Mehmet Canbolat: “Cumhuriyet Devrimlerini Kutlayacak Mıyız? Yoksa Artık Sadece Anacak Mıyız?

Mehmet Canbolat: “Cumhuriyet Devrimlerini Kutlayacak Mıyız? Yoksa Artık Sadece Anacak Mıyız?

Mehmet Canbolat, “Cumhuriyet Devrimlerini Kutlayacak Mıyız? Yoksa Artık Sadece Anacak Mıyız?" başlıklı yazısını kaleme aldı.

Az kaldı. Çünkü sayılı günler var önümüzde.
İki haftadır, İsrail ile HAMAS arasındaki kirli savaş yüzünden, dünyamızın aklı, adeta örümcek ağıyla kuşatılmışa benziyor.
Herkes, Filistin odaklı yaşanan insanlık dramı üzerinde konuşuyor.
Ancak dünyaya yön vermeye çalışan süper güçler, ABD ve AB’nin tüm ileri süvarileri İsrail’e „Yanındayım Korkma. Devam“ mesajlı günübirlik bir turistik seyahatini gerçekleştiriyor. İsrail’in sırtı biraz daha sıvazlanıyor ve bağlılık resimleri, dünyaya birer bire şırınga ediliyor.
Biden bile kalkıp İsrail’e gelmişse, O’nun iradesiyle, AB’nin Almanya’sı da dahil olmak üzere, tüm ileri gelen liderler, Telaviv’de Netanyahu ile sarılmak üzere kuyruğa girmişse, birşeyler, önemli şeyler olacak demektir.

Şu anda „Daha neler olsun ki…“ dediğinizi duyar gibiyim.
...
Evet daha ne olsun ki!
İsrail ile Hamas arasındaki kirli savaş, adeta Türkiye’de de yaşanıyor.
İsrail, Türkiye’de görevli diplomatları başta olmak üzere, çeşitli amaçla ülkemizde bulunan tüm İsrail vatandaşlarını, uçaklar gönderip kurtarmayı bir sinema filmi vurgusuyla dünyanın gözüne sokuyor.

Ve bunu dünyaya göstere göstere yapıyor. Büyük bir algı operasyonunu başarıyla uyguluyor. Tıpkı Almanya Başbakanı Olaf Scholz ve ekibini, havaalanında uçağa binerken, çalınan sirenlerle yere yatırması ve bunu fotoğraflarla dünyaya servis etmesi gibi. Yani „Güçlüyüm. Farkımda ol!“ algısı yaratmak. Başarıyorlar da.

Sözün özü, geçmişte de, dünyanın başka coğrafyalarında yaşandığı gibi, yine aynı ölçekli bir yalan senaryosu yazılıyor ve bizler de tribünlerde oturup, oyunun ikinci perdesini merakla bekliyoruz.

Türkiye diken üstünde.
Ve hepimiz, oturup kalkıp, bu senaryonun akışı içinde kendimizi unutup, İsrail-ABD-AB senaryosunun geleceğini merak ediyoruz.

Hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılı’nı coşkuyla, onurla kutlamamız gerekirken.

Ama bu sisli ve kaotik ortamda, Türkiye’de siyasete yön veren güç, Cumhuriyeti ‚öteleme’ ve ‚itibarını gölgeleme’ planlarını tek tek uyguluyor.
Ve adım adım… Göstere göstere…

Tıpkı 27 Ekim Cuma günü planlanan bir senaryo gibi.
Yöneten T.C. Milli Eğitim Bakanlığı.
Oyun 27 Ekim Günü, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ve 100. Yıl Kutlaması.
Mekan, ülke çapındaki tüm okullar.



56. Ve 57. Hükümetlerde Devlet, Savunma ve Adalet Bakanlığı gibi kilit görevlerde bulunan, hukuk insanı Prof. Dr. Hikmet Sami Türk ile görüştüm. Bilmiyordum. Duyunca sinyaller yükseldi beynimde.

Gazze acısını gerekçe gösterip, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Onur Yılı kutlama programını yayından kaldırdığı yönündeki niyeti bozuk duyurusu geldi yine aklıma. Yıllarca Avrupa’dan yaptığım haber ve söyleşilerle katkımın olduğu TRT - Radyo Televizyon Kurumu’na yönelik tepkim yine kabarırken, Milli Eğitim Bakanlığı’nın 27 Ekim 2023 tarihli tüm okulları kapsayan bir kararını duyunca, şaşkınlığım ve tepkim, yeni boyutlar aldı.

Prof. Dr. Hikmet Sami Türk, Cumhuriyet’in 100. yılı için Millî Eğitim Bakanlığı’nca 27 Ekim 2023 günü okullarda şehit ve gazilerimiz için, anma, hatim ve mevlit programları düzenleneceğine ilişkin haberlere işaret ediyor ve kuşkularını dile getiriyor.

Prof. Dr. Türk, okullarda yapılması gerekenleri ve uyarılarını Anayasa temel ilkeleri ve yasalara dayanması gerektiğinin altını çiziyor. Türk, “Okullarda yapılacak etkinlikler, Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasa’da yazılı ‘insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, lâik ve sosyal hukuk devleti’ niteliklerine uygun olmalıdır. Anayasa’mızın ve Millî Eğitim Temel Kanunu’nun gereği budur.“ diye altını çizerek uyarıyor.

Belli ki, senaryonun yeni bölümü artık göstere göstere uygulanacak.
Hem de Cumhuriyet onur tarihi 29 Ekim Pazar gününden tam 2 gün önce.
Hem de tüm körpe ve genç dimağların beyinlerine, sinsi oyunlar şırınga edilerek.
Ve öyle görünüyor ki; şimdi hepimiz, Anayasaya, Milli Eğitim kanunları temel ilkelerine aykırı böylesi puslu uygulamalara yine seyirci olacağız.

Bu hazırlıklar, Atatürk Cumhuriyeti’nin kuruluş ruhuna karşı kalkışma programının bir parçasıdır. Ve bizler sustukça, milyonlarca çocuğumuzun beyni, yine Anayasamızın, yasaların öngörmediği uygulamaların kuşatmasına terkedilecek demektir.

Ne yapmalıyız? Milyonlarca çocuğun anne babası, hala susacak mı?

Gerek Türkiye Cumhuriyeti, gerek Anayasa konusundaki hassasiyeti ve uyarılarıyla bilinen Prof. Dr. Hikmet Sami Türk, „ne yapmalıyız?“ sorusuna yanıtı, açıkça veriyor:

“…Türkiye Cumhuriyeti’ni Anayasa’da yazılı bütün nitelikleriyle yaşatmak, hepimizin birinci görevidir. Kuşaktan kuşağa aktarılacak bu görevi başarmak için aklın ve bilimin rehberliğinde çağdaş uygarlık yolunda hiç durmadan ilerlemek zorundayız…“

Evet; 100. Yıl coşkusunu bastırmakta, mevcut siyasi erk, hedefine büyük ölçüde ulaştı. Bunu yadsıyacak değiliz.
Kutlama coşkusunda ısrar edenler ise, toplumun sessizliğinden ötürü, azınlıkta kaldı ve onların bağırırca coşkusu, itirazı bile sönük kaldı. Duyulmuyor.
Hikmet Sami Türk’ün uyarısını ve kalemimizin döktüğü tepki ne kadar etkili olacak ki!
Kim duyacak, kim okuyacak acaba?

Anlayacağınız, „Atı alan Üsküdar’ı geçmek üzere...“ ve toplumun üzeri, yıl ve yıl büyüyen baskı ve korku rüzgarından ötürü, ölü toprağı serpilmiş gibi.
Bir „bana necilik“ furyası sürüp gidiyor. Toplumun büyük bölümü, ‚Bana dokunmayan yılan bin yaşasın“ der gibi.

Hepimiz narkozlanmış gibiyiz ve uyku nöbetimizin sürüyor.
İyi uykular Türkiyem! İyi uykular…

Herşeye rağmen biz Sayın Hikmet Sami Türk’ün uyarısını, görev bilip, hatırlatmış olalım.
Bir gün „neden söylemediniz?“ denmesin diye.

Şöyle diyor bilgi hukukçu Sayın Türk:

„…Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşu uğruna can veren ve kanını feda ederek, bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü savundukları Türkiye Devleti, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığında kazanılan İstiklâl Harbi ile gerçekleşen bu özelliklerini sonsuza dek koruyacaktır. Çünkü 100 yıl önce Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra, Cumhuriyetin ilânını sağlayan ve bu konuda o tarihte yürürlükteki 1921 Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nda gerekli değişikliği yapan Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ilk Cumhurbaşkanı seçilen Atatürk, ‘Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini, sonsuza dek korumak ve savunmak’ göreviyle ‘Türk gençliğine emanet’ etmiştir. 29 Ekim 2023 günü 100. yılına ulaşacak olan Türkiye Cumhuriyeti’ni Anayasa’da yazılı bütün nitelikleriyle yaşatmak, hepimizin birinci görevidir. Kuşaktan kuşağa aktarılacak bu görevi başarmak için aklın ve bilimin rehberliğinde çağdaş uygarlık yolunda hiç durmadan ilerlemek zorundayız.”

Yeri gelmişken, son sözümü de söylemeden geçmek istemiyorum.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın talimatı doğrultusunda, Türkiye’nin en ücra köşesine kadar, il ilçe yetkili birimlerince hazırlıklar başlamış bile.

Beni en çok düşündüren ise, bu davetlerde Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılı için programın başlığında „KUTLAMA“ yerine „ANMA“ ifadesinin yer alması.
Yani, akıllarınca, Cumhuriyeti bunlar çoktan bitirmiş.
Kutlanacak bir şey kalmamış yani.

Bu tabloya bakarak, toplumda yüzyıldır adım adım, sinsice uyutulan „Kemalist devrimler ve Cumhuriyet ruhu“nun biraz daha büyüdüğünü hissediyorum birden içimde.

Bağırır gibi içimdeki his.
Bağırıyorum.
Türkiye Cumhuriyeti, 100. Yılı’nda, gericiliğe asla emanet edilmeyecek kadar kutsaldır. Cumhuriyet ve Kemalist devrimler, 100. Yıl, „geçmiş zaman“ değildir. Tam aksine kutlanarak, daha ileriye götürülmesi gereken büyük bir onurdur.
Bizden sonraki geleceğin çocuklarına, genç kuşaklarına verilmesi gereken bir büyük emanettir.

Çünkü CUMHURİYET; GELECEKTİR.

Nokta!

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.