Siz bana Deniz deyin, Baykal'ın hizbi var

Siz bana Deniz deyin, Baykal'ın hizbi var

"Baykalcı" değil, "Denizci"ydi... Anı, duygu, düşünce ve yaşanmışlık çok... Burada ancak minik bir kısmını yazabildim sadece. Ben siyasetçilerin "siyasi icraatları ve kararları" kadar insani yönlerinin de irdelenmesi gerektiğini düşünüyorum. O nedenle "Siyasetçi Baykal" yerine "İnsan Deniz"i daha çok anlattım.

Gazeteci A. Rezzak Oral, gazeteci olarak 30 yıl takip ettiği Deniz Baykal'ı yazdı. Cumartesi günü vefat eden CHP önceki Genel Başkanı Deniz Baykal'ın tanık olduğu insani yönlerini kaleme alan A. Rezzak Oral'ın yazsısı şöyle:


DENİZ BAYKAL

İsminden başlarsam... İsmini çok severdi.

Özellikle efsane devrimci Deniz Gezmiş'in ardından "Deniz" ismi 1970'lerin ortasından itibaren Türkiye'de kız-erkek fark etmez çok popüler olmuştur.

Ama Deniz Baykal kendi doğduğu 1938'ler dönemi göz önüne alındığında, "Türkiye'nin ilk DENİZ ismi taşıyan kişilerinden birisi olduğunu" düşünüyordu.

Şöyle biraz kafa yorduğumda sanıyorum haksız da sayılmazdı.

× × ×

Sade, emekçi, memur bir aileden geliyordu. Böyle bir insanın CHP'nin başına gelebilmesini "cumhuriyet fazileti" sayıyor ve "PTT emeklisi Hüseyin Hilmi Baykal'ın oğluyum ben, ağzımda gümüş kaşıkla doğmadım" vurgusu yapıyordu.

Çocuklarına, ailesine çok düşkündü. Hele de kız çocuklarına ayrı bir değer verirdi. "Kızın yoksa evladın da yok" diyecek kadar onları önemserdi. Son döneminde kendi kızının (Aslı Baykal) etrafında pervane olarak, -biraz da abartarak- adeta onu tüm gözlerden ve hatta diyaloglardan sakınması da kaderin bir cilvesi olsa gerek.

× × ×

Deniz Bey'in etrafı "Mehmet"lerle çevrilmişti adeta. Gezilerinde en yakınında Mehmet Sevigen oldu yıllar boyunca. Hani eğer Baykal'ın bir "kara kutusu" varsa sanıyorum o Mehmet Sevigen'dir. Şoförü Mehmet Çakırgöl, koruması Mehmet Güleç ve sevgili torunu Mehmet... Özellikle koruması Mehmet Güleç son anlarına kadar yanından hiç ayrılmadı. Bu Mehmet'lerin hepsinin Deniz Bey'e "gönülden" bir bağlılığı ve derin bir sevgi-saygısı olduğuna yakından tanığım...

× × ×

rezzak-2-001.jpg

Yerli ve milliydi... Bir siyasi şahsiyet olarak Baykal'ın seveniyle, sevmeyeniyle geniş bir kesimi etkilediği muhakkak. Her siyasi gibi elbette eleştirinin de ilginin de odağındaydı. Aslında bir hukukçuydu... En önemli özelliklerinin başında "devlet adamlığı" ve "siyaset bilimci" kimliği geliyordu. Şimdilerde popüler bir deyim var ya, "yerli ve milli" diye, işte tam öyleydi. 30 yılı aşan  gazeteci takibimle rahatlıkla söyleyebilirim ki, LİDERdi. Siyasetin doğasındaki çekişmeler sonucunda CHP'den kopup başka partiye giden Ahmet Güryüz Ketenci'ye ayrılığından bir kaç ay sonraki karşılaşmamızda, "Ahmet Abi Deniz Baykal'ı terkettin, şimdi durum nasıl, gittiğin yerden memnun musun?" diye sorunca, biraz da burada tam anlamıyla yazamayacağım kendine özgü Karadenizli argosuyla, "Sorma be Rezzak bu Deniz Bey anasının karnından lider doğmuş" demişti.

× × ×

Deniz Bey'in müthiş bir zekası, algısı ve güçlü liderlere özgü sentezleme yetisi vardı. Yani ona 10 farklı toplumsal veri veya olgu sunarsanız, ertesi gün sizin karşınıza muazzam bir sentezle çıkabilirdi.

Güne çok erken başlardı, basına, yorumlara hakimdi. Kendisini izleyen ve sabah gündemi için haber amaçlı arayan muhabirlere bu durumu, "Ben bir ineğim, bilgilerle beslenirim ve hergün memelerim sütle dolar, siz onu sorularınızla sağabilirsiniz" derdi.

× × ×

Kimseler kusura bakmasın... Ama Deniz Bey'in bu büyük, "lider donanımına", özellikle son genel başkanlık yıllarında ayak uyduramayan bir "siyasi kadrosu" olduğunu düşünürüm. Onun istifasında gözyaşı döken bazı sakallı-sakalsız figürlerin şimdilerde AKP'de olduğunu düşünürseniz daha iyi anlarsınız bunu. Detaya ve isimlere girersem kaybolurum diye bu kısa notla yetiniyorum. (Ancak Türkiye'de ve CHP'de 'Baykalcılar Grubu' olarak nitelendirilen oluşumun ilk yapı taşları Tufan Doğu, Erol Çevikçe, Eşref Erdem, Adnan Keskin ve Erdoğan Yetenç'i ayrı ve siyaseten 'hem etkin hem saygın' bir kulvarda değerlendiriyorum...)

× × ×

Türkiye'nin değişmesini, gerçekten dönüşmesini arzuluyordu. Gerçekçi bir projelendirme ve siyasi akılla Türkiye'nin 20 yılda Fransa veya Almanya olamasa bile en azından bir İTALYA olabileceğini, evrensel standartlara kavuşabileceğini düşünüyor ve savunuyordu. Bu çerçevede kurumsal anlamda AB'nin üzerine düşeni yapmadığını, örgütsel çerçevede ise Avrupa solcularının ve sol-sosyalist partilerinin Türk soluna yeterli duyarlılığı ve yardımı yapmadığını düşünüyordu. Bu düşüncelerini onların yüzüne de vurmaktan çekinmezdi. Bu çerçevede şakayla karışık AB içindeki sol oluşum olan PES'i pes ettirdiği tespiti yapılırdı.

× × ×

CHP'nin de özellikle örgütsel ve genel yönetim anlamında "zamanın ruhuna" uygun dizayn edilmesi, yenilenmesi ve yapılanması üzerine de kafa yoruyordu. Kendi tabiriyle genel yönetimi "hantal ve hatta külüstür" yapıda diye nitelendirir ve bunun karşıtı bir kurumsallığı arzuladığını vurgulardı. İl örgütlerinin eğitimi, il başkanlıklarına tapulu bina, yeni genel merkez binası, parti okulu, parti içi eğitim, parti sözcülüğünün kurulması, iletişim koordinatörlüğü, bilim platformu, parti müzesi gibi başlıklar onun döneminin icraatlarıdır.

× × ×

İnançlıydı... Allah inancıyla birlikte gösterişsiz bir "ibadet" eğilimi vardı. Dindardı, ama dinci değildi. Oruca geleneksel ölçülerde bağlıydı. İftar saatlerini heyecanla bekler ve karşılardı. Kudüs'te Mescid-i Aksa'ya gittiğimizde, altın kaplama kubbeli o kutsal mekanda kameralar önünde namaza durmaktan imtina etmemişti.

Kuşkusuz laikti. Ancak çok kişi bilmez, özellikle 28 Şubat sürecinde çok öne çıkan ama geniş kesimlere adeta sırtını dönen katı laiklik savunucularına da mesafeliydi. O dönem özellikle deve dişi gibi büyük ve önemli iki isim dikkati çekiyordu. Halen yaşadıkları için isimlerini yazmayacağım bu kişiler için birkaç gazetecinin olduğu bir sohbetimizde, "bunlar laiklik manyakları, bunlarla tüm Türkiye'yi kucaklayamazsınız, ancak dernek, vakıf bünyesinde yer alabilirler. Bir kitle partisinde olmaları, taşınmaları mümkün değil" tespitiyle bizi oldukça şaşırtmıştı.

× × ×

Renkliydi... Evrensel değerlere, dünya kültürlerine, batı normlarına elbet bağlıydı, elbet saygılıydı. Ancak gerçek Anadoluluydu. Türkülere ayrı bir düşkünlüğü vardı. Özel uçaklı miting gezilerinin biraz da yorgun argın Ankara dönüşlerinde bizlere türkü söyletir, kendi de bazen eşlik ederdi.

Melihat Gülses son zamanlarda beğeni portföyüne girmiş sanatçılardandı... Şener Şen'in "Yürek Yarası" filmindeki Meltem Cumbul yorumuyla Malatya'nın ünlü "sarı etek" türküsü favorisiydi. Bu türküyü özellikle yakın arkadaşım Serhan Asker'e birkaç kere üst üste söyletip hep beraber eşlik ettiğimiz olurdu. Ben bir Diyarbakırlı olarak Karadeniz türküsü söylediğimde şaşırır, "Bakın Kürt Rezzak, Karadeniz türküsü söylüyor, üstüne de Trabzonspor'u tutuyor" diye takılırdı.

× × ×

Kuyu bir Galatasaraylı olarak benim Trabzonsporlu olmamı ise ayrıca önemserdi. Bu konuda şöyle de gülümseten bir miting anımız vardır: Trabzon'un Çaykara ilçesindeki bir mitingde ben bir önceki durakta haberimi yazıp aşağılarda halkın arasına dalmışken ismimi anons ederek otobüsün üstüne çağırmıştı. Oysa ben farkında bile değilim, o dönem muhabir olan arkadaşlardan Ali Öztunç, 'Abi genel başkan seni çağırıyor' deyince önce maytap geçiyor sandım; sonra kulak verdim, baktım gerçekten de ısrarla beni çağırmaya devam ediyor, bir gazeteci olarak hiç alışık degilim, ama binlerce kişi de bekliyor, çaresiz çıktım otobüsün üstüne ve yanına gittim... "Çıkar bakalım Trabzonspor üye kartını" dedi. Çıkarttım üyelik kimliğimi. Eline aldı ve üstündeki bilgileri mikrofondan tek tek okudu ve "Bakın bu gazeteci Rezzak Diyarbakırlı, ama Trabzonsporlu. İşte Trabzonspor da bu ülkenin bir barış çimentosudur, birliğimizin temel simgesidir" deyince miting alanı bir anda beni bağrına basıp, alkışa boğdu. E tabi otobüsün içine inince de, "Trabzon milletvekili adaylığın hayırlı olsun" esprileri birbirini izledi...

× × ×

Malumunuz Deniz Bey tam bir sportmendi... Çok iyi bir yüzücüydü. Tam bir Antalyalıydı; tam bir deniz insanıydı. "Seçimi kaybedersem Rodos'a kadar yüzerim" sözü bir uçak sohbeti ortamında espri amaçlı söylenmişti ama bir  gazetenin manşetine de taşınmıştı.

Özellikle Oran Sitesi'nde oturduğu dönemde hem sabah yürüyüşleri, hem gazeteciler arasındaki tabiriyle kendisine eşlik eden "yürüyüş kolu" çok meşhurdu. Bu yürüyüş ekibine ilişkin anekdotlar ve kimi güncel vakalar, ekipçe bütün gizlenme çabalarına karşın yine de bizlere kadar ulaşır ve esprilere konu olurdu. Ekipteki "dokunulmazlığı olan" birinin saldırgan bir köpek tarafından yumuşak bir yerinden ısırılması bizlere günlerce gülme malzemesi olmuştu. O yürüyüşlerin birinde  ormanda sevimli bir tilkiyle ahbaplık ettikleri bile olmuştu. Çok hızlı ve tempolu yürürdü, gezilerde biz muhabirler ona yetişmek için adeta kan ter içinde kalırdık.

Hafızalarımızda otuz yılı aşan bir ataklık, çeviklik, yorulmazlık abidesi olarak yer edinince, doğrusu "tekerlekli sandalyeli" bir finali ona hiç yakıştıramamıştım.

× × ×

İştahlıydı... Yemeğe, sağlığa çok önem verirdi. Disiplinli bir bünyesi vardı. Adeta kendini "lider kodlarıyla" eğitmişti. Sabah 07.00'de Şoför Apo'nun (Abdullah Aybek) Soyuz 7'nin (CHP seçim otobüsüne insansız uzay aracı benzetmesinden yola çıkarak bizzat benim taktığım isim) tekerini  döndürüp, gece 01.00'de bir otele varmayla sonuçlanan gezilerde saatlerce aç-susuz dururdu; ama yiyecek buldu mu, üç kişilik yer adeta bir dahaki durağa kadar depolardı.

Balığa, böreklere ayrı düşkündü. Gezilerde otobüse veya uçağa ikram edilen tepsi tepsi yiyecekleri afiyetle silip süpürürdü. İçkiyi çok ölçülü içerdi. Ben onun iştahı karşısında, "Deniz Bey'in kahvaltıda yediği peynir bizim evin bir haftalık erzakı" esprisini yapardım.

Bakımlıydı... Saçlarına büyük özen gösterir ayrı bir severdi. Saçları çok bakımlıydı. Mitinglerde seçim otobüsünün üzerine çıkıp konuşmasını yapmak için arka taraftaki o merdiven boşluğunda heyecanla beklerken bir yandan eskise bile tamir ettirip yıllarca taşımaya devam ettiği sarı bond çantasındaki kırmızı, CHP logolu dosyalarını karıştırır; bir yandan da cebinden -hafif de kirlenmiş olan- beyaz şimşir tarağını çıkarır ve mutlaka defalarca saçlarını tarardı. Ama taradığı saçları otobüsün üzerinde rüzgarın etkisiyle dalgalanır, bu durum fotoğraflarda ona ayrı bir karizma katardı.

× × ×

Hırslıydı... "Baykal" olarak siyasi profilinde en belirgin özelliği, gerçekten çok çok hırslıydı. Öyle ki ben zaman zaman "siyasi hırsı sosyolog aklının önüne geçiyor" diye düşünürdüm... "Deniz Bey" olarak ise insani yönleri çok fazlaydı. Doğum, evlilik, ölüm gibi günlerde ilgisini eksik etmezdi. Tam lider tavırlıydı. Bir güncel siyasi konuyu konuşurken, birden onun ortasında pat diye  sizin özel bir sorununuza ilişkin soru sorabilirdi.

İlgiliydi... 2000 yılı Temmuz'unda Milliyet'te işime son verildiği zaman kendisi partinin baraĵ altı sürecindeki nekahat dönemindeydi. Telefonum çalınca açtım, Eşref Abi (Erdem) geçmiş olsun deyip, kısa bir hal hatır faslından sonra esprili bir tonda "Büyük patron seni istiyor" diyerek telefonu Deniz Bey'e verdi. Karayoluyla sanıyorum İzmit'ten dönüyorlarmış. Abartmayım ama 25, 30 dakika Milliyet'ten çıkarılma sürecimi ve Altan Öymen'in pozisyonunu hararetle irdeledi ve öz cümle, "Sen üzülme, bu aslında bana yapılmış bir operasyondur" demeye getirdi...

Duyarlıydı... Yurtiçi, yurtdışı gezilerde muhabirlerin ihtiyaçlarına, sorunlarına özen gösterilmesini isterdi. Yunanistan'ın Samos (Sisam) adasına giderken Kuşadası'nda Sabah Muhabiri Şenol Ateş'in vize sorunu çıkınca, görevlileri ikna edemeyince sabahın köründe dönemin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'yu sıcak yatağından kaldırmaktan çekinmedi ve sorunu çözerek Şenol'un geziyi izleyebilmesini sağladı. Görevlilerin "Efendim siz gecikmeden gidin, biz gazeteci arkadaşı  arkanızdan göndeririz" önerisini kesin bir tavırla ret etti; çünkü eğer onları dinleyip Şenol'u orada bırakırsa, malum bürokrasinin onu engelleyeceğini ve geziyi izleyemeyeceğini çok iyi bilecek tecrübeye sahipti.

Benim mide sorunlarımı ve kronik migren krizlerimi bile bilirdi, bir keresinde Dış İlişkiler Sorumlusu sevgili Petek Gürbüz'e, "Sen gezideki gazetecilerin sağlık sorununu, hangi ilacı içtiğini, örneğin Rezzak'ın biraz sinamiki olduğunu bileceksin, senin bir görevin de bu" diye çıkışmış ve beni oldukça mahcup etmişti.

× × ×

Konuşkandı... Okumaya çok düşkündü... Ama ne yazık ki yazma konusunda kendi deyimiyle "oldukça tembeldi." Bilemiyorum ama keşke kendi kaleminden bir siyasi ve insani "anılar-düşünceler" kitabı bırakabilseydi. En azından bizden birileriyle bir "nehir söyleşi" yapmasını isterdim. Çünkü Deniz Bey konuşma adamıydı, konuştukça açılırdı, hatta ne açılması, bildiğin coşardı. Deniz Bey'e siz istediğiniz kadar bilgi, veri, not, dosya sunun; o kürsüye çıktımı onlara belki ancak göz ucuyla bakardı, ama asla bağlı kalmazdı. İlla da kendi okyanus misali belleğinden, memleketi Düden'den beslenen coşkun kelime şelalesinden sular seller gibi gürül gürül konuşmayı tercih ederdi. Rahmetli Bülent Ecevit'le sadece 5-6 dakika süren görüşmesini, görüşmenin ardından bize tam 50 dakika anlatması unutulmazlar arasındadır. Yine bir grup toplantısında, rozet takacağı Aşık Mahzuni Şerif gibi bir büyük üstadın önünde dakikalarca "sazın düzeni ve perdeleri" üzerine konuşması hafızamda iz bırakmıştır...

× × ×

Eğer evinde ise ve telefon çalarsa mutlaka kendisi açardı. O'ları biraz uzatıp ağdalayarak kendine has üslupla, 'Alooo' diyerek karşıdakinin kendisini tanıtmasını beklerdi. 'Ben varken kimse telefonu açamaz' diye bu özelliğini şakaya vururdu. Önemli gördüğü bir siyasi konu veya güncel gündem maddesi varsa telefonda sayısız kişiye (genelde gazetecilere) anlatmaktan bıkmaz, onların dikkatini o konuya çekmeye gayret ederdi.

× × ×

İnsancıldı... Deniz Bey'in insan odaklı bir algısı vardı. 2000'lerin başındaki meşhur Anadolu Solu sürecinde "insan" ve "insancıllık" üzerine çok kafa yormuştu. (Bu arada bu 'Anadolu Solu' konusu  üzerinde bir tarihi anekdotu aktarmak zorundayım. Şöyle ki, o konu Baykal'ın ilk kez parti meclisinde yaptığı çok uzun bir konuşmadan kaynaklanıyordu. Ben ve o dönem henüz milletvekil olmayan gazeteci büyüğüm Emin Koç, talep üzerine Baykal'ın bilgisi dahilinde 8 sayfalık GÜNDEM isimli haftalık bir resmi CHP bülteni hazırlıyorduk. O tarihi konuşmada Baykal terim anlamında aslında 'Anadolu Solu' dememişti. 'Biz aslında tercüme hareketi değiliz, özgün sol değerlere sahibiz, Anadoluyuz' gibi bir söylem geliştirmişti. Emin Abi'yle gazeteci mantığıyla ölçüp biçtik ve 'Anadolu Hareketiyiz' veya 'Anadolu Soluyuz' başlıklarına indirgedik. Son tahlilde benim inisiyatifimle 'ANADOLU SOLUYUZ' manşetinde karar kıldık. O haftaki bülten bu manşetle çıktı. Ne zaman ki, o bültenden bu manşeti önce Zaman, ardından Hürriyet ve Milliyet gazeteleri kullanınca haber de bir anda patladı.) Yunus'u, Mevlana'yı, Hacı Bektaş'ı, Pir Sultan'ı, Şeyh Edebali'yi "sol perspektiften"  özümsemişti. İnsanın şerefi,  inancı, kimliği, dini, mezhebi, dili, hakları ve hayelleri üzerine çok kafa yoruyordu, anlamaya çalışıyordu. Saatlerce bir bütün olarak insan kavramı üzerine konuşabilirdi...

× × ×

Atatürkçüydü... Atatürk hayranıydı. Katıksız, net... Saatlerce anlatabilirdi. En sıkıştığı anlarda, çıkışı ve gerekli motivasyon kuvvetini, bir kaç sayfa da olsa Nutuk okumakta bulduğunu söyler ve karşısındakine de aynı  yöntemi uygulamasını  tavsiye ederdi. Atatürk'ün "başarma" açısından kaderinin ve kırılma noktasının, Padişahın emriyle tutuklanabilme korkusuyla Erzurum'a kaygılı kaygılı giderken, kudretli Kazım Karabekir Paşa'nın, karşılama seromonisinde çok sert bir topuk selamı çakıp, "Emrinizdeyim Paşam" dediği an olduğunu çok keyifli anlatırdı. Deniz Bey'in zincirleme şekilde en azından köklü üniversitelerde 3-4 saatlik "Atatürk Konferansları" vermemiş olması içimde kalan bir uhdedir.

× × ×

Ve "Baykalcı" değil, "Denizci"ydi... Anı, duygu, düşünce ve yaşanmışlık çok... Burada ancak minik bir kısmını yazabildim sadece. Ben siyasetçilerin "siyasi icraatları ve kararları" kadar insani yönlerinin de irdelenmesi gerektiğini düşünüyorum. O nedenle "Siyasetçi Baykal" yerine "İnsan Deniz"i daha çok anlattım.

Zaten o da sevdiklerine, yakınlarına, "Siz bana Deniz deyin, çünkü Baykal'ın hizbi var, Deniz'in bir şeyi yok" diye espri yapardı.

Ancak neylersiniz ki hayat, zaman, kader gibi kavramların, "zalim" akışların kimseleri dinlemeyen bir kendi iç dinamiği vardır...

Akar, akar ve bir gün bakarsınız ki, "deniz" bitmiştir...

Bu fani dünyadan bir Deniz Baykal geçti, vesselam...
./.

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.