Bu yazı aslında geçen hafta Şam’da çekilen sürpriz bir fotoğrafın kriptosu.
Başlıktaki anlaşılmaz harf ve rakamların aslında çok kolay anlaşılabilir bir manası var.
Bu basit manayı tabii ki ne TV haberlerinde ne de konuşan kafa programlarında duymadınız, işitmediniz.
Türkiye’nin iktidar kanalları ve mecraları bütün hafta boyunca “Ekrem İmamoğlu’nun iktidar yolunu kesmek için daha ne saçma sapan bahaneler bulabiliriz?” sorusuyla meşgulken;
Muhalefetin Halk TV’deki “kahramanlık menkıbeleri” iman tazelerken; Birleşmiş Milletler’in internet sitesine sessizce çok önemli bir belge kondu.
Cuma günü BM internet sitesine sessizce konulan bir açıklama
Bir ölçüde de normaldi…
Altında “Medyanın bilgisine... Resmi bir doküman değildir” yazıyordu.
Anlayacağınız ilk aşamada sadece Birleşmiş Milletler konusunda uzman gazetecilerin farkına varabileceği bir belgeydi.
Not böyleydi ama içeriğini okuduğunuz zaman, “resmiyet ötesinde önemli bir belge” olduğu kendiliğinden anlaşılıyordu.
Hayret edilecek bir gelişme: 15 üyenin hepsi onayını vermiş
Açıklamanın başlığı şöyleydi:
“Güvenlik Konseyi, Suriye’deki son şiddet olaylarını kınayan bir başkanlık açıklamasını kabul etti.”
BM Güvenlik Konseyi’nin kabul ettiği bir başkanlık açıklamasıydı.
Güvenlik Konseyi “kararı” değildi yani.
Ama hemen altındaki bir ifade, bu açıklamanın en önemli özelliğini kayda geçiriyordu.
Bu açıklama, “Güvenlik Konseyi”nin 15 üyesinin tamamının onayı ile yayınlanmıştı.
Şu sıralar birbirleriyle kanlı bıçaklı 5 dev ülke, ortak imza atmış
Yani ABD, Çin, Rusya, İngiltere ve Fransa aynı metne onay vermişti.
Şu günlerde dünyanın bütün cephelerinde hem ekonomik hem askeri hem de güvenlik konularında kanlı bıçaklı olan 5 devlet, “Suriye ili ilgili bir konuda” görüş birliğine sahip olmuştu.
Anlayacağınız Güvenlik Konseyi kararı kadar önemli bir belgeydi bu.
Numarası da aynen şöyleydi:
“S/PRST/2025/4…”
Belgede dikkatimi çeken ilk 2 kelime
Daha ilk bakışta bu belgede bir kelime dikkati çekiyordu:
“Alevi topluluğu…”
Giriş cümlesi de şöyleydi:
“Güvenlik Konseyi bugün, Suriye’nin Lazkiye ve Tartus vilayetlerinde 6 Mart’tan beri meydana gelen şiddet olaylarında “Alevi topluluğu da dahil, sivillere karşı kitlesel öldürmeleri kınar ve geçici yönetimi hiçbir ayırım yapmadan sivilleri korumaya davet eder.”
Böylece bir BM belgesinde ilk defa “Alevilere karşı kitlesel bir öldürme (katliam) girişiminin” olduğu kayda geçirilmiş oldu.
Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, Lazkiye ve Tartus'ta çoğunluğu Alevi 1557 sivilin öldürüldüğünü açıklamıştı
Alevilerin BM korumasına gidebilecek bir ilk adım
Bir düşünün…
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 15 üyesi son yıllarda Suriye ile ilgili neredeyse hiçbir konuda bütün üyelerinin onayını alan bir açıklama yapamamıştı.
O nedenle bu açıklama, Suriye konusunda çok önemli bir ilk adımı ifade ediyor.
Çünkü bütün üyelerin onayını alan bu açıklama, arkasından gelebilecek bir BM adımının ilk işareti olarak yorumlanabilir.
Yani sonunda iş oradaki Alevi ve Hristiyan topluluğun güvenliğinin BM tarafından sağlanmasına kadar gidebilecek bir gelişmenin ilk adımı gibi görünüyor.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, MİT Başkanı İbrahim Kalın ve Suriye Geçici Cumhurbaşkanı Muhammed Colani (Ahmed el Şara)
Hiçbir istihbaratım olmadan şunu kesinlikle söyleyebilirim...
Ekrem İmamoğlu’nun siyaseten yolunun kesilmesine kilitlenmiş iktidar medyasının bu gelişmenin farkına varmasını beklemiyordum.
Allah'tan Ankara’da bunun farkında olan 3 ciddi insan var.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Savunma Bakanı Yaşar Güler ve MİT Başkanı İbrahim Kalın.
Geçen hafta ikisinin birlikte Şam’a yaptığı sürpriz ziyarette, kapalı kapılar ardında neler konuşulduğunu şu ana kadar öğrenemedik.
Dışişleri konusunda kulağı delik Youtuberlardan da bize doyurucu bir bilgi gelmedi.
Ancak Şam’a giden Türk heyetinin kompozisyonuna bakarak,
Hiçbir istihbaratım olmamasına rağmen, kendi payıma, bu görüşmenin ana maddesinin Lazkiye olayları olduğuna eminim.
Çünkü BM’den gelen bu işaretin ne anlama geldiğini çok iyi biliyorlar.
4 gün önce Financial Times’ta dikkati çok çeken cümle ve 2 kelime
İşte tam burada işin bizi ilgilendiren asıl yanına geliyorum.
Bu BM belgesinden 4 gün önce, 10 Mart günü (Katliamın başlamasından 4 gün sonra) Financial Times gazetesinde yayınlanan bir yazının bir satırı Ankara’da dikkatli gözlerden kaçmadı.
Financial Times, “Lazkiye katliamının” başında Esad rejiminin eski bazı unsurlarının provokatif terör eylemlerinin bulunduğunu kabul ediyor.
Ancak sivillere karşı yürütülen katliam konusunda Ankara’yı çok irrite eden bir iddiada bulunuyordu.
Lazkiye katliamında SMO’cular da var mıydı?
BM bildirisinden 4 gün önce Financial Times da bundan bir “Alevi katliamı” olarak bahsetti.
Şam’da El Şara’ya bağlı birliklerin disiplinli olduğunu, ancak yeni oluşturulan Suriye ordusu içinde ayrı biçimde örgütlenen öteki unsurların aynı disipline sahip olmadığını belirtiyordu.
Ve en önemlisi şu iddiayı ortaya atıyordu:
“Bu katliamı yapanlar arasında ‘Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu’ unsurlarının da bulunduğuna inanılıyor.”
Geçmişte Afrin bölgesinde de bu unsurlardan şikayetler vardı
Financial Times’ın her yazdığını doğru kabul etmemek gerektiğini birçok örnekte gördük.
Ama en azından bu iddianın Ankara tarafından çok ciddiye alınıp, iddia hakkında herkesi tatmin edecek bir açıklamanın yapılmasında yarar var diye düşünüyorum.
Çünkü geçmişte bu Suriye Milli Ordusu denilen örgütlenmenin Afrin’de yaptığı bazı uygulamaların yerel halkın çok tepkisini çektiğini okumuştuk.
SMO
Asıl soru: Suriye Milli Ordusu'nun maaşlarını hala biz mi ödüyoruz?
Tabii iş bu noktaya gelince, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve vergi mükellefi olarak şu sorunun cevabını da öğrenmek istememiz doğaldır.
Suriye Milli Ordusu ne durumdadır?
Maaşlarını hala Türkiye mi ödemektedir?
Silahlarını, barınmasını kim sağlamaktadır?
Bunlar yeni Suriye ordusu içine ne ölçüde entegre olmuşlardır?
SMO başıbozuk ordu haline gelirse toksik etki yapar
Bu soruların tatmin edici bir cevabını alamazsak, Suriye’nin istikrarı bakımından muhtemel tehlikeleri de fark edemeyiz.
Çünkü geçmişte başka ülkelerde yaşanan olaylar ortaya koydu ki;
Bu tür silahlı örgütlenmelerin belli disipline sokulmazsa ilerde bir “başıbozuk ordusuna” dönme tehlikesi var.
Kendinizi SMO’nun bir komutanı yerine koyun.
15 yıldır mücadele ediyorsunuz ama sonunda sizin rakibiniz sayılan bir HTŞ, 24 saatte iktidarı ele geçiriyor ve sizden “Onlara katılmanızı istiyor.”
Kolayca baş edilecek bir psikoloji değil.
Ayrıca başıbozuk ordu haline gelirse, Türkiye’nin içinde de toksik bir etki yaratabilir.
Bu da Suriye’de yeni bir iç savaşı tetikleyecek noktaya kadar gidebilir.
Belgenin ikinci paragrafında direkt Türkiye’ye de mesaj var
Geliyorum geçen cuma yayınlanan BM belgesine:
Bu belgenin ikinci paragrafında bizi de yakından ilgilendiren bir bölüm var:
BM Güvenlik konseyi ‘bütün ilgili ülkeleri’, Suriye’nin ‘egemenliğine, bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne saygı göstermeye’ ve ‘içişlerine karışmamaya’ davet ediyor.
Aslına bakarsanız bu ifade daha önce de defalarca dile getirildi.
Türkiye’nin resmi politikası da aynı şeyleri istiyor.
Orta Doğu’da herkesin çok iyi bildiği mega sır
Ama fiiliyatta durumun böyle olmadığı da Orta Doğu’da artık herkesin bildiği bir mega sır.
Bugün Suriye’nin güney ucu fiilen İsrail’in, kuzey ucu da fiilen Türkiye’nin kontrolünde.
Kürt bölgesi artık fiili bir coğrafyaya sahip.
Lazkiye ve Tartus’ta seküler bir cep var.
Şam’ın doğu tarafı da ABD’ye bağlı bir başka Suriye Milli Ordusu’nun etkisinde.
37 Toyota kamyonetle yapılan devrimin sınırları
Şam’da Cumhurbaşkanı El Şara’ya gelince, herhalde herkes şunun farkında.
30-40 Toyota kamyon üzerine konmuş makinalı tüfek ve her kaptıkaçtının üzerinde 8-10 kişi ile İdlib’den çıkıp 24 saat sonra Şam’a girdi.
Kendisine bağlı disiplinli HTŞ ordusunun asker sayısının da 30 bini geçtiğini sanmıyorum.
Tabii bütün bunların yanında Suriye’nin iç bölgelerinde şimdilik uykuya yatırılmış İŞİD hücrelerini de unutmayalım.
Suriye’de kazanan biz miyiz, yoksa kazanan kimse yok mu?
Yani “Suriye’de kazanan biziz” cümlesi psikolojik açıdan etkileyici bir ifade olabilir.
Ama bilelim ki, I. Körfez Savaşı'nın başında rahmetli Özal’ın dediği “Bir koyup üç alacağız” cümlesinden zerre kadar farkı yok.
Özetlemek gerekirse, “37 Toyota kamyon devrimi” şimdi en kritik dönemine giriyor.
Açıklanan Anayasa taslağı konusuna girmek bile istemiyorum.
Çünkü tek başına o belge bile bu embriyo devleti ölü doğmuş bir fetüs haline getirebilir.