Mümtaz’er Türköne: "Erdoğan görevini halefine devretmek üzere seçim kararı almak zorunda"
Mümtaz’er Türköne, Turkish Post’taki yazısında AK Parti’nin 23 yıllık iktidarını değerlendirdi. Türköne, Türkiye’de demokrasinin ve hukuk devletinin ciddi şekilde zedelendiğini belirterek, “Erdoğan görevini halefine devretmek üzere seçim kararı almak zorunda” ifadeleriyle iktidarın artık sürdürülemez hale geldiğini savundu.
Mümtaz’er Türköne, Turkish Post’taki yazısı şöyle:
İçinden elbette iyi şeyler de çıkacak; ancak bugünün verese hesaplamalarında yekün hanesine yazılanlar boğucu, bıktırıcı bir duman tabakasının altında saklanan kötü şeyler. 23 yılın somut mirası olarak çökmüş bir ekonomiyi kalın kontürleriyle resmetmek yeterli. Ekonomik tablo bir sonuç, sebeplere indiğiniz zaman otokrasinin, ahbap-çavuş ilişkilerinin (crony kapitalism), keyfe ma yeşa işleyen otokrasinin yol açtığı adaletsiz ve hukuksuz bir Türkiye manzarası var.
Kötü bir miras.
Sonuç olarak uzun iktidar yılları ve kalıcı başarılar değil, kalacak mirası iktidar değişim sürecini ifade eden “geçiş dönemi”nde yaşayacaklarımız belirleyecek.
19 Mart operasyonlarını bir ölçü olarak alabilirsiniz: İktidarı namuslu bir şekilde (nomos, yani yasa ile namus aynı Yunanca kelimeden gelir) teslim etmemek için başka neler yapabilirler?
Bu sorunun cevabını arayalım.
General Ekonomi
19 Mart operasyonu Napolyon’un Rusya seferine benzedi. “General Kış’a yenildim” demişti Napolyon, sonu ağır bir hezimetle biten bu savaş için. Fransız ordusunu, gerçekten de buz gibi Rus steplerinin soğuğu perişan etmişti. Bizimkiler de “general ekonomi”ye yenilmiş oldu. Hesapların hiçbiri tutmadı.
Tekrar kendi gündemlerimize dönüyoruz.
Üç temel değişkeni takip ediyoruz. Birincisi Suriye’nin tetiklediği Çözüm Süreci; ikincisi düze çıkma umutlarını kaybeden ekonomi; üçüncüsü de Trump’ın elindeki kepçe ile karıştırdığı dünyada oluşan yeni dengelerin Türkiye’yi AB’ye doğru itmesi. Üçünün elbirliği ile Saray’ı zorladığı tek istikamet var: Demokratik hukuk devletinin bütün köşe başlarını tutup bu üç alanı da hakimiyeti altına alması.
Bu üç temel değişken elbirliği ile otokrasinin altını oyuyor. Erdoğan’ın elindeki güç hızla eriyor. Bu yol tek istikamet. Geri dönüşü yok.
Koskoca bir enkaz yığını ile karşı karşıyayız.
Bu enkazın üzerine kurulup kimse tükenmiş bir güçle hükümet edemez.
Geleceğin ismi de cismi de önemli değil, iktidar değişecek.
Hangi güç?
Gözle görülecek kadar somutlaştıralım.
Erdoğan’ın elinde tuttuğu güç, İmamoğlu ve ekibini, gazetecileri, muhalifleri sabah baskınlarıyla tutuklayıp hapse atmaktan ibaret.
Başka bir gücü var mı?
İktidar dediğimiz güç pratiği alanıdır.
Erdoğan’ın gücü tutuklamalar dışında nerede kendini gösteriyor?
Çözüm Süreci ona rağmen, Bahçeli’nin zorlamaları, sevk ve idaresiyle sürüyor.
Çökmüş olan ekonomi zaten Mehmet Şimşek’e emanet, krizi sona erdirecek tek bir enstrüman bile Erdoğan’da yok. Tersine, siyasi hesaplar ve müdahaleler piyasayı boğaların koştuğu züccaciye dükkanına çevirdi. Her müdahale işleri daha da kötü hale getiriyor.
Trump’ın karıştırdığı dünyada Türkiye’nin yeri pek parlak değil. İstikbalimiz tek alternatif olarak Avrupa Birliği’ne bağlanmış durumda. Avrupa Birliği’ne yönelmek, otokrasinin vazgeçmekle mümkün. Osman Kavala, Selahattin Demirtaş yargı kararlarına rağmen içerdeyken kiminle hangi boyutta ilişki kurabilirsiniz.
Üç değişken de hukuk diyor, demokrasi diyor, temel haklar düzeni diyor.
Oluşturduğu statüko ile bu iktidarın inşa ettiği gecekondu yıkılmadan yerine düzenli bir devletin caydırıcılığını ve inandırıcılığını nasıl yerleştirebilirsiniz.
Yargı normalleşmeli
Soyut bir durum veya gizli saklı tutulan bir gerçek değil. Hukuku uygulamakla sorumlu yargı, tam tersine siyasi operasyonların aracı haline getirerek hukuk devletini ortadan kaldırıyor. Adli sistemimizde, hukuk devletinin vazgeçilmez prensiplerinin neredeyse hiçbiri işlemiyor.
Varlık sebebi yargı mensuplarının özlük haklarını, tayin ve terfilerini siyasi iktidarın etki alanı dışında tutmak olan HSK, iktidarın beğenmediği kararlar veren yargı mensuplarını hemen görevden alarak tam tersini yapıyor. Son zamanlarda iktidarın baskı politikası ile uyumlu kararlar vermeyen hakimlerin aynı gün içinde başka yerlere sürülmelerini alt alta yazıp toplamanız durumu göstermek için yeterli.
Bağımsız yargının dayandığı temel prensiplerden biri “doğal yargıç” ilkesidir. Savcı ve yargıç özel olarak belirlenmez, o anda doğal şekilde kime düşerse davaya o yargı mensubu bakar. Doğal yargıç prensibi işlemiyor; temel hakları ihlal eden yargı tasarrufları özel olarak seçilmiş sınırlı sayıdaki yargı mensubunun tekelinde bulunuyor. Özel olarak belirlenen yargı mensupları ve çıkan sipariş kararlar.
Bu durum başından sonuna kadar devlet-millet bütünlüğü için açık bir tehdit oluşturuyor. Egemen güç olarak bir devletin hakim kılması gereken adalet ve güven ikliminin yargı tasarruflarıyla zayıflatılması başlıbaşına ciddi bir beka sorunudur.
Yargı, otokrasiye bağlı, muhalefeti düşman ilan eden bir hukuku uyguluyor.
Siyasetin aracı haline gelmiş yargı tasarrufları Türkiye’yi batırıyor.
Kritik futbol karşılaşmalarına yabancı hakem getirmek gibi, Cezayir’den savcı, Hindistan’dan yargıç transfer etmenize gerek yok. Türkiye’de yargıçlar var. Şikayete konu davalar sınırlı sayıda yargıcın tekelinde. Doğal yargıç prensibi işlesin, tartışmalı dosyaların yargıçları özel talimatlarla değil doğal sisteme göre seçilsin bütün kararların bir anda değişmesi mümkün.
Saray’ın elinde kalan yegane güç, siyaseti yargı eliyle tanzim etmekten ibaret.
Peki edebiliyor mu?
19 Mart operasyonunun sonuçlarına bakılırsa edemiyor. Tam tersine iktidarı yıpratıyor, meşruiyet ve itibar kaybına uğratıyor, zevalini çabuklaştırıyor. Halk desteği görünür şekilde azalıyor.
Çözüm Süreci
Sarayın lehine iş gören tek bir dinamik bile yok. Hepsi iktidarın boyunu fersah fersah aşıp kendi hükmüne göre Türkiye’ye biçim veriyor.
Çözüm Süreci’nin Erdoğan iktidarını erozyona uğratacağını, güç kaybına yol açacağını daha işin başında söylemiştim. Nitekim Erdoğan, ortağının yani Bahçeli’nin çelik iradesine rağmen direnebildiği kadar direndi. Sürecin Erdoğan’la sınavı devam edecek; ancak sonuç değişmeyecek. Çünkü her şey her şeyle bağlantılı.
Çözüm sürecinin altında Suriye, Suriye’nin altında ABD, İngiltere ve Fransa ile mutabık kalınan bölge düzeni var. Türkiye, kendisini içerde ve dışarda çok güçlü hale getiren böyle bir fırsatı heba edemez.
Kürdüyle, Türküyle hep birlikte uyum ve karşılıklı güven içinde yürüyeceğimiz geniş bir yol uzanıyor önümüzde. Kavga etmenin hiçbir anlamı kalmadı. Bölgesel gelişmeler, tarihin biriktirdikleri, tükettiğimiz acı tecrübeler hepimizi çözüme zorluyor. Bu kadar zor bir coğrafyada 40 yılın kanlı tecrübelerinden sonra Türkler ve Kürtler olarak önümüze gelen bu altın değerindeki fırsatı kaçıramayız.
Önümüzde duran görev, bir etnik problemi çözmenin çok ötesine uzanıyor. Şikayete konu olan bütün sorunları bir hamlede geride bırakacağız ve kıvancıyla tasasıyla kaya gibi yekpare hale gelmiş bir kader birliği inşa edeceğiz. Kader birliği, başınıza gelen her şeye eşit olarak dayanmak, mutluluğu da acıyı da paylaşılmaktır. Tasada ve sevinçte, bütün duygu anaforlarında aynı tepkileri vermek, dişinizi birlikte sıkmak, aynı şeye birlikte gülmektir.
Geçmişe bir sünger çekip yeni bir başlangıç yapma fırsatı yakaladık.
Türk Kürt ayırt etmeden aynı geleceğe aynı pencereden bakıyoruz.
Devletin egemenlik yetkilerini kullananların hepsi de bizimle aynı pencereden bakmak zorunda.
Bu sorunun hal yoluna konması, saray iktidarını ayakta tutan denklemi geçersiz hale getirdi. Çözüm Süreci, geçiş sürecini hızlandırıyor.
Geçiş döneminin dengeleri
Vakit de, aktörler de, dinamikler de ve hepsinin toplamı olan istikamet de Sarayın aleyhinde. Nitekim zaman hükmünü icra ediyor ve siyaset tarafların iradelerini, yapıp ettiklerini aşarak Türkiye’yi yeni bir başlangıca, dolayısıyla iktidar değişikliğine zorluyor.
Soru son derece basit: İktidar kendi kurduğu statükoyu değiştirebilir mi?
Değiştirebilirse ömrünü uzatabilir.
Statüko dediğimiz, yerleşik çıkar düzeni. Bu düzen bir kere kurulduktan sonra kuranların boyunu aşar. İsteseler de bu statükoyu yıkıp yerine yenisini inşa edemezler. Zaten iktidar değişimini zorlayan, statükonun ömrünü tamamlamasıdır.
Mevcut statüko zamanın ruhuna aykırı.
Sadece biz değil bütün dünya, kritik bir kavşakta döneceği istikameti tayin etmeye çalışıyor. Yeni bir gökyüzünün altında yepyeni bir yeryüzü şekilleniyor.
Türkiye sağa sola ve geriye savrulmalardan kurtulup önüne bakmalı. Engebeli, tehlikeli bu yolda karşımıza çıkan fırsatlar bir daha ele geçmeyebilir.
Bütün bu sıraladıklarımı en iyi görecek, takdir edecek ve gereğini yapacak kişi olarak Erdoğan’ın realizmine güvenebileceğimizi düşünüyorum.
İki seçeneği var: görevi halefine devretmek üzere seçim kararı almak. İkincisi değişime direnmek.
Siyaset mümkün olanın sanatıdır. İkincisinin mümkün olmadığını Erdoğan görüyor olmalı.
Türkiye’nin tam çeyrek yüzyılına damgasını vurmuş Erdoğan dönemi sona eriyor. Mümkün olanları en yalın haliyle kavrayan bir politik lider, bu durumda şık bir finale hazırlanır. Bırakacağı siyasi mirasın sağını solunu düzeltir. Geride kalanlara tutunacakları sağlam kulplar bırakır.
Nesnel şartlar başka bir seçenek bırakmıyor. İş Erdoğan’ın ferasetine ve basiretine kalıyor.
Öfkenin, düşmanlığın biriktirdiği küçük hesapları, alışkanlıkları bir kenara bırakıp şu geçiş sürecini elden geldiğince en az zararla atlatmaya çalışmaktan başka şansımız yok.
“Ne kadar hukuk, o kadar ekmek.”
Bu söz, iktidarın çözemeyeceği en temel paradoks. Ekmek, hukuk olmadan olmuyor. Hukuk ise otokrasinin dayanaklarını ortadan kaldırıyor. Böylece iktidarın çıkarları ile halkı doyuracak ekmek arasında amansız bir çelişki çözümsüz ağır bir yüke dönüşüyor.
Ekmek için hukuk üzerinde yükselen yeni bir statüko ve bunu kuracak ve hukuka dayanarak var olacak yeni dalga bir iktidar gerekiyor.
Sonra.
Geriye ne kalacak?
Onu da tam olarak bugünlerde yaşayacağımız tecrübeler belirleyecek.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.