Mümtaz’er Türköne: “İktidar vurdukça güç kaybediyor, muhalefet vurmadan güç kazanıyor”

Mümtaz’er Türköne: “İktidar vurdukça güç kaybediyor, muhalefet vurmadan güç kazanıyor”

Gazeteci-yazar Mümtaz’er Türköne, Medyascope’ta yayımlanan “Kim kazanıyor, kim kaybediyor?” başlıklı yazısında Türkiye’de iktidar ile muhalefet arasındaki siyasi rekabeti değerlendirdi. Türköne, “İktidar, yani Recep Tayyip Erdoğan ile muhalefet, yani CHP arasındaki rekabet meydan savaşı şeklinde, en kıyıcı safhasında bütün hızıyla devam ediyor” ifadelerini kullandı.

Gazeteci-yazar Mümtaz’er Türköne, Medyascope’ta yayımlanan “Kim kazanıyor, kim kaybediyor?” başlıklı yazısında Türkiye’de iktidar ile muhalefet arasındaki siyasi rekabeti değerlendirdi. Türköne, “İktidar, yani Recep Tayyip Erdoğan ile muhalefet, yani CHP arasındaki rekabet meydan savaşı şeklinde, en kıyıcı safhasında bütün hızıyla devam ediyor” ifadelerini kullandı.

Türköne, 2024 yılının Ekim ayında başlayan sürecin Türkiye’yi “yepyeni bir istikamete” sürüklediğini belirterek, bu dönemin sonuçlarının 2026 gelmeden görüleceğini yazdı.

“İktidar, işlemeyen ve çözüm üretme yeteneği bulunmayan bir siyasî sistemin altında eziliyor” diyen Türköne, mevcut yapının hem yönetim hem de temsil açısından tıkandığını savundu.

Türköne yazısında, siyaseti bir bilgisayar oyununa benzeterek şu ifadeleri kullandı:
“Gündemleri, şu bilgisayar oyunlarında vurunca kazanılan yakıt puanları olarak düşünün. İktidar vurdukça güç kaybediyor, muhalefet vurmadan güç kazanıyor.”

Türköne'nin yazısının tamamı şöyle:

Stratejilerin ve taktik hamlelerin çarpışmasından doğan şimşekleri izliyoruz. Araya öfkeli haykırışlar gök gürültüsü şeklinde giriyor. İktidar, yani Erdoğan ile muhalefet, yani CHP arasında siyasî rekabet meydan savaşı şeklinde, en kıyıcı safhasında bütün hızıyla devam ediyor.

Savaşlar, tarafların çıkarlarının karşı karşıya geldiği anda yapılmaz. Savaşı başlatan somut durum değil her zaman tehdit algıları ve ihtimallerdir. 2028’de iktidarın değişecek olması ihtimali, bugünkü savaşın asıl sebebi. CHP bir tehdit olarak görülüyor. Bu ihtimal, kendiliğinden seçimi 2027’ye getiriyor, ama orada durmuyor. Bu belirlenme, kaybetme ihtimaline göre hesap yapanların bütün güçleri ile siyaset sahnesinde mevzi almalarına yol açıyor ve daha da erken bir seçime Türkiye’yi zorluyor. 2026’da badem ağaçları çiçek açarken yapılacak bir erken seçim, zayıf olmayan bir ihtimal.

Taraflar elbette denk güçlerle savaşmıyor. İktidar kanadı ömrünü uzatmak için elinin altındaki bütün güçleri ve imkânları seferber ediyor. Muhalefetin yapabildiği ise sabırla direnmekten ibaret. Savaş, halkın hakemliğinde sürdüğü için güç değil adalet duygusu sonucu belirliyor.

2026 başlamadan

2024’ün Ekim ayında başlayan ve Türkiye’yi yepyeni bir istikamete sürükleyen dinamiklerin meyvelerini, 2026 gelmeden soframızda göreceğiz. İran’ın ABD-İsrail eliyle devreden çıkartılması, Suriye iç savaşının sona ermesi, Türkiye’yi bölgenin en güçlü aktörü haline getirdi. Aynı zamanda Türkiye bölge politikasında ABD ve İngiltere ile daha sıkı bir işbirliği içine girdi. Çözüm süreci, yeni dinamikler, pozisyon değiştiren ana aktörler ve Türkiye’nin iradesini aşan bölge dengelerinin eseri olarak altın tepside önümüze kondu.

Çözüm sürecinin vazgeçilmezi olan demokrasi-hukuk zemini, 2017-2023 arasında kendi otokrasisini inşa eden Saray’ın elindeki güç ve iktidar araçlarını etkisiz hale getiriyordu. Bu araçlar olmadan yönetemeyeceğini düşünen iktidar, sürece sabırla karşı durdu; zamana oynadı ve talihin önüne çıkartacağı fırsatlara bel bağladı. Beklenen talih kuşu gelmedi, zaman tükendi. İşte bu yüzden son bir yılın sonuçları, sel sularının geride bıraktığı işlenmeye elverişli alüvyonlu topraklar gibi önümüzde uzanacak.

Selahattin Demirtaş’ın serbest kalması, tek başına, zincirleme yeni reaksiyonlar başlatacak dönüm noktalarından biri olacak. Komisyon’un iktidara kazandırdığı süre de uzatmalara gitmiş durumda. PKK, Terörsüz Türkiye adına üzerine düşeni yaptı. Sıra devlet kanadında. Tek bir kişi, yani Erdoğan, koyduğu rezervi kaldıracak ve süreç bu sefer karşılıklı mutabakatla yoluna girmiş olacak.

Çözüm süreci tek başına, İktidarın otokratik ayrıcalıkları ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk milletinin menfaatlerinin çelişmenin ötesinde çatışma halinde olduğunu, son bir yıl içinde göstermiş oldu. Artık iktidarın hukuka ve demokrasiye dönerek bu çelişkiyi aşmak ve Türkiye’nin parlak geleceğinin önünü açmak dışında seçeneği kalmadı.

İktidarın halef ve miras sorunu

Erdoğan’ın siyasî mirasının kime kalacağı meselesi, geleceğe değil doğrudan bugünün siyasî hesaplarına dair önemli bir mesele. Kendisinden sonrasını belirsizliğe, dolayısıyla kaosa terk eden bir lider sağı-solu oynayan çelik çekirdeğini zap u rapt altına alamaz. Bir ismin tartışmasız öne geçtiği veliaht veya halef tayini, mevcut iktidar kadrolarına denge ve sükûnet kazandırır. Tersinden, altındaki kadroları çekip çevirmek ve dengeleyerek yönetmek isteyen liderler, halef meselesini bir yarışmaya dönüştürerek ipleri ellerinde tutarlar. Erdoğan’ın ikinciye ihtiyacı yok. Halefini ilan ettiği anda, geleceği planlayabilir, dolayısıyla bugünü kontrol altına alabilir.

Asıl mesele siyasî miras meselesi. AK Parti, Millî Görüş geleneği içinden, onun ana kadroları ile Liberal İslâmcı bir parti olarak yola çıktı. Rakipsiz hale geldikçe, din eğitimini yaygınlaştırmak, Diyanet’i kollamak gibi tercihlerini, sadece şekilden ibaret kalıplar halinde kullandı. AK Parti, doktriner kadrolarını tasfiye ederken bir dava partisi olmaktan da uzaklaştı. Bugünün AK Partisi, Adalet Partisi-DYP veya ANAP gibi bir merkez sağ partisi olarak kimliğini gevşek bağlarla sürdürmeye yatkın görünüyor. Erdoğan’ın kişisel karizmasının bırakacağı etki dışında siyasî-ideolojik bir mirası var mı? Gelecekte şartlara göre seçici bir eleme ile 23 yıldan bir siyasî kimlik devşirmeye kalkanlar çıkabilir. Ancak bu muhtemel mirasın bugüne dair görünür işaretleri bulunmuyor.

Bugün görünen, muhalefet tam olarak sinmediği ve iktidar alternatifi olmaktan vazgeçmediği için diktatörlük standartlarına uymayan, aşırı otokratik eğilimleri ülkenin anayasal yapısını zorlayarak inşa etmeye çalışan bir iktidar denkleminden ibaret. Sürecin mutasavver aşamalarının tek başına Erdoğan’ın iki dudağının arasında olması ve CHP’yi tasfiye operasyonlarının umutsuz bir şekilde ama ısrarla sürmesi bu durumun özeti olarak okunabilir.

İktidar neden kaybediyor, muhalefet neden kazanıyor?

Öncelikle iktidar, işlemeyen-çözüm yeteneği bulunmayan bir siyasî sistemin altında eziliyor. Sıkıştığı yerde çare ve çözüm üretemiyor. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi sadece yetkileri tek elde toparlamakla kalmadı; aynı zamanda sistemin sağlıklı bir şekilde etki-tepki hassasiyeti içinde işlemesini mümkün kılan denge ve denetim mekanizmalarını yok etti. Daha çok Saray’ın emrinde görünen hükümet üyeleri ve bürokrasinin, merkezde ve taşrada denetimsiz, dolayısıyla etkisiz bir güç oluşturması sistemin tıkanma sebeplerinden en önemlisini açıklıyor. Parlamenter sistem toplumdan yükselen talepleri aksatmadan sisteme taşıyor ve çözümü denetleyip takip ediyordu. Mevcut sistemin CİMER’e gelen şikayetler dışında sorunlardan bile haberi olmuyor. Sistem sorunu olarak çözülemeyen bir yığın aksaklık var ve bu şartlar altında çözüm imkânsız.

Ekonomik kriz, bir sistem sorunu olarak ortaya çıktı ve yine bu sistem yüzünden çözülemiyor. İşletim sistemi, üretim bandı, girdi çıktı uyumu, organizasyon şeması birbiriyle bağlantılı değil.

Adalet sistemi iflas etmiş durumda. Adalet Bakanı, AİHM kararlarına en yüksek yüzde ile uyan ülkenin Türkiye olduğunu söylüyor; ancak sayı vermiyor. O oranların verildiği 46 küsur ülkenin Rusya hariç tamamının toplamından fazla Türkiye’nin AİHM’de dosyası ve verilip de uyulmayan kararı var. Ayrıca uyulmayan kararların siyasî davalar olduğundan da bahsetmiyor.

Siyasî rekabet düzeni üzerinde hukuk dışı tasallut, ülkenin bütününde adalet duygusunu yok ediyor, en başta ekonomi için vazgeçilmez olan güven duygusunu ortadan kalkıyor.

İktidarın kaybettikleri muhalefetin kâr hanesine yazılıyor. Düşmanca tutum, toplumda muhalefet ile empatiye kapı açıyor. Ekonomi yüzünden mağdur olan kitleler kendilerini CHP ile özdeşleştiriyor. İktidar, muhalefete halk desteğini arttıracağı bir düşmanlık merdiveni inşa etmiş oluyor. Muhalefet bu merdivenden çıkarak iktidarla arasında derinleşen uçurumu tartışmasız bir şekilde üstünlüğe dönüştürüyor. Otokrasi, ülke gerçeklerine toslayarak çözülüyor.

Kamuoyu araştırmaları isim bazında muhalefetin üç isminin Erdoğan karşısında açık ara önde olduğunu gösteriyor. Parti mensubiyeti ile kişisel tercihler arasındaki köklü farklılık, İktidarın kendi inşa ettiği binanın altında kalmaya aday olduğunu gösteriyor.

Gündemleri, şu bilgisayar oyunlarında vurunca kazanılan yakıt puanları olarak düşünün. İktidar vurdukça güç kaybediyor, muhalefet vurmadan güç kazanıyor. Sonra bu amansız rekabeti izleyenler, oluşan yeni dengelere göre pozisyon alınca, iktidar değişimi bilmecesi önümüzdeki seçim tarihinden bugüne taşınmış oluyor. Hatlar sıkışıyor.

Olup-bitenler, yani gündemi işgal eden güç gösterileri kimin kazanacağını, kimin kaybedeceğini erkene alarak çözen yakın takvim olarak önünüze çıkıyor.

Bugünler, işte o günler.

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.