iyi dinlemenizi istiyorum. ‘Ahmak davası’na bakan ilk derece mahkemenin hakimin görev yeri, yargılama sürecine mevzuata ve ilke kararnamelerine aykırı olarak değiştirildi. Niye? İddialara göre; bu hakim, ısrarla HSK'ya ifade vermek istedi. Ve HSK, bunu davet edemedi. Edemedi. Çünkü o iddialara göre, kendisine burada ceza vermesi yönünde, o adliyenin başındaki insan tarafından telkinlerde bulunduğu iddiasıydı. HSK davet edemdi. Adam, buradan sürüldü başka bir yere. Hatta İBB'de, iktidar partisinin… İstanbul iktidarı değil yani. AK Parti'nin Grup Başkanvekili, konuşmasında aynen şöyle söyledi: ‘Neden sürdüğümüzü birazdan açıklayacağım.’ Sürdüğümüzü! Bir meclis üyesi konuşuyor… Kayıtları açın, görürsünüz. Dil sürçmesi değil bu. ‘Sürdüğümüzü birazdan açıklayacağım’ diyor! Ve hakimin sürüldüğünü ikrar ediyor. Gelelim ahmak davasına. Devam edelim daha doğrusu. Yani Bölge Adliye Mahkemesi’ne, istinafa geldikten sonraki duruma…”
“2,5 YILDIR KARAR VEREMEYEN ÜYELERİN
YERİNE ATANAN BU ARKADAŞLAR, ADLİ TATİL BİTİYOR,
GÖREVE GELİYORLAR, 20 GÜN SONRA DOSYAMI ONAYLIYORLAR!”
“Zavallılık! Zavallı! Çok acıyorum, çok üzülüyorum yani. Zavallı bu! 24. Ceza Dairesi’ne gidiyor dava dosyamız. Ve 2,5 yıldır bir heyet bakıyor buraya. 2,5 yıldır buraya bakan heyet, 18 Temmuz 2025 tarihli kararnameyle… Bir tanesi sabit kalıyor. O da çok önemli. ‘Birisinin dönem arkadaşı olduğu için mi kalıyor’ diye kafamızda şüpheler var. Birisi kalıyor, iki tane yeni üye geliyor. Yıllarca asliye ceza mahkemesinde hakimlik yapmış, ağır cezada hiç çalışmamış birisi atanıyor buraya. Diğeri de bir savcı olan ve ilk kez hakimlik yapan birisi de buraya atanıyor. İlk kez hakimlik yapıyor. Üye olarak atanıyor. 2,5 yıldır karar veremeyen üyelerin yerine atanan bu arkadaşlar, adli tatil bitiyor, göreve geliyorlar, 20 gün sonra dosyamı onaylıyorlar. 20 gün sonra! Diploma… İdare davası... İdari davadaki süreç. Yine burada sorguluyor. En üst seviyede sorgulayarak; ‘Şu belgeyi isterim, bu belgeyi isterim’ diye yürütmeyi durdurma kararımıza karşılık, gerçekten güçlü bir talep yazısı yazan heyet… Hemen heyetin ikisinin görev yeri değiştiriliyor ve yeni heyet de ne yazık ki yürütmeyi durdurma talebimizi reddediyor. Başsavcıyı hedef gösterme davasında, burada… Yine yargılanmaya çalıştıkları davada… Öyle diyorum artık. Yine burada, tüm suçlardan beraat etmemi söyleyen tek üye hakim, hemen o duruşma sonrasında görevinden alınıyor.”
“SAYIN HAKİM, SİZ BÜTÜN BUNLARA RAĞMEN, ADİL YARGILAMA YAPACAK MISINIZ?”
“Büyükçekmece davası… Büyükçekmece davasında, hakim ısrarla talep etmesine rağmen, savcı, 4 duruşma üst üste mütalaa vermiyor. Israrla hakim talep ediyor. 4 duruşma üst üste mütalaa vermiyor savcı!. O arada da davayı baştan beri gören, ilgilenen, bilen hakimin, dördüncü davadan sonra yerini değiştiriyor: Hadi bakalım Diyarbakır’a! Sayın Hakim; bunlar, objektif olarak yargılamanın adilliğine, tarafsızlığına, bağımsızlığına zarar veren işler değil midir? Sayın Hakim, siz bütün bunlara rağmen, adil yargılama yapacak mısınız? Yapabilecek misiniz? Doğal işleyişi tümüyle çiğnenmiş, aleni kusurlu, hileli iş yapmış, olmayan evrakı varmış gibi yazmış, ısrarla söz konusu İmamoğlu, CHP'li belediyeler, İBB olunca müracaat edilen bilirkişinin Yüce Türk Yargısı’na verdiği zararı haykırdığım için yargılandığım bu davada, adil yargılama yapacak mısınız? Yoksa bu soruyu sormak da ‘adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs’ mü? Öyle mi yorumlayacaksınız? Ya da ben kime sorayım? Kime sorabiliriz yani bu soruyu? Bakışlar bile bazen insanı rahatsız ediyor!”
“KENDİME VE HALKIMA SÖZÜMDÜR:
GÜNÜ GELDİĞİNDE HESAP SORULACAK”
“Beni bu noktaya getiren süreç, sadece bir bireyin adalet arayışı değildir. Bu dava ve niceleri; demokrasi, hukukun üstünlüğü, bağımsız yargı, temel hak ve özgürlükler mücadelesidir. Haksız yargılamalar beni tehdit etmiyor. Benim siyasi kimliğim değil, Türkiye'nin demokratik yapısına yönelik tehdittir bu yapılanlar. Milletin iradesine, sandığa, oyuna tehdittir. Halkına, halkın siyaset yapma hakkına, seçim hakkına, geleceğine tehdittir. Kendime ve halkıma sözümdür: Başkalarının da ifade ettiği gibi, devletin kurumlarının içinde oluşan bütün vesayetçi, çıkarcı, partizan ve milletin iradesini yok sayan bütün örgütlenmelere karşı, büyük bir mücadele vereceğiz. Günü geldiğinde hesap sorulacak. Adil yargılama prensipleriyle, Yüce Türk Yargısı’nın selameti için, Türk milleti adına, namusu kabul edip, gözünü kırpmadan, önünü hiç kimsenin önünde iliklemeyen yargı mensupları tarafından, çatır çatır hesabı çok yakında sorulacaktır.”
“YARGININ, SİYASETİN İKTİDARIN ELİNDE BİR SOPA HALİNE
GELMESİ SÜRECİNİ ELEŞTİRDİĞİMİZ İÇİN YARGILANIYORUZ”
“Tekrar ve son kez hatırlatıyorum: Ülkemiz, yıllardır yargının nasıl siyasetin elinde bir sopaya dönüştürüldüğünü izliyor. Yargının yaşadığı baskı ortamı, yerleri değiştirilen hakim ve savcılar, ısmarlama davalar ve her davada hep aynı kişiler... Ve bugün ne hazindir ki; yargının, siyasetin iktidarın elinde bir sopa haline gelmesi sürecini eleştirdiğimiz için yargılanıyoruz. Zararı yok! Biz, milletimiz adına görevimizi yapıyoruz, yapmaya devam edeceğiz. Hiçbir yargı mensubunu etkilemeye de çalışmıyoruz. Öyle bir işimiz, öyle bir derdimiz yok. Aksine; siyasetin yargı üzerinde kurduğu vesayeti eleştiriyoruz. Yani Sayın Hakim, sizin ve savcıların mesleğinin saygın bir şekilde olabilmesi için haykırıyoruz ve gayret ediyoruz. Hak savunuculuğu yapıyoruz. Aynı zamanda milletin hakkını savunuyoruz. Çünkü, adalet mülkün temelidir.”
“AYNI ANDA SAVCILIK, AYNI ANDA HAKİMLİK YAPIYOR. BİR ÜLKENİN
CUMHURBAŞKANININ NE İŞİ VAR AYNI ANDA HAKİMLİKLE, SAVCILIKLA?”
“Gelin size şu vesayeti netleştireyim ve bu bilirkişi meselesinin nereden çıktığını tekrar hatırlatayım: 17 Ocak 2025’te, yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanı, AK Parti Genel Başkanı, Beşiktaş ile ilgili yürütülen soruşturmayla ilgili, şu açıklamayı yapıyor: Partimizi kastederek, ‘Onlar da çok iyi biliyor ki daha turpların büyükleri heybede!’ Daha da sonraki zamanlarda, az önce de ifade ettiğim gibi, ‘ahtapotun kolları’ diyerek ve tümüyle herkesi peşinen suçlu ilan ederek, çok yönlü suç işlemiş, yargıya talimat vermeye çalışmıştır. Talimat vermiştir. Demek ki gizli olması gereken savcılık soruşturmalarını biliyor, sonraki hamleleri tarifliyor, talimat veriyor, hatta suçlu ilan ediyor. Aynı anda savcılık, aynı anda hakimlik yapıyor. Bir ülkenin cumhurbaşkanının ne işi var aynı anda hakimlikle, savcılıkla? Ben de Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı tarafından kamuoyuna yapılan ve ismim verilmese de beni peşinen suçlayan, masumiyet karinesinin bütün kurallarını yerle bir eden bu ağır suçlamadan 10 gün sonra, yaşadığımız adil yargılama ihlallerini ortaya koydum ve ifade özgürlüğümü kullandım. Basın toplantısı yaptım. Yaptığım açıklama bundan ibaret. Tek tek, madde madde, delilleriyle, evraklarıyla, ekrana yansıtarak… Öyle ortaya konuşarak değil. Bu, Türkiye'nin özellikle son bir yılda yaşadığı siyasetin yargıdaki ağır vesayetinin bugünkü konumuzla ilgili net örneğidir.”
“ADALETTEN UZAKLAŞAN BİR İKTİDAR, MİLLETİN
DEVLETLE KURDUĞU BAĞI DA ZAYIFLATIR, YOK EDER”
“Bakınız; adalet devletin temelidir. Az önce ifade ettim. Arkanızda da yazıyor o zaten. İnsanımızın devletimizle kurduğu ilişkiyi güçlendiren en önemli şey, adalettir. Adaletten uzaklaşan bir iktidar, milletin devletle kurduğu bağı da zayıflatır, yok eder. Bugün, tam olarak bu olmuştur. İktidar, yaptığı adaletsizliklerle, milletimizin devletimizle bağını zayıflatmıştır. Bu çok büyük bir beka sorunudur. Hukukun üstünlüğü alanında dünyada hangi sıradayız biliyor musunuz? 142 ülke arasında, 117. sıradayız. Milletimizin adalete güven endeksi oranı, Avrupa'nın dibinde. Açık ara dibinde. Bundan memnun olabilir miyiz yani? Ne yapalım? Memnun mu olalım? Arkamızda yatıp yaslanalım mı? Akşama gidip okey mi oynayalım? Tavla mı oynayalım yani? Bugün Türkiye'de, halkımızın yüzde 80’den fazlası yargıya ve yargı mensuplarına güvenmiyorsa, yapılması gereken, bu durumu eleştirenleri yargılamak değil, devleti adaletten uzaklaştırmaya çalışanların, bunu neden yaptığını sorgulamaktır hep beraber. Hepimizin vazifesidir. En başta Yüce Türk Yargısı’nın namuslu hakimlerinin, savcılarının sorumluluğundadır bu konu. Yani ben ‘hakim, savcı’ dendiği zaman, ona duyduğum saygıyı, her bulunduğum ortamda ölümü ilikleyerek ve onun karşılığında yüce bir saygı duyarak bakışla göstermiş birisiyim. Çünkü paramızı, yoğumuzu, onurumuzu, namusumuzu o makama teslim ediyoruz biz. Bu kadar önemli.”
“BİR KİŞİNİN İKİ DUDAĞI ARASINDA BİR DEVLET O-LA-MAZ”
“Hangi hukuksuz soruşturmayla cezalandırılmaya çalışırlarsa çalışsınlar, devlet ve milletçe bir arada bütünlüğümüzü koruyarak yaşama irademizi devam ettirme mücadelemiz sürecek. Biz, binlerce yıldır ayakta durmamızı sağlayan adalet anlayışımızı korumak için bu mücadeleyi veriyoruz. Ve geleceğimiz için veriyoruz. Çocuklarımız için veriyoruz. Yeni doğan bebekler için veriyoruz. Bugün Türkiye'de, insanlarımız yalnız adaletsizlikten değil, aynı zamanda adaletsizliğin bozduğu ekonomiden… Çünkü adaletsizlik, her şeyi darmadağın eder. Her şeyi harap eder. Ekonomiden, sosyal adaletsizlikten, alınan keyfi kararlardan, memleketin kaderinin bir kişinin ağzından çıkan sözlere göre belirlenmesinden şikayetçidir. Zaten yanlıştır. Olmaz! Bir kişinin iki dudağı arasında bir devlet o-la-maz. İşte bunun sonucu ağırdır. Hepimiz bundan şikayetçi olmak zorundayız. İşte bu sonuç, farklı bir bilirkişi pozisyonunun konumunun sonucudur. O da ayrı bir vaka. O da bir bilirkişi raporu gibi değerlendirilmeli.”
“‘BEN NE İSTERSEM O OLUR’ ANLAYIŞINI
BU MİLLETE DAYATAMAZSINIZ, BAŞARAMAZSINIZ”
“Bu da çok yanlış bir bilirkişi pozisyonunun ülkemize ödettiği ağır bedellerdir. O nedir? ‘Ben her şeyi bilirim’ duruşu. ‘Ben her şeyi bilirim’ anlayışı. Her şeyi bilen kişinin, her konudaki sonsuz yetki ve etki kullanımının ağır sonuçları büyüklerini taşıyor ve yüklerini yaşıyoruz. Düzelmez orada ekonomi. Oraya yabancı yatırımcı gelmez. Her gün bir gerginlik yaşanır. Her gün insanlar birbirine düşer. Ağır bedelleri olur. Rejim diyor ki; bu ucube cumhurbaşkanlığı sisteminin net olarak yetki kıldığı bir bilirkişi, her konuda yetkinidir. İşte tam da sonucu yoksulluktur, adaletsizliktir, işsizliktir, geleceksizliktir. Ama her yerde haykırıyoruz. Bu milletin bir karakteri var. ‘Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım’ anlayışı var. Onun için ‘Ben ne istersem o olur’ anlayışını bu millete dayatamazsınız, başaramazsınız. O yönetimi kabul ettiremezsiniz. Bu millete, devlete yazık ediyorsunuz.”
“İKTİDARI DEMOKRATİK YOLLARDAN
DEĞİŞTİRME SUÇU İŞLİYORUZ ASLINDA BİZ”
“Milletimizin yüreğindeki adalet duygusunu ve yaşadığı değerleri tahrip ederseniz, gerçekten ülkemizi ciddi kriz ve kaoslara sürüklersiniz. Sorumluluğumuz büyüktür. Hal böyleyken, bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak her karışına hayran olduğumuz bu cennet vatanın; adaletsizlikte değil, insanlarımıza yakışır bir yönetimle buluşmasını istemek suç mudur Allah aşkına? Değildir. Attığımız her adıma, gittiğimiz her meydana, insanımıza götürdüğümüz her hizmete sakıncalı gözüyle bakan bu anlayışa göre biz suç işliyoruz. Böyle bir anlayış, böyle bir rejim çünkü. Partizanlık, parti devleti anlayışı… Büyük bir dayatma, büyük bir sorun içerisindeyiz. İktidarı demokratik yollardan değiştirme suçu işliyoruz aslında biz. Bu suçsa! Demokratik yollardan değiştirme suçu! Onun için buradayız. Onun için siz Silivri'desiniz. Onun için ben, Silivri'deki kapalı cezaevindeyim.”
“SİYASET VE YARGI TARİHİMİZE BİR KARA
LEKE OLARAK KAZINACAKTIR BU SÜREÇ”
“Siyaset ve yargı tarihimize bir kara leke olarak kazınacaktır aslında bu süreç, bu suçlamalar, bu yapılanlar. Bu kara lekeyi siyasetimize sürenler, siyaseti ve milleti kutuplaştıran, kendisine oy vermeyeni ikinci sınıf insan olarak gören, belediyeleri kazanamadıkları illerde sırf cezalandırma amacıyla vatandaşa hizmeti engelleyen, kendisini olmayan belediyeleri şantaj ve tehditle, hukuksuzca bertaraf etmeye çalışanlardır… Milli iradeyi, gasp ile elde ettikleri belediyeyi hakmış gibi, milletin ahlakına zarar verecek şekilde, sırıtarak, bunu topluma anlatmayı marifet gören akıldır bu kara lekeyi siyasetimize sürenler. Bu kara lekeyle ahlak, töre ve devlet çökertilmektedir. Bugün bu kara lekenin sebeplerinden birini eleştirdiğimiz ve yapılanları ortaya çıkardığımız için bu duruşmada bulunuyoruz.”
“NASIL BİR BİLİRKİŞİ Kİ, İSMİ HEP BİZİM DAVALARDA GEÇİYOR!”
“Bir bilirkişi, nasıl bir bilirkişi ki, ismi hep bizim davalarda geçiyor! Ismarlama raporlar, siyasi maksatlı davalar ve hukuksuz kararlar, nasıl birkaç şahıs üzerinde ilerletiliyor. Şerefli Türk Yargısı, nasıl bu kara lekenin sürülmesine seyirci kalıyor? Daha iki gün önce, o alınan karardan sonra, hala nasıl HSK toplanıp, o kişi hakkında işlem yapmıyor? Bu kadar aleni. Biz, bu ülkenin bu yapılan yanlışları görmesi için çalışıyoruz. Ve bunları ortaya çıkardığımız için buradayız. Biz, bu ülkenin ve milletin bekası için, içeride ve dışarıda fark etmeksizin söylenmesi gerekenleri söylemeye, ortaya çıkması gerekeni ifade etmeye devam edeceğiz. Bizi bir tehdit olarak görüyorlar. ‘Ekrem İmamoğlu’ isminden korkuyorlar. Bizi; yolsuzlukla, terörle suçluyorlar. Şantaj ve tehditle toplanan ifadeler üzerinden yargılamaya çalışıyorlar. Söylediğimiz sözler, attığımız adımdan, asıl olarak milletin iktidarından korkuyorlar. Ve üzülerek söylüyorum ki; bizi sözüm ona ‘devlete tehdit’ olarak milletimizin önünde karalamaya çalışıyorlar. Biz, milletimiz ve devletimize değil tehdit, değil bir kötü düşünce, biz, millet istediği sürece görevini ve hizmetini yapan insanlar olmaya gayret ediyoruz. Millet değiştirmek isterse, mevcut iktidar gibi diretmez, milli iradeye saygı duyarız. Fakat onların hukuksuzluğuna, devletin töresine ve milletin değerlerine verdikleri zarara karşı, evet, en büyük tehdit biziz kardeşim. En büyük tehdit biziz!”
“DEVLETİMİZİ BÜYÜK BİR BEKA SORUNUYLA BAŞ BAŞA BIRAKAN,
NET OLARAK UCUBE CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİDİR”
“Biz, ‘tam yol ileri’ derken, hedefimizde adalet, huzur ve umuda yolculuk var diyoruz. Refah ve zenginlik var diyoruz. Liyakat ve ehliyet var diyoruz. Dayanışma ve demokrasi var diyoruz. Kayırmacılık yok. Adamcılık yok. Eş, dost, akraba yok. Bu yolda yürüyecek olan millettir, millet diyoruz. 86 milyon insanımız. Her vatan evladı… Ismarlama bilirkişi raporlarıyla, devletin verdiği yetkiyi kendi silahı zanneden, tehdit ve şantajla yürütülen davalarla milleti durdurmaya çalışırsanız, siyasi tarihimize çok büyük kara lekeyi bulaştırırsınız. İşte biz, bunu eleştirdik. Eleştirmeye değiştirmeye çalışmaya devam ediyoruz. Bugün adaletsizliği, yoksulluğu ve huzursuzluğu yaratan, devletimizi büyük bir beka sorunuyla baş başa bırakan, net olarak ucube Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemidir. Milletin ve devletin kaderini, yalnız bir kişinin ağzından çıkacak sözlerle, onun atacağı imzalarla belirlendiği sistemdir. Artık Türkiye'de, tarafsız ve bağımsız yargı, neredeyse kalmamıştır. Meclis güçsüzleştirilmiştir. Milletten uzak, bir külliyenin odalarında alınan kararlar, ülkenin kaderini tayin etmeye başlamıştır. Bakanlar, yargı mensupları; emniyet, ordu mensupları; öğretmen, imam… Devletimizin her anındaki herkesin, her kişinin, bütün dokunulan alanlar, tek kişinin imzasına ve kararına, onun keyfiliğine bırakılmış bir sistemle karşı karşıyayız. Devlet, şahsa bağlanamaz. Olmaz. Yani bu, böyle bir ucube sistemin başımızı açacağı belaların tarifsiz olduğunu herkes bilsin ve görsün.”
“CUMHURBAŞKANLIĞI KOLTUĞUNDA OTURAN KİŞİ, BU SİSTEMLE BİRLİKTE,
TARİHİN TAM TERSİNE, ROBİN HOOD'UN TAM ZITTI OLARAK TARİHE GEÇMİŞTİR”
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti, milletimize aittir. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle, milletimiz bilinçli bir şekilde yoksullaştırılmıştır. Türkiye'de korkunç bir servet transferi süreci başlamıştır. Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan kişi, bu sistemle birlikte, tarihin tam tersine, Robin Hood'un tam zıttı olarak tarihe geçmiştir. Fakirin cebinden alıp, bir avuç zenginin cebine koyma meziyeti, tam da bugünkü rejimi ve başındaki kişinin yürüttüğü süreci tariflemektedir. Günahları olanlar korkarlar. Ben korkmuyorum. Kimin korktuğunu, kimin rekabetten kaçtığını, kimin bükemediği bileği kırmaya çalıştığını, savcıların, bilirkişilerin, şerefli Türk Yargısı’nın nasıl bu işlere alet edilmeye çalışıldığını en iyi milletimiz görüyor ve yaşıyor. Milleti kiracı, kendini ev sahibi zannedenler, bir de kendini akıllı, milletimizi akılsız zannedenler, çok büyük bir yanılgı içindeler. Milletin ahlakı, bu milletin, bu kadim toplumun cesareti, feraseti, bambaşka bir hikaye yazacaktır. Devletin adaletine, devletle millet arasındaki bağı ve geleceğimize saldıranlar, işte o milletimizin güçlü bileğini bükemeyeceklerdir. Kamuoyu, burada siyasi tarihimizin demokrasi adına en utanç verici davalarına sahne oluyor ve görüyorlar. Ülkemiz için gerçekten çok kritik bir süreç, ciddiyetsizce uygulanıyor.”
“BARIŞI TA OKYANUS ÖTESİNDEKİ BİR ÜLKEYLE Mİ SAĞLAYACAKSINIZ?”
“Ben, aziz milletimize sesleniyorum: Adalet yoksa, kanunlar uygulanmıyorsa hangi barışı sağlayacağız? Nasıl olacak? Korkuyla mı? Tehditle mi? Çatık kaşlarla insanlara bakarak mı barışı sağlayacaksınız? Barışı ta okyanus ötesindeki bir ülkeyle mi sağlayacaksınız? Barış ve huzur yoksa, hangi berekete kavuşacağız? Bereketin olmadığı yerde, milletimiz nasıl refahla buluşacak? Nasıl zenginleşecek? Nasıl adil paylaşacak? Refah yoksa, kalkınma nasıl olacak? Kim yatırım yapacak bu ülkeye? Beş yıldır bu ülke, dış yatırımda sıfır çekiyor. Bu şekilde Türkiye'nin huzurlu günlere kavuşması, asla mümkün olamaz. ‘Silahlar bırakılsın, terör bitsin, infaz yasası gelsin ve her şey çözülsün’ anlayışı ile bu milleti kandıramazsınız. AİHM kararlarını niye uygulamıyorsunuz? Niçin Demirtaş hala hapiste? Niçin? Anayasa Mahkemesi'ni niçin tanımıyorsunuz? Niçin Can Atalay hala hapiste. AİHM kararlarını, Anayasa Mahkemesi'nin kararlarını niçin tanımıyorsunuz? Seçim alamadığın her yerde, millet iradesine niçin çökmeye çalışıyorsunuz? Milletin sandığıyla, kutsal oyuyla derdiniz nedir sizin? 20 milyona yakın insanın…”
“BU MİLLETİN OYLARIYLA DERDİNİZ NEDİR SİZİN?”
“Şu panoyu alabilir miyim Sayın Hakimim? Burada, 20 milyon 700 bin nüfusun olduğu, Türkiye’nin 4’te birinin nüfusunun olduğu, 18,5 milyon seçmeni olan, 7 milyona yakın oy almış insanlarımız, belediye başkanlarımız hapiste. Bakın şuraya. Yazık değil mi? Bu milletin oylarıyla derdiniz nedir sizin? Bu milletin oylarıyla derdiniz nedir sizin? Bir de milletin ahlakını bozacak şekilde, usulsüz elde ettiğin bu yöntemi kendi partine, oraya çöküyorsun, orayı farklı yöntemlerini ele geçirme işlemlerini yürütüyorsun, sonra da bunu, bu yöntemi kendi partine helalmiş gibi anlatıyorsun. Haramdır, haramdır, haramdır! Milletin iradesine, bu şekilde göz koyamazsın. Haramdır. Rakipleri, muhalifleri, bileğini bükemediğini vatan evlatlarını niçin hapse atıyorsunuz?
“ÜLKEMİZİ KRİZ, KAOS VE İSTİKRARSIZLIK
SİYASETİYLE YÖNETMEYE ÇALIŞIYORSUN. OLMAZ”
“’Demokrasi, kardeşlik, dayanışma’ kelimelerinden, ben iyi biliyorum ki, nefret ediyorlar. Bakın; bu ülkenin yaş ortalaması 34. Bu ülkenin 30 yaş altı nüfusu, yüzde 50’si. 40 yaş altı nüfusu, bu ülkenin yüzde 65’i. Türkiye, genç, yeni nesil. Ama Türkiye'mize, bu bitmiş enerjinle, üretemiyorsun. Ülkemizi kriz, kaos ve istikrarsızlık siyasetiyle yönetmeye çalışıyorsun. Olmaz. Yazık. Kendi ailene yazık ediyorsun. Sana oy verenlere, bu ülkedeki her insana yazık ediyorsun. Güzel ülkemin çocukları da gençleri de artık sana inanmıyor. Size de sisteminize de inanmıyor artık. Enerjisi bitmiş, halkla temas kurduğunuz bir an yok. Yıllardır yok. Olamaz. Böyle yöneticilerin, böyle anlayışın, yeni nesillere dokunması, onları anlaması, onlarla üretmesi mümkün değil. Ne Diyarbakır'daki Kürt gençle konuşabilirsin ne Trakya'daki vatandaşımızla, çocukla konuşabilirsin ne Karadeniz'deki gençle konuşabilirsin… Konuşamıyorsun artık. Konuşamazsın, anlamıyorsun çünkü. Dinlemiyorsun çünkü. Dinlemeyen insan, bu ülkeyi yönetemez. Bu ülkeyi yönetecek akıl; dinleyecek, anlayacak, sevecek, gözünün içine bakacak. Artık değişme zamanı geldi. Çünkü halkla teması kalmamış bu yöneticilerin, yeni nesillerle beraber üretmesi mümkün değildir. Gitme vakti gelmiştir. Millet gelecek, bu tek kişilik sistem, tıpış tıpış gidecek. Bir avuç muhterisin dönemi bitecek.”
“BUNCA HUKUKSUZLUK, AYAK OYUNU VE HİLEYLE
İKTİDAR OLMAK İSTEMEM. ALLAH KORUSUN”
“Bunca hukuksuzluk, ayak oyunu ve hileyle iktidar olmak istemem. Allah korusun. İstemem. Milletimizin o güzel gözlerine bakmaktan çekinen, her gün korkuyla yaşayan, milletinin arasına çıkamayan bir makam sahibi olmak istemem. Allah korusun, istemem. Fakat şunu da söyleyeyim: Barış umutlarını kendi iktidarı için yıpratan, kendisini bütün milletinden üstün gören, yalnızca iktidarı için yaşayan bir ruh hali. Allah korusun; istemem. İnşallah bu yol değişecek, bu güzergah değişecek. Bu ahlak, bu anlayış değişecek. Ve sevmek, sevilmek, çocuklarımıza sarılabilmek, gençlerimizle coşabilmek, analarımızın omzuna başını koyup nefes alabilmek, o güzel ruhu yaşayabilmek, gerçekten milletle el ele yürümek, bu milletin istediği ruh halidir. Onun için milletle yürüdüğümüz hedef nettir. Önce adalet, önce hürriyet.”
“BU SÖZLER ONLARIN KULAKLARINDA HEP
ÇINLAYACAK: O DA HER ŞEY ÇOK GÜZEL OLACAK”
“Ne bu davaları tertipleyenlere ne bu davada ismi geçen bilirkişiye ne o yüzyılın en büyük hukuksuzluğunu yürüten bir avuç muhterise ne de bin yüz odalı sarayında millete kumpas planları yapan ucube rejime vereceğimiz en küçük taviz yoktur. Biz; namusumuzdan, ahlakımızdan, devlet ve millet için kurduğumuz hayallerden, milletçe yürüdüğümüz bu yolda asla vazgeçmeyeceğiz Sayın Hakim. Bu sözler onların kulaklarında hep çınlayacak: O da her şey çok güzel olacak. Hiç endişeniz olmasın.”