DEM Partili Gülistan Kılıç Koçyiğit: Meclis’te ‘özet’ diye sunulan tutanağa dahlimiz de yok altında imzamız da yok

DEM Partili Gülistan Kılıç Koçyiğit: Meclis’te ‘özet’ diye sunulan tutanağa dahlimiz de yok altında imzamız da yok

DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, Cansu Çamlıbel'in sorularını yanıtladı. Koçyiğit, "Meclis’te ‘özet’ diye sunulan tutanağa dahlimiz de yok altında imzamız da yok" açıklamasında bulundu.

DEM Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, Cansu Çamlıbel'in sorularını yanıtladı. Koçyiğit, "Meclis’te ‘özet’ diye sunulan tutanağa dahlimiz de yok altında imzamız da yok" açıklamasında bulundu.

T24'te yer alan söyleşi şöyle:

Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, AKP, DEM Parti ve MHP’den birer üyenin dahil olduğu heyetin, 24 Kasım'da İmralı'da PKK lideri Abdullah Öcalan'la gerçekleştirdiği görüşmenin ardından dün ilk kez toplandı. Ve Öcalan ile konuşulanların sınırlı bir versiyonu Meclis’te okunmuş oldu. Öcalan ile görüşen meclis heyetinin DEM Partili üyesi ve partisinin Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit de bu oturumdaydı ve ‘özet’ metne itirazları Meclis Başkanlığı tarafından dikkate alınmayan siyasetçilerden biriydi.

Koçyiğit ve DEM Parti İmralı’ya gidip dönüldüğünden beri tüm tutanakların bir an önce hem kamuoyuyla hem de Meclis’te Komisyon üyeleriyle şeffaf şekilde paylaşılmasını savunuyordu. Meclis Başkanlığı, iktidar bloğunun tercihiyle, en azından Meclis zemininde Öcalan’ın sözünü sınırlandırmış olsa da Koçyiğit görüşmenin çok önemli bir bölümünü zaten geçen hafta Mezopotamya Haber Ajansı’na yaptığı açıklamayla kamuoyuna duyurmuştu. Şimdi mecliste konuşulmayanların ince detaylarını da bu söyleşide okuyacaksınız.

Gülistan Kılıç Koçyiğit’in aktarımlarına göre Meclis’te okunan ‘özet’in en fazla perdelediği şey Öcalan’ın Suriye’ye dair yorumları. Gülistan Hanım bunun neden yapıldığını anlamadığını söylese de benim anladığım ne AKP ne de MHP, Öcalan’ın Suriye’nin geçici lideri Ahmed El Şara konusundaki ‘diktatörleşebilir’ vurgusuyla birlikte SDG’ye önerdiği yolun detaylı tartışılmasını istemiyor. Zira Koçyiğit, YPG’nin de PKK gibi kendisini lağvedeceğine dönük bir cümlesini duymadıklarını anlatıyor. Belki de iktidar cenahının Öcalan’dan 24 Kasım’da duymayı beklediği asıl cümle buydu ya da buna yakın bir işaret bekleniyordu. Oysa Öcalan şu analizi yapmayı tercih etmiş: “Eğer Suriye de demokratikleşme olmazsa Şara da Esad gibi bir diktatöre dönüşebilir. Suriye’de sistem yine bir diktatörlüğe dönüşecekse de Kürt güçleri bunun bir parçası olmayacaktır.”

Belli ki süreç, iç politika kaynaklı çekişmelerden belki daha çok Suriye kaynaklı bir türbülanstan geçecek…


DEM Parti heyetinin, 27 Şubat'ta Öcalan'ı ziyaretinden sonra Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı'nın açıklandığı an

“Diğer arkadaşımızın tavrı talihsizlik, gizli saklı, utanılacak bir ziyaret değildi”

-24 Kasım gününe dönersek, sanıyorum herkesin aklında en çok kalan şey Adalet Kalkınma Partili heyet üyesi Hüseyin Yayman’ın sizler İmralı’da birlikteyken kendisini arayan gazetecilere “Ben gitmedim” demesi oldu. Gerçek birkaç saat içinde Meclis Başkanlığı açıklamasıyla ortaya çıksa da Yayman’ın tavrının neden olduğu soru işaretleri ortadan kalkmış sayılmaz. Bu tavrı DEM Parti olarak nasıl yorumladınız?

Biz bu ziyareti gizli kapaklı, utanılacak, sıkılacak bir ziyaret olarak hiçbir zaman düşünmedik. Oldukça meşru, gayet açıktan yapılması gereken bir ziyaret olduğunu düşünüyoruz. Gidiş kararı Komisyon’da nitelikli çoğunlukla alındı. Basına açıklanan bölümde de her parti kendi görüşünü açıklıkla kamuoyuna da ifade etti, gidilmesi gerektiğini düşünenler de gidilmemesi gerektiğini düşünenler de. O anlamda aslında kamuoyunun görmediği ya da bilmediği bir tablo da yok. Bu sürecin sonunda da net bir şekilde Ada’ya gidilmesinin koşulları oluşmuş oldu.

Tabii ki gittiğimiz gün, güvenlik gerekçesiyle önceden kamuoyuna duyurulmadı. Ama biz ziyaretin gerçekleşmesinin ardından, ilk andan itibaren, Meclis Başkanlığı tarafından mutlaka basın duyurusu yapılmasını gerektiğini söyledik. Bu duyuru da nihayet akşam saatlerinde yapıldı. O arada günün trafiği içinde “Gitmedik, orada değiliz” gibi beyanları doğru bulmadık. İllaki bir şey demek zorunda değildik. Yani heyetteki hepimiz telefonlarına çok sayıda mesaj geldi, çok arayan oldu. Ama Meclis Başkanlığı’nın duyurusundan önce yapılanı doğru bulmadım, bulmadığımı da söyledim. Diğer arkadaşımız ise bunu tercih etmedi. O anlamda da bir talihsizlik oldu.

“Bu durum nedeniyle meselenin özünün gölgelenmiş olmasından üzgünüz”

-Tabii orada Hüseyin Yayman’ın kişisel pozisyonundan ziyade iktidar partisinin tavrı tartışıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Adalet Kalkınma Partisi’nden tam bir sahiplenme görülmediği için de tartışma büyüdü. Doğaldır ki Yayman’ın kamuoyunu yanıltan beyanı Erdoğan’ın isteksizliğinin, çekimserliğinin bir yansıması olarak yorumlandı. Sizce bu okuma yanlış mı?

Böyle bir bakış açısı nedeniyle mi böyle bir tutum aldı yoksa o günkü güvenlik kaygısı nedeniyle mi bunu yaptı, bunu bilme durumum yok açıkçası. Ama tabii ki bu bahsettiğiniz algıyı besleyen başka nedenler var mıdır, o siyasi pozisyon alış bunu etkilemiş midir? Onu sanırım en iyi kendisi yanıtlayabilir. Fakat bu durum nedeniyle meselenin özünün gölgelemiş olması nedeniyle üzgün olduğumuzu ifade edeyim. Çünkü bu ziyaretin kendisi çok tarihi bir ziyaretti, çok kıymetli bir ziyaretti. Tarihi bir eşiği, kritik bir eşiğin aşılmasına yol açan bir ziyaretti.

“Ziyaretimiz Öcalan’ın siyasi aktör olduğunun teyididir, Kürt sorununun siyasal sorun olduğunun da tescilidir”

-O yolu açtı mı peki ziyaret yine de?

Açtı.

-Aşılan eşiğin ne olduğunu detaylandırmanızı rica edeceğim. Size göre Meclis Komisyonu’ndan bir heyetin kendisini İmralı’da ziyaret etmiş olması Abdullah Öcalan’ın artık siyasette bir muhatap olarak görüldüğünün, yani Öcalan’ın siyasi rolünün teyidi midir?

Evet, bu aynı zamanda Kürt sorununun aynı zamanda bir siyasal sorun olduğunun tescillidir bence. Aynı zamanda Sayın Öcalan’ın bir siyasi aktör olduğunun da teyididir bu ziyaretin kendisi. Çünkü Türkiye’de genel olarak “Şiddet ve çatışma sonlanırsa, Kürt sorunu da biter” gibi bir çıkarsama yapılıyor. Bir siyasal çözüm arayışımız varsa- ki bu olmalı- o zaman bu siyasal çözümünü konuşacağımız kişinin bizzat kendisi Sayın Öcalan’ın kendisidir, diğer bütün aktörlerle beraber.

“Komisyon isterse 51 kişiyle görüntülü görüşme yapılmasını kurullarımızda değerlendiririz, artık çoklu iletişim kanallarının hayata geçmesi gerekiyor”

-Komisyon’un misyonun sonuna gelinmekte olduğunu anlıyoruz. Öcalan başka bir formülle yeniden dinlenebilir mi, onu henüz bilmiyoruz. Varsayalım ki bu sizin Komisyon açısından Öcalan’ın dinlendiği tek görüşme olarak kalacak…bu durumda sizin DEM Parti olarak hayal ettiğiniz biçimde mi gerçeklemiş oldu bu görüşme? CHP ve Yeni Yol’un katılmaması, iktidar partisi mensubu Yayman’ın en başta gitmediğini söylemesi sakatladı mı gidişi? Baştan beri DEM Parti’nin itiraz ettiği Öcalan’ın tüm Komisyon tarafından video konferans yöntemiyle dinlenmesi yeniden gündeme gelebilir mi mesela?

Biz Sayın Öcalan’a bizzat gitmenin ve yüz yüze görüşmenin daha doğru olacağını hep söyledik. Bu anlamda bu ziyaret gerçekleşti. Bundan sonra eğer Komisyon isterse, söylediğiniz türden bir dinlemenin yapılması konusunu biz de kurullarımızda değerlendiririz. Henüz bu değerlendirmeyi yapmadık. “51 Komisyon üyesi SEGBİS ile dinlesin” gibi bir kanaat ortaya çıkarsa, biz illa “Hayır olmaz” gibi bir yerden meseleyi ele almayız. Kurullar buna karar verebilir. Bu konuda açık olan şey ise şu; artık gerçekten çoklu iletişim kanallarının hayata geçmesi gerekiyor. İşi buradan çıkartıp, gidiş gelişlerin önünü açan, bunu normalleştiren, sürecin ihtiyaçlarına uygun bir mekanizmayı kurmak gerekiyor. Ben isterim mesela CHP ya da Yeni Yol Grubu, “Biz kendimiz gidip tartışmak istiyoruz” desinler. Hiç olmaz ama…ben isterim bunu düşünmelerini.

“Yeni Yol grubunun tavrı şaşırttı, o güne kadar üç partiden de ‘Hiç gidilmesin’ gibi bir geri bildirim almamıştık”

-İtiraz edenlerin çoğunun temel rezervinin “Seçilmişler Öcalan ile eşitlenmemeli ve ayağına gitmemeli” olduğunu gördük. CHP’nin üye vermeme ihtimali biraz bekleniyordu belki ama Yeni Yol’un tavrı daha büyük sürpriz oldu sanki değil mi? Şaşırdınız mı?

Evet, şaşırttı çünkü üç partinin genel başkanlarının da kamuoyuna İmralı’ya gitmekle ilgili açıklamaları vardı. Özellikle de Sayın Ali Babacan gidilmesi gerektiğini ilk söyleyenlerden biriydi. Davutoğlu da yine aynı şekilde söyledi. Biz de temaslarımızda gidilebileceğine dair geri bildirim alıyorduk. Hiç “gidilmesin” gibi bir izlenim almadık yani. Şimdi konuşmalardan edindiğim izlenim ise meseleyi parti kurullarından geçiremedikleri yönünde. Biraz orada herkesin dönüp yeniden aynı yere hapsolduğuna dair bir izlenimim var; taban hassasiyetine. Oysaki böyle süreçler taban hassasiyetini aşmayı gerektiren süreçlerdir. Bizim tabanımızda da dünya kadar hassasiyet var. Ama biz hassasiyetlere takılarak, hassasiyetleri süreçlerin önüne koyarak gerçekten bu toplumun geleceğini nasıl inşa edileceğiz ki? Bugün eğer bir hassasiyetimiz olacaksa bence o hassasiyetimiz ortak olmalı ve o da barışı kurma hassasiyeti olmalı. Kürt sorununun demokratik çözümü hassasiyeti olmalı. Bunun dışındakilerin hepsi seçim kaygısı ve oy kaygısıyla ilgili hassasiyetler olur ki ben onun yeniden barışı ıskalamak gibi riskler doğurabileceğini düşünüyorum. Bunları bir yere kadar anlamakla beraber asla kendi adıma hak vermediğimi ifade etmeliyim.

“Şamil Tayyar’a yazdıklarını birilerinin söylediğini düşünüyorum”

“Kamuoyundaki algıları yönetmeye çalışan bir akılla söylenmiş şeyler, tamamen tahrif edilmiş, yalan bilgi”

-Gelelim Şamil Tayyar’ın malum X paylaşımına. Gerçi sonradan sildi o mesajı ama belli ki AKP içinden birilerinden bilgi alarak yazmıştı. Hükümet cenahında birilerinin görüşmeyi Tayyar’a bu şekilde aksettirdiği kanaati oluştu mu sizde de?

Bu kadar şeyi kendisi oturduğu yerden yazıyorsa, bu bir problem. Düşünün hiçbir bilginiz yok, siz gitmemişsiniz, görüşme kaydını görmemişsiniz, oturuyorsunuz ve hayal dünyanızda bir şeyler gelişiyor ve bunları yazıyorsunuz… Ama yok, bunları birileri söylediyse kendisine, bu da ayrı bir problem- ki ben birilerinin söylemiş olma ihtimalinin daha güçlü olduğunu düşünüyorum açıkçası. O nedenle de hemen söyleyeyim; yazılanların çarpıtılmış, olmamış şeyleri olmuş gibi gösteren, kamuoyundaki bazı algıları yönetmeye çalışan bir akılla söylenmiş şeyler olduğunu düşünüyorum. Çünkü hiçbir şekilde yaptığımız görüşmenin içeriğiyle attığı tweet arasında bir gerçeklik bağı yok. Tamamen tahrif edilmiş, tamamen yalan bilgi.


İmralı'da Öcalan'la görüşen komisyon üyeleri AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Yayman, DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız

“Feti Bey ve Hüseyin Bey’in de defterleri vardı, onlar da not aldılar”

-Sizinle ilgili kısmını özellikle sormak istiyorum ama bir kadın olarak kendisinin kullanmış olduğu ifadeleri aynen tekrar etmeyi istemem. Özetle, sanki Öcalan’ın size adeta bir kâtip gibi davrandığını ve not aldırdığını iddia etmişti.

Kesinlikle olmadı böyle bir şey.

-Tahmin ediyorum siz not aldınız ama…

Tabii ki, tabii ki. Ben daha ziyade ekipteki diğerlerine soru sorulmasına fırsat sunan şeylerle ilgili daha detaylı not aldım. Ama aynı zamanda Hüseyin Bey ve Feti Bey’in de defterleri vardı önlerinde ve onlar da notlarını aldılar. O anlamıyla Sayın Öcalan’ın hiçbirimize “Şunu not alın, bunu not alın” ya da “Sen bunu yaz” gibi bir sözü olmadı yani.

“Erdoğan’ın iradesine ve Bahçeli’nin katkısına özel atıf yaptı”

-Pekâlâ, Tayyar’ın yazıp sildiklerinin şu kısmında bir gerçeklik payı var mı yok mu? “Öcalan, Cumhurbaşkanımızın ‘temkinli’ tutumuna birinci çözüm sürecindeki olumsuzluklar nedeniyle hak vermiş, desteğinin tarihi nitelikte olduğunu ifade etmiş.” Bu tür bir vurgusu oldu mu Abdullah Öcalan’ın?

Bu konuyla ilgili “Şunu anlıyorum, bunu anlıyorum” gibi bir değerlendirme yapmadı Sayın Öcalan. Bunu net söyleyelim. Ama onun iradesine ve Sayın Bahçeli’nin sürece yönelik katkısına özel atıf yaptı.

-Buradan sizin Öcalan’ın söyledikleri konusunda Mezopotamya’ya verdiğiniz demece geçmek istiyorum. Siz Öcalan’ın “Sürecin başarısız olması durumunda darbe mekaniği devreye girecektir ve bu en nihayetinde birçok kesime de yönelecektir” dediğini aktardınız. 2013–2015 yılları arasındaki çözüm sürecini ve oradaki çözüm karşıtı odakların süreci nasıl sabote ettiğini hatırlatmış. Öcalan buradan hareketle Tayyar’ın öne sürdüğü gibi Erdoğan’ın temkinli halini anladığını ima etmiş olabilir mi?

Birilerinin zorlandığına dair bir ifadesi olmadı. Darbe mekaniği meselesine ise geçmişe referansla “Bu sefer de olmazsa darbe mekaniği devreye girebilir” gibi bir yerden değindi.

“Süreci bozmak isteyen etkenlere ve güçlere dikkat çekti, öyle detaylı darbe analizi yapmadı”

-Türkiye yakın tarihinde çok farklı darbeler yaşadı ve hepsi iktidar partisini ya da koalisyonunu hedef alan müdahalelerdi. Yine benzer bir askeri müdahale olasılığını mı kastetti sizce? Ya da tam olarak neyi kastetti, siz anlayabildiniz mi?

Ben daha çok siyaseten sürece öncülük yapanların hedef alınabileceğini anladım. Yani bir siyasi darbeyi kastetti. Bana kalırsa burada sadece süreci bozmak isteyen etkenlere ve güçlere dikkat çekmek istedi. En nihayetinde sürecin başarısız olmasını isteyenler de boş durmuyorlar. “Dikkat etmek gerekir” dedi yani. Öyle detaylı bir darbe analizi yapmadı.

“CHP’ye yönelik konuları detaylandıracak zamanımız olmadı”

-Öcalan’ın “darbe mekaniği” vurgusunu bu kadar detaylı sormamın sebebi iktidarın özellikle 19 Mart’tan bugüne kadar yol verdiği bazı siyasi davaların bizatihi kendisinin süreç açısından risk doğurduğu realitesi. HDP eski eş genel başkanları Demirtaş ve Yüksekdağ’ın tutukluğu sürerken, CHP’li belediye başkanlarının tutuklu yargılanmasında ısrar edilirken, gazeteciler yorumları nedeniyle hapis cezasını çarptırılırken Öcalan’ın hala bunların yerine iktidar sahiplerine karşı darbe olasılığından bahsetmesi biraz çelişkili bir durum değil mi? Demokratik kurumların ve yargı kararlarının hiçe sayılıyor olmasıyla ilgili bir endişe beyanı ya da uyarısı da oldu mu mesela Öcalan’ın?

Sayın Öcalan’ın CHP’ye yönelik görüşlerini geçmiş süreçte bizim heyetimize değerlendirdiğini biliyoruz. Ama bizim gidişimizde bu konuları bu kadar detaylandıracak zaman olmadı açıkçası. Hem yürüyen yargı kararları üzerinden onun hukuksuzluklara bakışını hem CHP’ye yönelik operasyonları konuşma şansımız olmadı. Bu sorduğunuz “darbe mekaniği” noktasında Sayın Öcalan geçmişte Erbakan ve Özal ile yürüttüğü süreçlerin akamete uğradığını yine 2015’teki sürecin akamete uğradığını hatırlatarak bu sürecin de risklere açık olduğunu söyledi. Yani yaptığı çok daha genel bir değerlendirmeydi. Ama görüyorsunuz bu sürecin de başarısız olmasını isteyenler boş durmuyorlar. “Her şey bitti, ortam süt liman, artık her şeye hakimiz” gibi bir yerden bakmamak gerektiğine ilişkin diye bir genel uyarı olarak kayıtlara geçirmek daha doğru olabilir.

-Daha önce anlattınız ama ben burada da bir kez daha kayıtlara geçirin isterim. Görüşme sırasında siz, Feti Yıldız ve Hüseyin Yayman yan yana oturdunuz, Öcalan ise karşınızda. Sadece sizler vardınız, MİT yetkilisi görüşmeye girmedi. Ve de görüntülü kayıt alınmadı.

Yok alınmadı, sadece ses kaydı alındı.

“Bize yolda eşlik eden yetkiliye bir fotoğraf çektirmenin iyi olacağını söyledim”

“Devletin böyle bir belgenin arşive kalmasını tercih edeceğini düşünmüştüm”

-Ya da size öyle ifade edildi. Ben açıkçası devletin siz konuşurken o odayı canlı izlediğini düşünürüm. Ama size beyan edilen üzerinden devam edelim…Tek bir kare bile fotoğraf çekilmemesi normal mi?

Evet aslında ben, yolda bize eşlik eden yetkiliye bu görüşmenin tarihi bir anlamı olduğunu ve bir fotoğraf çektirmenin çok iyi olacağını söylemiştim. Ama görüşme sırasında ben yeniden söylemeyi unuttum anın heyecanıyla. Yine de mutlaka çekileceğini düşünüyordum. Nasılsa devlet de arşive kalacak böyle bir belgeyi almayı tercih eder diye düşünüyordum açıkçası. Sayın Öcalan’a veda edip dışarıya çıktığımızda aklıma geldi ama artık geç kalmıştım. En nihayetinde çekilmemiş oldu fotoğraf.


Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu

“Öcalan’a göre Suriye’de demokratikleşme olmazsa Şara bir diktatöre dönüşebilir”

-Anladığım kadarıyla Feti Yıldız ve Hüseyin Yayman sorularıyla Öcalan’ın YPG’ye de silah bırakma çağrısı yapma niyeti olup olmadığını anlamaya çalışmış. Sizin anlattıklarınızdan sürdüğüm izler beni o noktaya götürüyor. Öcalan ise SDG yönetimi ile geçici Şara yönetimi arasında imzalanan 10 Mart mutabakatının uygulanmasını söylemekle yetinmiş. Hatta diyorsunuz ki Öcalan, “Demokratikleşme olmazsa Şara’nın neye dönüşeceğini ifade etti”. Neye dönüşebilirmiş El Şara, Öcalan’a göre?

Diktatöre. Bu ifadeyi kullandı.

“SDG’nin iki güce ayrılabileceğini; birinin merkezi orduya entegre olabileceğini, diğerinin ise bölgede yerel asayişi sağlayabileceğini düşünüyor”

-SDG’nin yeni Suriye merkezi ordusuna entegrasyonun nasıl olabileceği üzerine konuşurken ordu ile yerel asayiş güçleri arasında bir ayrım yapmış. “İkili düşünebilirsiniz. Biri Savunma Bakanlığı’na ordu olarak entegre olacak. Yerel asayiş güçleri ise İçişleri Bakanlığı’na bağlı yerel asayiş olacak” demiş. Bu bana Irak Kürdistan’ındaki modeli anımsattı. Zira peşmergenin bir kısmı Bağdat’a gitti ama bir kısmı da özerk bölgenin güvenliğini sağlıyor. Yanlış bir benzetme mi?

Askeri gücün orduya entegre olabileceğini, onun dışında da bölgenin kendi asayiş güçleri olabileceğini söylüyor. Hatta bunu konuşurken “Türkiye’de sanırım bekçiler var” dedi. Bahsettiği şu; bir güç merkezi orduya katılacak bir diğer güç ise yerel savunma hattını yapacak ve asayişi sağlayacak.

“YPG’nin de kendini PKK gibi lağvedeceğini söylemedi”

-Şimdi Öcalan’ın bu cümlelerini süzdüğümde YPG’nin kati suretle bütün silahlarını bırakması gerektiğine dair bir söyleme ulaşmıyorum kendi adıma. Yani Öcalan genel bir çerçeve çizmiş ve net bir söylemde bulunmamış. Hatta Şara’nın bir diktatöre dönüşme potansiyeline değinerek işlerin Suriye’de nasıl gelişeceğini izleyeceği sinyalini vermiş. Ezcümle, Öcalan YPG koşulsuz şartsız tüm silahlarını bırakıp kendini PKK gibi lağvedecek dememiş. Doğru mu?

Doğru.

“Suriye’de sistem yine bir diktatörlüğe dönüşecekse Kürt güçleri bunun bir parçası olmayacaktır; Öcalan’ın demek istediği bu”

-O halde şu yorum da doğru olur mu; Şara’nın diktatöre dönüşme eğilimi göstermesi durumunda YPG zaten silah bırakmaz. Söyledikleri tersten okunduğunda Öcalan bunu da ima etmiş olmuyor mu?

Hayır aslında şöyle; Suriye’de Hafız Esad döneminden bu yana Esad ailesinin hanedanlığına dair bir değerlendirme yaptı. “Bir aile hanedanı oldular. Ve görüyoruz işte Suriye bölgenin en yaralı, en acılı coğrafyası. Bugün de Şara'nın dönüştüğü söyleniyor. Eğer gerçekten dönüştüyse o zaman demokratikleşmenin olması gerekiyor dedi. Ama eğer demokratikleşme olmazsa Şara da bir diktatöre dönüşecektir dedi. Öyle bir durumda neler olabileceğini biliyoruz” dedi. Sayın Öcalan orada, Suriye’deki bütün halkların kendi kimlikleriyle katılabilecekleri demokratik bir sistemi kastetti. Ama bunun olmaması durumunda olacak şeyi de açık ve net söyledi; bir diktatörlük. Yani başka bir Esad yönetiminin yeni bir isimle, yeni bir formülle devamı.

Sonuçta Sayın Öcalan’ın genel değerlendirmeleri Türkiye açısından da Suriye açısından da Kürt halkı açısından da hep demokrasi vurgusu içeriyor. “Demokratik cumhuriyet” derken de böyle, “demokratik komüner birliği” derken de… Yani demokrasi onun olmazsa olmaz gördüğü temel bakış açısını oluşturuyor. O anlamda Suriye’deki sistem yine bir diktatörlüğe dönüşecekse tabii ki bu diktatörlüğün bir parçası olmayacaktır Kürt güçlerinin kendisi.

-O halde Öcalan’ın Suriye için yol haritası nedir? Siz tam olarak ne anladınız?

Çok açık ve net bir şekilde şunu söyleyebilirim; demokratik bir Suriye. O zaman burada askeri bir sorun da kalmayacaktır. Yani YPG orduya mı entegre olmuş yoksa asayiş mi olmuş hususu ikinci, üçüncü, dördüncü gündem olacaktır. Çünkü zaten demokratik bir birlik sağlanmış olacaktır.

“Kendi kafasında tasarladığı bir demokratik sistem hedefi var ve bunu Kürtlerin olduğu bütün coğrafyalar için öneriyor, Türkiye için de Suriye için de Irak için de”

-Benim kulislerden duyduklarım üzerine şöyle bir izlenimim oldu aslında iktidar cephesi YPG konusunda daha net bir yol haritası duymak istiyordu Öcalan’dan. Sizce Feti Yıldız ve Hüseyin Yayman’ın sorularının arkasında lağvedilecek unsurlar arasında YPG’nin de olduğuna dair bir mesaj almak mı vardı?

Onların sormuş olmasında bir beis yok bence. Tüm kamuoyu da tartışıyordu, Komisyon’da da çokça konuşuldu. Dönüldüğünde muhtemelen “Bunu neden sormadınız?” denilirdi sormasalardı. Bu soru aslında o anlamıyla niyetten bağımsız olarak doğru bir soru. Ama dediğim gibi Sayın Öcalan buradaki perspektiflerinde çok açık ve net. Türkiye açısından, Suriye açısından ve Irak açısından demokratik bir sistem arayışı var. Kendi kafasında tasarladığı bir demokratik dönüşüm hedefi var ve bunu Kürtlerin olduğu bütün coğrafyalar için öneriyor açıkçası. Bu çerçeveden bakılınca Türkiye kamuoyunun çok öncelediği silah meselesi aslında orada bir detaya dönüşüyor. Yani asıl meselenin özünü biz kaçırarak tartışıyoruz. Sayın Öcalan bir kez daha bize “Meselenin özüne dönün” çağrısı yaptı aslında. Meselenin özü orada nasıl bir sistem olacağı. “Şara dönüştüğünü söylüyor. Bu dönüşüm demokratik olacaksa hay hay, bir sorun yok. Ama bu demokratik bir dönüşüm değilse götüreceği yer diktatörlüktür. O diktatörlüğün altında da hiç kimsenin yaşama şansı yoktur” diye bir belirlemede bulunmuş oldu.

-Mazlum Kobani ve İlham Ahmed’in isimlerini zikrederek, YPG-PYD'nin üst düzey yönetiminin kendisini dinleyeceğini mi söyledi?

Evet “Beni dinlerler, beni önemserler” dedi.


Gülistan Kılıç Koçyiğit

“‘Benim Kuzeydoğu Suriye yönetimindekilerle iletişim olanaklarım arttırılmalı’ dedi”

-Zaten kamuoyuna sızan tutanaklardan anladığımız Öcalan video konferans yöntemiyle Mazlum Abdi ve İlham Ahmed ile ve hatta Kandil’deki bazı isimlerle görüşüyor. Bahsetti mi bu görüşmelerden?

Sayın Öcalan “Benim görüşmem gerekir. Ancak görüşerek, konuşarak süreçler yürür. O anlamda benim tabii ki Kuzeydoğu Suriye’nin yönetiminde bulunanlarla iletişim olanaklarımın artması gerekir” dedi. Ama detay vermedi.

-Avukatı da geçen hafta tecrit koşullarının gevşetildiğinden bahsetmişti. Tam olarak neyi kastetti biliyor musunuz?

Aile gidip gelmeye başladı biliyorsunuz. Avukatlar çok uzun süredir gidemiyorlardı. En son 2019 yerel yönetim seçimlerinden önce gitmişlerdi. Şimdi avukatlar gidip gelmeye başladı. Doğal olarak İmralı heyetimiz gidiyor. Biraz bunlar kastedilerek söylenmiş bir şey o.

-Peki, kendi koşullarıyla ilgili iletişiminin kolaylaştırılması dışındaki beklentilerini dile getiren bir cümlesi oldu mu ziyaretiniz sırasında?

Süreci ilerletebilmesi için koşullarının değişmesi gerektiğini söyledi. Biz de zaten bunu söylüyoruz. Mevcut koşullarda süreci yürütmenin zorluğu açık ve net. Çok güvenlikli bir cezaevinde bulunuyor ama çok temel, çok tarihsel bir meselenin çözümü için çalışıyor ve çabalıyor. Bunun için çalışma koşullarının düzenlenmesi gerektiğini ifade etti. Biz de zaten hep söylüyoruz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ‘umut hakkı’ kararı var. Konsey de karar aldı. Bu ilkenin tanınması gerekliliği bizim açımızdan çok açık ve net.

“Selahattin Demirtaş şu anda yanımızda olmalıydı ve süreci birlikte topluma anlatabilmeliydik”

“Süreç karşıtlığına dönük argümanları hükümet bizzat kendisi üretiyor”

-Hazır siz AİHM’in başka bir kararına atıfta bulunmuşken aynı mahkemenin Selahattin Demirtaş kararı da var biliyorsunuz. Ve beklenti ekim ayı başında Türkiye’nin devlet olarak itirazlarını çekmesi, Demirtaş ve Yüksekdağ’ın yeni bir düzenlemeye ihtiyaç olmadan tahliye olmaları yönündeydi. Olmadı. Hatta iki hafta önce Selahattin Demirtaş hakkında cumhurbaşkanına hakaretten yeni bir dosya düzenlendi. Bunun DEM Parti açısından anlamı nedir?

Çok anlamı var. Çok açık ve net söyleyeyim. Türkiye’de süreç karşılığı dair bir hat olduğunu biliyoruz ki normalde bu hattın ürettiği çok bir argüman yok. Ama bunu hükümet kendi üretiyor. 19 Mart’ta başlayan operasyonlar, basına yönelik hukuksuzlukların kendisi, kayyımlardan geri adım atılmaması, ‘kent uzlaşısı’ gibi garabet davalar açmak…işte bu argümanların her birini de bizzat hükümetin kendisi üretiyor. Şimdi bu argümanların üzerine bir de kamuoyunda bu kadar beklenti yükselmişken, zaten 2016’dan beri hiçbir suç olmadan cezaevinde tutulan Sayın Demirtaş ve diğer arkadaşlarımızın tutukluluğunun devamını sağlayacak yeni yollara tevessül etmenin kendisi tam da buna hizmet ederler. Sayın Demirtaş şu an bizim yanımızda olmalıydı, bu süreci topluma anlatmalıydı, barışı birlikte konuşmalıydık, barışı birlikte anlatmalıydık. Sonuçta çok etkili bir aktör bu siyasal hareketin içerisinde. Aynı zamanda Türkiye'nin çok farklı çevrenin tarafından da sevilen, sayılan, önemsenen bir aktör. Şimdi dışarıda bu süreç için canla başla çalışması gerekirken onu ısrarla cezaevinde tutmanın kendisi tam da süreçte suları bulandıran, akılları karıştıran, güvensizliği derinleştiren ve süreç karşıtı olan güçlerin eline de çok ciddi bir argüman veren bir durum. Gerçekten bundan ne murat edildiğini anlayamıyoruz. Akıl tutulması. Burada sürecin selametini gözetsek, Sayın Demirtaş’ın çıkması gerekir.

“Meclis’te ‘özet’ diye sunulan tutanağa dahlimiz de yok, altında imzamız da yok”

“O metin görüşmenin ruhunu yansıtmaktan uzak”

-Tekrar 24 Kasım 2024 tarihinde İmralı’da Abdullah Öcalan ile yaptığınız görüşmeye dönelim. Siz DEM Parti olarak döner dönmez Komisyon’un ivedilikle toplanmasını ve tutanakların tam olarak Komisyon toplantısında açıklanmasını istediniz. Ancak toplantı iki kez ertelendikten sonra ancak ziyaretten 10 gün sonra 4 Aralık tarihinde yapılabildi. Bu sefer de tutanak krizi çıktı. Zira Meclis Başkanlığı, size göre ‘görüşmenin bütünlüklü ruhunu aksettirmeyen bir biçimde’ kısaltarak tutanağa geçirdi. Nedir tam olarak sorun sizin açınızdan?

Bizim üç üye olarak altına imza aldığımız 16 sayfalık bir tutanak vardı ve bu tutanak Meclis Başkanlığına teslim edildi. Bu yeni çıkan ve özet diye ifade edilen tutanağa hiçbir dahlimiz ve altında hiçbir imzamız yoktur. Bu metnin dizaynında hiçbir dahlimiz yoktur. Bilgisine de sahip değildik, dün öğrendik. Biz imza altına alınan 16 sayfanın Komisyon’a ve kamuoyuna açıklanması gerektiğini düşünüyorduk. Bu bizim imzayla sunduğumuz tutanaktan süzülerek kendilerince çıkardıkları bölümün, Sayın Öcalan’ın bir bütün olarak görüşlerini ve görüşmenin ruhunu yansıtmaktan uzak olduğunu ifade edebiliriz. Sayın Öcalan birçok başlıkta derinlikli değerlendirmeler yaptı. Biz birebir kendi cümleleriyle yaptığı değerlendirmelerin Komisyon’a yansıması gerektiğini düşünüyoruz. Ama burada bir alıntılama ve dolaylama üzerinden aktarım yapılmış. Yapılması gereken kendi cümlelerinin direkt kamuoyuna ve Komisyon’a aktarılmasıydı. Burada bir yöntem yanlış olduğunu düşünüyoruz. Çok derin yaptığı değerlendirmeler bir iki cümleyle ve bağlamını yansıtmayacak şekilde özete konulmuş durumda. Bu yöntem doğru değil ve biz de bunu kabul etmiyoruz. Bizim altına imza attığımız 16 sayfalık tutanağın kamuoyuna açıklanması talebimiz baki. Bu talebi dünkü Komisyon toplantısının ardından Meclis Başkanlığına ilettik. Hala bunun yapılmasını bekliyoruz yani.

“Öcalan’ın Suriye konusundaki geniş değerlendirmesi ‘özet’te yok, Şara konusundaki vurguları hiç konulmamış”

-Meclisin Başkanlığı’nın açıkladığı ‘özet’e bakınca sizin biraz önce detaylandırdığınız Suriye bölümünün çok kısa biçimde ve can alıcı bölümüne yer verilmeden konulduğunu görüyorum. Benim sizin aktarımlarınızdan anladığım Öcalan Suriye’ye ilişkin net bir çağrı yapmak yerine gelişmelerin izlenmesi gerektiğine işaret etmiş. Şara ile ilgili kuşkularına yer dahi verilmemiş. Yanlış mı anlıyorum metni? Mesela sizin bu ‘özet’te eksik gördüğünüz yerlerin başında bu mu var?

Çok doğru yorumladınız. Suriye bağlamında yaptığı değerlendirme çok genişti. Üniter devlete karşı olmadığını ama Suriye’nin demokratik olması gerektiğini, yerel demokrasinin olmazsa olmaz olduğunu, Şara'nın bugün dönüştüğünü söylediğini ama bu dönüşüm demokratik bir dönüşüm olmazsa bir demokrasi Şara’nın da bir diktatöre dönüşeceğini ve Suriyelilerine yeniden acı getireceğini çok açık ve net bir şekilde söyledi. Bu özet metinde bunlara dair hiçbir vurgu yok. Çok sıradan bir değerlendirme var, genel geçer ifade edilmiş. Oysaki bu, kamuoyunun en fazla merak ettiği başlıklardan birisini oluşturuyor. Koşullar oluştuğu zaman Suriye meselesinin çözümüne de katkı sunabileceğini söyledi örneğin. O da tam anlamıyla özet metne yansımış değil.


DEM Parti'nin komisyon üyelerinden Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meral Danış Beştaş, Saruhan Oluç, Celal Fırat

“Bugün en şeffaf olunması gereken gün”

-Sizin görüşmenin içeriğine dair bu mülakatta benimle paylaştıklarınıza bakınca, daha önce de sormaya çalıştığım üzere YPG özelinde bir silah bırakma ya da kendini lağvetme çağrısı duymuyorum. Acaba iktidar bloğu da bunu duymadığı için bu bölümü perdelemeyi, genel geçer cümlelerle geçiştirmeyi tercih etmiş olabilir mi? Yani Öcalan’dan duymayı umut ettikleri şeyi duymadıkları için mi tutanak ‘özetlendi’?

Gerçekten niyeti bilmiyoruz. Neden böyle yapıldığına dair bir fikrimiz yok. Ama yapılanın yanlış olduğunu biliyoruz. Burada çok ciddi bir yöntemsel bir sorun yaşıyoruz. Kamuoyundaki birçok tartışma açısından bugün en şeffaf olunması gereken gün. O görüşmeyi ve tutanağını kamuoyuna ve Komisyon’un bilgisine sunmamayı gerektirecek hiçbir durum yok bizim açımızdan.

“CHP heyete üye vermiş olsa daha çok kişi bilgilenmiş olacaktı, dün Meclis'teki tablo da ortaya çıkmayabilirdi”

-Dün şu açıdan enteresan bir tablo ortaya çıktı. Sizin DEM Parti olarak 24 Kasım ziyareti için oluşan heyete üye vermeyen CHP’ye yönelik çok sert eleştirileriniz oldu. Ama dün nihayetinde CHP de sizin gibi tam tutanağın açıklanmasını talep etti. Yani döndünüz aynı yerde buldunuz kendinizi. Hani bu konuda bir samimiyet tartışması yapılıyor ya sizin dün itibarıyla AKP’nin siyasi iradesiyle ilgili soru işaretleriniz artmış mı oldu?

Açıkçası samimiyet tartışması birazcık subjektif bir tartışma olabilir. Ama bugün bu meselede muhalefetin de payının olduğunu ifade edelim. Muhalefet partileri en başta demokratik denetim yetkisi nedeniyle bile heyete üye vermiş olsalardı, bugün çok daha farklı bir pozisyonda olabilirdik açıkçası. Bu tablo da ortaya çıkmayabilirdi.

-Yani CHP’den bir üye de heyette olsaydı Meclis Başkanlığı’nı tutanağı tam kayıt altına alındığı gibi açıklamaya zorlayabilir miydi? Bunu mu söylemeye çalışıyorsunuz?

Şunu söylemek istiyorum; daha çok kişi bilgilenmiş olacaktı. Sayın Öcalan’ın ne söylediğini birebir dinleme fırsatı olacaktı ve gelip partilerine de birebir aktarma imkânı bulacaktı. Böyle bir yöntemin önünü kesmek açısından da çok daha güçlü bir pozisyon açığa çıkmış olacaktı.

“Artık geri alınamayacak tarihi bir eşik atlandı, bu görüşmenin tarihselliğini gölgelemeye çalışmaya kimsenin gücü yetmez”

-Siz 24 Kasım görüşmesiyle ‘tarihi bir eşiğin atlandığını’ düşünüyorsunuz. Ama bir yandan siyasi irade ‘atlanan eşiğin ne olduğunu’ tam olarak kamuoyuna açıklamaktan imtina ediyor. Eşik aslında atlanamamış da olabilir mi gelinen noktaya bakılınca?

Biz bu noktada, “Süreç sekteye uğrar” ya da “Şöyle olur, böyle olur” gibi bir değerlendirmeden yapmaktan ziyade şunu düşünüyoruz; bu yapılan, aşılmış kritik eşiğe ve bu kadar tarihi bir görüşmeye çok büyük bir haksızlık. Bu görüşmenin içeriğinin hem kamuoyuna hem de Komisyon’a birebir aktarılmaması çok ciddi bir hatadır. Tabii ki bunun yaratacağı bazı sıkıntılar da olacaktır. Biz zaten en büyük hatanın baştan yapıldığını düşünüyoruz. Yani bir görüşmenin tutanağının tartışması on gün sonra yapılmaz. Geçen hafta bu iş bitmeliydi. Zaten zamana yayan anlayışın kendisi problemli. 10 gün sonra Komisyon’u toplayıp, sonra da asıl tutanağının içerisinden bir özet sunmak hatalıdır.

Ama en nihayetinde bu artık geri alınamayacak tarihi bir eşiktir ve aşıldı. İstenildiği kadar burada farklı yöntemlerle bu görüşmenin tarihselliğe gölgelenmeye çalışılsın, buna hiç kimsenin gücünün yeteceğini düşünmüyorum. Ama bu adımı sahiplenmede ya da bu tarihi eşiğin farkındalığına ilişkin bir problem olduğunu görüyoruz. Burada bir sorun var. Görüştüğümüz Sayın Öcalan bu sürecin baş aktörü, bu süreci yürüten kişi. 27 Şubat çağrısını yapan ve hala hazırda 24 Kasım’da yaptığımız görüşmede de 27 Şubat çağrısının arkasında durduğunu ve o çağrının yaşamsallaşması için elinden gelen bütün çabayı harcayacağını da ifade etmiş biridir. Bu kadar etkili bir mesajı, bu kadar etkili bir görüşmeyi, bu kadar tarihi bir adımı gölgelemeye, değersizleştirmeye, önemsizmiş gibi göstermeye çalışan her tutumun karşısındayız.

“Elinde silah tutanlarla, devletin karşılıklı olarak yaptıkları açıklamalara bizim bir şey deme şansımız yok”

-Siz İmralı’ya gittikten sonra tartışmaların sertleşmesine neden olan şeylerden biri de KCK Yürütme Konseyi’nden Bese Hozat’ın açıklamaları oldu. Hozat’ın “Af değil demokratik siyaset ve özgürlük yasaları istiyoruz” çıkışı sürece ön açıcı tavrıyla adeta liderlik eden Devlet Bahçeli’nin dahi tepkisine neden oldu. Mustafa Karasu ve Murat Karayılan’dan da yine tepkilere neden olan bazı çıkışlar geldi. Kendini lağvedeceğini söyleyen bir örgütün, hala elinde silah olan bazı yöneticilerinin bu tür kritik anlarda üst perdeden açıklamalarla resme girmesinin, demokratik siyaset alanındaki sizleri zora sokan bir yanı yok mu?

Biz sonuçta siyasi alandayız, demokratik siyaset yürütüyoruz ve o süreci gerçekten büyük bir hassasiyetle yürütüyoruz. Ama tabii ki bu sürecin elinde silah tutan bir tarafı var, bir tarafı da devlet. Bu anlamıyla karşılıklı yaptıkları açıklamalara bizim bir şey deme şansımız yok açıkçası. Bugün siyasetin inisiyatif geliştirmesi gerekiyor. Siyaset nasıl inisiyatif geliştirir? Gereğini yaparak, süreci ilerleterek, elini gerçekten taşın altına koyarak, sorumluluk alarak, özellikle de sürecin gereklerini yerine getirerek. Bu tarz açıklamaların olması istenmiyorsa, burada siyasetin sorumluluk alması gerekiyor. Bakın aylar geçmiş…11 Temmuz'un üzerinden kaç ay geçmiş, hala silah bırakanın geleceği bir siyasal ve hukuksal zemin yok. Hangi hukuksal rejime tabi olacaklarına dair en ufak bir belirti yok. Onun için ona buna kızmaktan ziyade bence biz siyaset kurumu olarak neyi hızlı yapmalıyız, neyi ivedilikle yapmalıyız onu konuşmalıyız. Normalde ekim ayı başında sürecin tamamlanması, raporun ve yasa taslaklarının genel kurula sunulmuş olması gerekiyordu. Biz daha raporun çerçevesini dün tartışabildik. Uzayan her şeyin en nihayetinde süreçte gerilimler yaratacağını görmemiz gerekiyor.

“Cumhur İttifakı’yla bir ittifak içinde olduğumuza yönelik algı bize de seçmenimize de haksızlık”

-Aslında 24 Kasım’da İmralı’ya yaptığınız ziyaret öncesinde ve sonrasında yaşanan tartışma sizin DEM Parti olarak iktidarla yaşadığınız görüş ayrılıklarını gözler önüne sermiş olsa da belli bir muhalif kesim var ki sizin artık Cumhur İttifakı ile birlikte hareket ettiğinize körü körüne inanıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 12 Temmuz’da yaptığı “Biz artık AK Parti, MHP ve DEM birlikte yürümeye karar verdik” açıklaması da bu algıda önemli rol oynadı. Bu açıklamaya ve yarattığı imaja neden itiraz ediyorsunuz?

Bunu kesinlikle kabul etmiyoruz ve bu nedenle bize haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Hem bize hem de DEM Parti’ye oy veren halkımıza haksızlık yapıldı. Çünkü biz en zor zamanlarda kolayı tercih edebilecekken o kolay tercihlerle de yol alabilecekken ya da iktidarın parçası olabilecekken her zaman ilkesel tutumlar sergilemiş bir partiyiz. Bunun bedelini de çok ağır ödemiş bir partiyiz. Hala arkadaşlarımız, yoldaşlarımız ya cezaevinde ya sürgünde. Ülkeyi demokratikleştirmek için mücadele etmek gerekiyor. Şu anda ülkeyi demokratikleştirecek çözüm süreci nedeniyle iktidarla bir diyaloğumuz var, bir tartışmamız var. Ama bu bizim, Cumhur İttifakı’na eklenmemiz olarak asla okunamaz.

Biz hala mecliste gelen bütün yasalara “hayır” oyu veriyoruz. En sert muhalefeti yapıyoruz. Bütçe görüşmelerinde en sert muhalefeti, en içerikli muhalefeti yapıyoruz. Ortada bu kadar hukuksuzluk varken, antidemokratik uygulamalarla yola devam edilirken, biz bu ittifakın nasıl parçası olabiliriz? Ama bir çözüm imkânı varsa, onu sonuna kadar zorlamaya çalışıyoruz. Demokratik muhalefetle beraber bu devletin demokratik dönüşümünü sağlamak, demokratik bir cumhuriyetin inşasını sağlamak için çalışıyoruz. Hükümetle çözümü konuşmak, Kürt sorunu demokratik çözümü için bir araya gelmek, hükümete eklemlenmek ya da o ittifaka eklemlenmek değildir.

“Bizim masamıza gelmiş bir anayasa tartışması yok”

“AKP mutfağında pişip bizim önümüze gelecek bir anayasaya onay vereceğimizi düşünmek bizi tanımamaktır”

-İktidarın kafasının arkasında bu süreç sayesinde Erdoğan’ın Kürtlerin de desteğini alarak dördüncü dönem cumhurbaşkanlığını garantilenebileceği umudunun olduğu yorumları sıkça yapılıyor malumunuz. Yani Erdoğan’ın başkanlığı yine 2015’te olduğu gibi çözüm süreci içinde bir çekişme hattına dönüşebilir gibi gözüküyor. Bu yönde bir kaygınız var mı?

Tabii ki bu süreç yürürken birilerinin başka ajandaları olabilir. Bu süreci başka çıktılarla kazanıma dönüştürmek isteyebilirler. Bizim bunu bilme şansımız yok. Ama bu konuda bize gelmiş hiçbir talep yok. Bu başlıkta bizim masamızda olmuş hiçbir tartışma da yok. Bizimle hiçbir temasta “Bunu bir ittifaka dönüştürelim, bunu işte bir seçim ittifakına çevirelim, bu süreci kotaralım sonra başka şeyler yapalım” gibi hiçbir gündem konuşmuş değiller. Anayasa tartışması örneğin bizim hiçbir zaman masamıza gelmedi. 12 Eylül bakiyesi bir anayasa var ve evet bundan kurtulmak lazım. Ama muhalefetin içinde olmadığı, toplumun katılımının sağlanmadığı, toplum karşıtı bir anayasaya bizim onay vermemiz asla mümkün değil. Biz her zaman söyledik; anayasayı değiştirmeden önce anayasanın değiştirilmesinin koşullarını sağlamak gerekiyor. Şimdi, ana muhalefet partisi böyle bir süreç içinde olmayacağını söylüyor, diğer partiler olmayacağını söylüyor. O zaman nasıl olacak bu anayasa? AKP’nin, Cumhur İttifakı’nın mutfağında pişip önümüze gelen bir anayasaya bizim onay vereceğimizi düşünmek bizi tanımamaktır.

“AKP’nin bu süreci oy kaygısından bağımsız yürüttüğünü hiç düşünmedim”

-Şu ana kadar yaşadıklarınız üzerinden bir değerlendirme yapsanız, AKP’nin ‘Terörsüz Türkiye’ projesini bir iktidarda kalma aracı olarak gördüğünü düşünür müsünüz, düşünmez misiniz?

Ben iktidarın, iktidarda kalıp kalmamaktan bağımsız olarak bu süreci yürüttüğünü hiç düşünmedim. Hâlâ da düşünmüyorum açıkçası. Mesela bunu MHP için düşünürüm. Oy kaygısı gütmeden süreci yürüttüklerini, sürece samimiyetle sahip çıktıklarını ve çok ciddi bir aldıklarını da görüyorum açıkçası. Ama bunu AKP için söylemek mümkün mü? Hayır. AKP bu süreci, seçim tartışmalarından, oy kaygısından, taban kaygısından azade mi yürütüyor? Hayır. Aynısı CHP için de geçerli.

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.