Ertuğrul Özkök: Selçuk Yöntem’le işte bunun yüzünden birbirimize girdik

Ertuğrul Özkök bugünkü köşesinde "Selçuk Yöntem’le işte bunun yüzünden birbirimize girdik" başlıklı yazısını kaleme aldı.

Geçtiğimiz ay Selçuk Yöntem’le “ağır” bir polemik geçti aramızda…
Konu “Hip Hop” müzikti…
O gün “Hip Hop Müziğin 50’nci yılı” başlıklı bir yazı yazmıştım.
Bana mesaj atıp, “Bir dakika bile tahammül edemiyorum” dedi…
Bunun üzerine ben de ona Kendrick Lamar’ın “The Heart Part 5” adlı şarkısını gönderdim.
Hip Hop’un en dinlenecek ritimdeki şarkılarından biri…
Biraz sonra cevap geldi:
“Bir dakikasına bile tahammül edemedim…”

Selçuk kardeşim! Eğer sen Salieri’sen ben de Mozart’ım

Bir parantez açayım.
Selçuk çok iyi bir müzik dinleyicisidir.
Müzik zevklerimiz de birbirine çok benzer.
Ama polemiğin dozu yükselmeye başladı.
Çok uzatmayayım, kavgayı şu cümleyle tamamlayıp, fişi çektim:
“Normaldir, çünkü sen tam oynadığın Salieri’sin, bense tam Okan Bayülgen’in oynadığı hoppa Mozart’ım…”
Medeni çocuk tabii…
Biraz sonra bol gülücük emojili bir “Hahaaa” yazısı geldi ve işi tatlıya bağladık.

İddia ediyorum: Türk halkının müziği artık türküler değil… İşte size ispatı

Ama bir başka tartışmam var ki o hiç tatlıya bağlanmadı ve bağlanamaz da…
Türkücülerle olan kavgam…
Bundan bir buçuk yıl önce bir yazı yazdım.
Konusu şuydu:
“Türk halkının müziği artık türküler değil…”
Ölçülebilir verilere dayanarak yazdığım bir yazıydı.
Yazdığıma yazacağıma pişman ettiler.
En ağır türkücüsünden en entelektüel türkücüsüne kadar, ikisi asla bir araya gelmeyecek iki kesim koalisyon kurup üzerime geldi.

Hani, neredesin türkücü? haydi şimdi çık karşıma

Şimdi önümde Spotify’ın 2013-2023 istatistikleri duruyor.
Şimdi türkücülere sesleniyorum:
“Neredesiniz bu ülkenin türkücüleri, çıkın ortaya tartışalım.”
Buyurun Spotify sonuçları ortada:

Sabah akşam Amerika’nın kültürel emperyalizmine küfür edenlere

Benim gençliğimde, devrimci kesim yatar kalkar Amerikan ve Batı emperyalizminin kültürel sömürgeciliğine küfrederdi.
Son yıllarda İslamcılar da onlara katıldı.
Ama Spotify hiç öyle demiyor.
Türkiye’de son 10 yılda müzik dinleme alışkanlıklarını gösteren Spotify raporunun sonuçları çok ilginç:
2013 yılında Türkiye’de en çok dinlenen 100 şarkının içinde sadece üçü Türkçe parçaymış.
Bugün ilk 100 şarkının 72’si yerli şarkı.
Yani Amerikan kültürel hegamonyası yıkılmış.
“Yoz Amerikan müziği gelecek” derken tam aksine yerli ve milli müzik gelmiş.
Ama yerli ve milli derken, o kadar oda değil…

Varoşlarda türkünün ve arabeskin yerini türkü aldı

En çok dinlenen ilk 10 şarkının 6’sı Hip Hop… İlk iki sırada Ezhel ve UZİ var.
Yani Hip Hop bugün artık türküden çok daha fazla halkı temsil ediyor.
Üzgünüm ama ölçülebilir rakamlar bunu söylüyor.
İbo bile Hip Hop söylediğine göre artık şunu söyleyebilirim:
Türkücü arkadaşlar yenildiniz… Hatta hezimete uğradınız.
Kabul edin.
En çok dinlenilen ilk 100 şarkı arasında türkü yok.

Sezen’in adını bir Körfez vapuruna bile vermeyen İzmirliler okuyun

En çok dinlenilen ilk 10 şarkının içinde sadece bir tane Türk popüler müziğinden şarkıcı var.
Sezen Aksu…
Onun adını Körfez’de bir yolcu vapuruna bile vermeyen İzmirliler, durmadan vuran solcular iyi bakın buna.
Hem de Ezhel ve UZİ’nin ardından üçüncü sırada…
Neden mi?
Çünkü hayatımızın her anında, her halinde bir Sezen var.
Mutlu mu olduk “Kutlama…”
Ege’de masaların üzerine çıkıp avaz avaz itirazımızı mı haykıracağız?
“Karşıyım…”
Ayrılık mı?
“Kaybolan Yıllar…”
Ağlamak mı istiyoruz?
“Sen Ağlama…”
Yaa.. Şşte böyledir benim İzmirli harika hemşehrim.
Sartre için, De Gaulle “O Fransa’dır” demişti.
Ben de diyorum ki:
“Sezen Türkiye’dir…”
Ölünceye katar hep teşekkür edeceğim ona bu harika şarkılar için.

Hâlâ “Türkler en çok türkü dinler” zannedene

2013’den bu yana Türkiye’de en çok dinlenilen şarkı:
Madrgial’ın “Seni Dert Edinmeler…”
220 milyon kere dinlenmiş…
İkincisi ise KÖFN: “Seni Bir Tek Ben Anlarım”
186 milyon kere…

Türküyü artık zaferden sonra, kızların ‘Erik Dalı’ ile dinliyoruz

Ha, işte bunu soruyorsanız eğer cevabım şu olacak:
“Merak etmeyin türkü ölmedi… Yaşıyor hem de fena halde canlı…”
Amaaa…

Samimi söyle, son bir yılda kaç kere Neşet Ertaş dinledin?

Öyle İbrahim Tatlıses’in ağzından “Saza Niye Gelmedin’” şeklinde değil…
Kadın Milli Takımımızın, şampiyonluk sonrası söyleyip oynadığı “Erik Dalı” ile yaşıyor…
Düğünlerde, yaz gecelerinde masaların üzerinde pop müzik ritmiyle, bas gitar, davul ve yepyeni ritmiyle göbek atarken yaşıyor…
Bir de Ankara barlarında Gesi Bağları ile…
Yani “Arkadaş koy bir Neşet Ertaş, dinleyelim” modunda değil…
Ha, bu Neşe Ertaş’ın büyüklüğünden zerre kadar götürmez…
Atahualpa Yupangi’nin harika şarkısı “Los Ejes de Mi Caratta” bugün Hispanik sokaklara, varoşlara ne diyorsa o kadar bir şey işte…
Neşet Ertaş da Atahualpa Yupanqui de büyük halk sanatçıları, ama ölçülebilir müzik rakamları, halk sokaklarının artık bildiğimiz sokaklar olmadığını anlatıyor…

Ahmet Altan’ın henüz Türkçe yayınlanmayan romanının ilk paragrafı beni ne şaşırttı

Kardeşi Mehmet Altan’ın yazısından öğrendim.
Ahmet Altan’ın Silivri Cezaevi’nden yazdığı üç romanın üçüncüsü “Zarlar”, 4 Ekim günü Fransa’da piyasaya çıkmış.
“Hayret, bu kitabı biz niye daha önceden görmedik?” diye düşündüm.
Meğer Fransa’daki yayıncısı, “Bu defa bu kitabının ilk baskısı Fransa’da yapılsın” demiş.
Anlayacağınız kitap Türkçede yayımlanmadan Fransa’da çıkmış.

Romanlarda ilk cümle takıntım Camus’un ‘Yabancı’sı ile başladı

Eskiden beri bir merakım var.
Romanların ilk cümlelerine takığım.
Bu takıntı bende İzmir Namık Kemal Lisesi bahçesinde, Varlık Yayınları’ndan postayla getirttiğim Albert Camus’un “Yabancı” romanıyla başladı.
“Annem ölmüş bugün, belki de dün, bilmiyorum…”

Beni bu cümle ve siyah dik yaka kazak egzistansiyalist yaptı

Bu cümle o günlerde anlamını pek bilmeden olduğum “varoluşçu” kimliğimin mottosu olmuştu.
Egzistansiyalizm ve o günlerde patlayan Beatles müziği birbirine karışmış ve kendimi bir anda siyah pantolon, siyah dik yaka kazakla gezer bulmuştum.
Tabii ayağımdaki, İzmir’de bir mesçiye yaptırttığım çakma Chelsea botları da eklemem gerekir.
Ahmet Altan da romanlarına çarpıcı cümlelerle başlayan bir yazar.
O nedenle “Zarlar” romanının ilk cümlelerini de merak ettim.
Mehmet Altan’dan rica ettim gönderdi.

“Zarlar” romanının ilk defa yayımlanan giriş paragrafı şöyle

Kitap daha Türkiye’de çıkmadan girişteki ilk paragrafı yayımlıyorum:

“Ziya gibi koyu bir karanlığı içinde taşıyarak doğan bir ruhu şekillendirmek için, sıradanlığın çok dışına taşan bir kişilik, sınırları kanla ve şiddetle belirlenmiş bir hayranlık ve sert darbeler gerekiyordu. Bir kalıba sokulması çok zor olan bu ruhu, kendi doğasına uygun biçimde eğitmek ağabeysi Arif Bey için kolay oldu. O, Ziya’nın hayran olduğu ve peşinden kendi rızasıyla gittiği kahramandı. Henüz dört yaşındayken kapaklanıp düştüğünde, daha ağlamadan ama sanki ağlayacakmış gibi yüzünü buruşturduğunda, ruhuna kazınan uyarıyı kararlı ve keskin bir sesten duydu: ‘Bir erkek ağlamaz…’”

İlk paragrafta “Erkekler ağlamaz" cümlesini görünce

“Erkekler ağlamaz” cümlesini okuyunca durdum.
Ahmet Altan’la bir süre Hürriyet’te birlikte çalıştık.
Konuşan bir insandır.
Hep “Onun gizli ajandası olamaz” diye düşündüm. İçinden geçeni en direkt haliyle söyler.
Onun “Taraf” gazetesindeki yayıncılık anlayışına karşıydım, o da benim Hürriyet’teki tarzıma…
Ama 5 yıl hapiste kalması benim için hep bir sızıntı olmuştur içimde.
Tıpkı bugün Osman Kavala’nın, Gezi hükümlülerinin, Selahattin Demirtaş’ın içerde olması gibi…
Türkiye’nin ayıbı olarak görürüm bunu…

Mehmet Altan’a sordum: Sizin aile hiç ağlamaz mı?

Ahmet Altan’ı ağlarken hiç görmedim. Nedense bana “ağlamaz” gibi geliyordu.
Kardeşi Mehmet Altan’a sordum.
“Biz ailecek az ağlarız. Ama Ahmet’le babamın annemin ölümünde ağladığını hatırlıyorum” dedi.

Altan’ın ağlamaktan daha iyi bildiği şey

Buna karşılık, Ahmet Altan’ın Basınköy Sitesi’nden komşusu olan İsmet Berkan, “Ben Ahmet’in ağladığını gördüm” dedi.
Ama ona göre Ahmet’in ağlamaktan çok daha iyi bildiği bir şey varmış.
Futbol oynamak.
Basınköy’de futbol maçlarında çok iyi oynarmış.
Aynı takımda iyi futbol oynayan biri de yazar Orhan Kemal’in oğlu Işık Öğütçü’ymüş.

Bir Türk’e ait ada oteli, Venedik’in en iyi oteli seçildi, hem de 99.2 puanla

Dünyaca ünlü Conde Nast Traveller dergisi ekim sayısında Venedik’in en iyi otellerini seçti.
Okurlarının eğilimleri üzerine yapılan sıralamada bir Türk iş insanına ait olan San Clemente Palace Kempinski Venedik’in en iyi oteli seçildi.
Hem de 100 üzerinden 99.2 puanla…

Dünyaca ünlü Cipriani ikinci sırada kaldı

(*) Düryaca ünlü Hotel Cipriani ise 96.8 puanla ikinci sırada kaldı.
(*) Üçüncü sırada 94.91 puanla Gritti Palace bulunuyor.
(*) Lüks otelcilikte dünyanın en ünlü markalarından olan Aman ise 94.42 puanla dördüncü sırada yer aldı.
(*) Venedik’in en tanımış lüks otellerinden Splendit ise 94.04 puanla beşinci sırayı aldı.

Otelin bahçesinde Haçlı Seferleri’nin en ünlü kiliselerinden biri var

Eşim Tansu ile San Clemente adasındaki Kempinski’de kalmıştık.
Otelin sahibi Selim Uyar’ı da orada tanıdım.
Oğlu Emir Uyar ile birlikte bu oteli 150 milyon euroya alıp bambaşka bir vizyonla bu noktaya getirdi.
Otel Venedik’e bakan adalardan birinin üzerinde.
İçinde 1131 yılında inşa edilmiş bir kilise var.
Bu kilise Haçlı Seferleri sırasında önemli toplanma merkezlerinden biriydi.

Selim Uyar kiliseden alınan tabloları geri getirtti

Selim Uyar oteli aldıktan sonra kiliseyi restore ettirtti.
Bu arada İtalya devleti bu kilisedeki bazı tablo ve heykelleri alıp müzelerde vermişti.
Uyar, büyük bir adli mücadele ile bunların bir bölümünün kiliseye dönmesini de sağladı.
Gerçekten insanı çok etkileyen bir otel…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Güncel Haberleri

Çocuklara sosyal medya yasağı: Bakan Göktaş’tan açıklama
"Barda" 17 yıl sonra yeniden sinemalarda
Çakıcı cephesinden 'Ogün Samast görüşmesi' açıklaması
Esenyurt nöbeti sürüyor: İktidar gittiğini görüyor, durdurmaya çalışıyor
Çayırhan işçileri gece nöbetinde: Sonuna kadar mücadeleye devam edeceğiz