Halk TV davasında karar: Gazeteciler beraat etti
Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş’ın aralarında bulunduğu 5 gazeteci beraat etti.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun adını açıkladığı bilirkişi davasında 5 gazeteci hakim karşısında. Gazetecilerin savunmalarının ardından mütalaasını veren savcı, 5 gazeteci hakkında ceza, tutuklu bulunan Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş'ın da tutukluluğunun devamını istedi.
Mahkeme 5 gazeteci hakkında berrat kararı verdi.
Duruşmada neler yaşandı?
İstanbul 54. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davaya tutuklu gazeteci Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş, Silivri’deki Marmara Hapishanesi’nden getirildi.
Toktaş’ın yanı sıra Sorumlu Müdür Serhan Asker, Programlar Koordinatörü Kürşad Oğuz, programcı Barış Pehlivan ve sunucu Seda Selek hakim karşısına çıktı.
Duruşma, tek tutuklu sanık Suat Toktaş, getirilmeden başladı. İlk savunmayı Seda Selek yaptı. Selek'in ardından Kürşad Oğuz ve Barış Pehlivan, Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş savunmalarını yaptı.
'Yayına sokulacağını bilmemekteydim'
Suçlamaları reddeden Selek, haberin yayına verilmesi konusunda söz sahibi olmadığını belirterek, "Bu durum ortadayken, gözaltına alınmam ve aleyhime ağır adli kontrol tedbirlerine hükmedilmesi sonrasında hakkımda kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi gerektiği açıktır. Buna karşın hakkımda iddianame düzenlenmesinin ne anlama geldiğinin takdirini kamuoyuna bırakıyorum" dedi.
Selek, savunmasını şu ifade ifadelerle noktaladı:
"Rejiden kulağıma söylenene ve yayınlanana kadar, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun basın açıklamasında dile getirdiği hususlara dair, bu davanın da müştekisi konumunda olan S.B. ile gazeteci Barış Pehlivan arasındaki röportajın haberleştirildiğini ve yayına sokulacağını bilmemekteydim. Sonuç olarak, şahsıma atılı suçlamaları kabul etmiyorum. Bu suçları işleme kastıyla hareket etmediğim açık olup, beraatımı ve hakkımdaki adli kontrol tedbirlerinin kaldırılmasını talep ediyorum."
Oğuz: Bu dava bana ve arkadaşlarıma değil gazeteciliğe açılmış bir dava
Selek'ten sonra sanık kürsüsüne gelen Gazeteci Kürşad Oğuz, kariyeri boyunca muhabirlikten genel yayın yönetmenliğine kadar birçok farklı görevde bulunduğunu belirterek, kendisine ve meslektaşlarına değil, gazetecilik mesleğine karşı açılmış bir dava ile karşı karşıya olduğunu ifade etti.
Oğuz ifadesinde şunları söyledi:
"30 yıllık gazeteciyim. Muhabirlikten genel yayın yönetmenliğine kadar çok farklı görevlerde bulundum. Bu dava bana ve arkadaşlarıma değil gazeteciliğe açılmış bir dava.
İmamoğlu’nun basın toplantısındaydım. Bilirkişi Satılmış Büyükcanayakın’ı merak ediyordu. Herkesin merak ettiği hakkında iddialar olan kişi ile Barış Pehlivan ile konuştuğunu fark ettim. Bu görüşme önemliydi ve kaydı yapıp gönderdim.
Gazetecilik refleksi kaydı Suat Toktaş’a herhangi bir ekleme çıkarma yapmadan gönderdim. Amacım ifadelerin eksiksiz olarak kayıt altına almaktı. Ne benim ne de Suat Toktaş’ın suç işleme kastı yoktu.
Söz konusu bilirkişi İBB ile raporlarını zaten teslim etmiş. Biz o kaydı yaparken o raporlar zaten varmış. Yargıyı nasıl etkilemiş olabiliriz? Özgür, bağımsız haber kanallarının nefesinin kesilmesi, toplumun haber alma hakkının engellenmesidir."
Pehlivan: İddianamede her şey var ama hapislerin istendiği, iddia edilen 'suç delilinin' tutanağı yok
Gazeteci Barış Pehlivan savunmasına iddianameyi eleştirerek başladı. Pehlivan, şunları kaydetti:
"İddianamemize bakıyorum… Kaç sayfa? 13. Güzel… En özeti ne bu davanın? Bir bilirkişi ile yaptığım telefon görüşmesi. Peki… Açıyorum, iddianameyi… İlk başta 3 buçuk sayfa İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun 27 Ocak Pazartesi tarihli basın toplantısının çözümleme tutanağı var… Evet, iddianame, sayfalarca İmamoğlu’nun basın toplantısında ne dediğini aktarmış. Bize ne, size ne, bu davaya ne? Bitmiyor…
Onlarca televizyon, radyo, web sitesi ve sosyal medya kanalından biri olan Halk TV’deki, Ekrem İmamoğlu’nun bu basın toplantısına dair yapılan yorumların çözümleme tutanağı var. O da 3 sayfa. Aynı soruyu soracağım: Bu davayla ne ilgisi var o programda neler konuşulduğunun?
Evet… İddianamenin yarısı bu iki konuşma tutanaklarıyla dolu. Kaldı mı bize 6,5 sayfa…
Sabırlı sabırlı sayfaları çeviriyorsunuz... Bir kez daha beş kez daha yüz kez daha çevirseniz neyi bulamazsınız biliyor musunuz? Bu davanın asıl konusu olan telefon görüşmesinin çözüm tutanağını.
Evet, bu iddianamede her şey var ama 14 yıla kadar hapislerin istendiği, iddia edilen “suç delilinin” tutanağı yok. Sadece 12. sayfada şöyle bir cümleyi görüyoruz: 'Dosya içeriğinde mevcut çözümleme tutanağında da belirtildiği üzere…'
Bilgisayarın mürekkebi mi var ki bitsin, elektrik mi çok yazıyor da tasarruf edilsin, yoksa başka bir niyet mi var: Sahi, bu davayla doğrudan ilgisi olmayan her şeyi koyup 13 sayfalık iddianame yazan Savcı bey, yarım sayfalık görüşme tutağını neden esirger?
Ama işte, sanık olduğum kadar da gazeteciyim. İddianame savcısının neyi neden sakladığını veya neyi neden koyduğunu anlayabilecek deneyimdeyim. Yok, yok… “Savcılık makamı lehimdeki delilleri de toplayıp iddianameye koymalıydı” gibi saf hukuk ilkelerini hatırlatmayacağım. Öyle ya, burası Çağlayan Adliyesi. Lakin, savcı beyin yapmaktan çekindiğini ben yapacağım. Ve o telefon görüşmemde neler konuşulduğunu irdeleyeceğim.
‘İmamoğlu’nun iddialarının asıl olarak araştırılması lazım değil mi?’
Sahi, ne oldu da bu buradayız şu an? Bir iddianame bazında yazılan, bir de işin özünü ortaya koyan ama yazılmayan neden var. İlkinden başlayayım…
22 yıldır gazetecilik yapıyorum. Asistanlıktan muhabirliğe, köşe yazarlığından genel yayın yönetmenliğine kadar birçok alanda çalıştım. Bugüne kadar yüzlerce habere, yazıya, belgesele ve beş kitaba imza attım, onlarca televizyon programında yorumculuk yaptım.
Tüm bunlara baktığınızda, ağırlıklı olarak işlediğim ve eğildiğim iki konu vardır: Türkiye yakın tarihi ve ülkedeki yargı sistemi. Haliyle, İBB Başkanı İmamoğlu’nun basın toplantısına davet edilen gazetecilerden biriydim. Müsaittim, gittim. Giderken basın toplantısının konusunu bilmiyordum. Giderken kimseden izin almadım. Giderken Halk TV ile de yani Suat Toktaş ile de Kürşad Oğuz ile de bir ön görüşmem ya da planım olmadı.
Şimdi… Düşünün… 16 milyon insanın yaşadığı İstanbul’u yöneten bir siyasetçi, milyonların izlediği bir basın toplantısında çok çarpıcı bir iddiada bulunuyor. Bilirkişi Satılmış Büyükcanayakın için şu cümleleri kullanıyor:
‘Olmayan şeyleri yazıyor…’, ‘Adli makamları yanıltıyor…’, ‘Mahkemeyi aldatıyor…’, ‘Hukuksuz rapora imza atıyor…’, ‘Sahte bilirkişi raporu yazmaktan yargılandı…’,
Normalde… Bu binanın, bu binadaki savcı odalarının ve mahkeme salonlarının, bu binada görev yapan yargı mensuplarının görevi nedir? Türkiye Cumhuriyeti’nde hukuku egemen kılmak değil mi? O halde, milyonlarca insanın takip ettiği, oy verip yönetici yaptığı bir siyasetçinin dedikleri ihbar kabul edilmez mi? Yani, İmamoğlu’nun iddialarının asıl olarak araştırılması lazım değil mi? Diyelim ki bu adliyedeki tüm yargı mensupları böyle düşünmüyor. Ben safım. İyi güzel de hafızam var benim. Bırakın yaşadıklarımı, gazeteci olarak görevim var benim.
‘14 yıl önce hapse atıldığımda, o kumpasçı bilirkişilerin hukuksuz raporlarıyla 19 ay hapis yattım’
Hani, konuşmamın başında iki isim saydım ya: Ünal Tatar ve Osman Pamuk… Onlar kim, biliyor musunuz? Bundan tam 14 yıl önce… Bu salonlarda, sizin koltuklarınızda teröristler oturuyordu.
Fethullahçıların cübbe giymiş örgüt elemanlarıydı. İşte onların bir de bilirkişi ayağı vardı. Diledikleri hukuksuz kararı o bilirkişilerin hukuksuz raporlarıyla alabiliyorlardı.
Adını andığım iki kişi de bu ülkenin TÜBİTAK bilirkişileriydi. Ve yazdıkları hukuksuz raporlarla kumpasları desteklediler. İşte ben de bundan 14 yıl önce Ergenekon kumpasıyla hapse atıldığımda, o kumpasçı bilirkişilerin hukuksuz raporlarıyla 19 ay hapis yattım. Ama işte tarih geç de olsa gerçeği ortaya çıkarıyor: Örgütün bilirkişilerinin kimi hapiste kimi firarda, ben ise gazeteciliğe devam ediyorum.
Hal böyleyken… Bu kumpas süreçlerini yaşamış bir ülkede, bir siyasetçinin, bir bilirkişi hakkında böylesi iddialarda bulunması bu topraklarda yaşamış herkesin dikkatini çekmelidir. Benim de bir gazeteci olarak, o siyasetçinin iddialarını ciddiye almak ve bu çarpıcı tezlerini muhatabına sormak gibi bir görevim var.
‘Kanunlarımızda 161 yıldır var olan bir hakkı kullandırdığımız için sanığız’
Hatırlatmak bile garip geliyor: Gazetecilikte “cevap hakkı” dediğimiz bu hak Fransız kanunlarına 1822’de, Türk kanunlarına ise 1864’te girdi. Yani aslında biz burada, kanunlarımızda 161 yıldır var olan bir hakkı kullandırdığımız için sanığız.
Peki, ben ne yaptım özetle? Ekrem İmamoğlu’nun basın toplantısı bitti. Ben de ilgili bilirkişiye hakkındaki iddiaları sormak istedim. Bunun için kendisine ulaştım ve sorularımı sordum. Tamamen gazetecilik refleksi ve haber atlatmak için yapılan bir görüşmeydi. Eminim ve biliyorum ki, Kürşad Oğuz da Suat Toktaş da ‘yaptığım görüşmenin bir kelimesi bile eksiksiz aktarılmasın, iddialara karşı objektif durmak için yanıt hakkı da verelim ve iyi bir gazetecilik yapalım’ diye davrandı."
İddialara yanıt verdi
Peki, Savcı ne diyor? Üç ayrı suçlamada bulunuyor ama bunları delillendirememiş. Özetle tezi de şu:
1- Bilirkişi Canayakın, konuşmak istemediğini ısrarla beyan etmiş ama ben sorularıma devam etmişim.
2- Bilirkişinin bağımsız ve tarafsız olmadığı yönünde bir kamuoyu oluşmasını amaçlamışım.
3- Bilirkişiyi etkilemeye teşebbüs etmişim.
Bir de bilirkişi Canayakın’ın hem şikayet dilekçesinde hem de ifadesinde söylediklerini özetleyeyim:
- İmamoğlu’nun basın toplantısından sonra telefonu bilmediği numaralar tarafından defalarca aranmış.
- Benim telefonumu açmış ve ben kendimi “Halk TV’den Barış Pehlivan” olarak tanıtmışım.
- Ben ısrarla kendisiyle konuşmak istemişim. O benim teklifimi kabul etmemiş ama ben buna rağmen baskıcı bir üslupla medyadaki iddialara cevap vermek zorunda olduğunu söylemişim.
- Bir de, ben kendisiyle zorlayıcı bir üslupla konuşmuşum.
Sahi, görüyor musunuz neler neler yapmışım! Savcı beyin ve müşteki bilirkişinin iddiaları böyle. Peki gerçek öyle mi? İşte tam da burada, savcının iddianameye koymaktan imtina ettiği çözümleme tutanağına bakmamız lazım. Yani sözde “suç delili” olan telefon görüşmesindeki diyaloğa… Çünkü tüm bu 14 yıl hapis istemi haklı ise, buradan çıkacak.
1. İDDİA NE: Bilirkişi konuşmak istememiş!
1. GERÇEK NE: Telefon görüşmesinde benimle konuşmak istemediğine dair bir cümle yok. Aksine, ben kendisine yaşını sorunca espri yaparak “Geceleri katma 36 buçuk” diye yanıt veriyor. İnsan konuşmak istemediği bir kişiye, görüşmenin ortasında bu espriyi yapar mı? Özetle, bilirkişinin benimle telefonda görüşmek istemediğime dair bir irade beyanı olmadı. Benim Halk TV’den arayan bir gazeteci olduğumu bilmesine rağmen sorularımı yanıtladı.
Bilirkişinin istemediği şey konuşmak değil, Halk TV stüdyosunda ağırlanmak ve gazetecilik amacıyla yüz yüze görüşme isteğim…
2. İDDİA NE: Baskıcı bir üslupla konuşmuşum ve hatta iddialara cevap vermek zorunda olduğunu söylemişim!
2. GERÇEK NE: Baskıcı bir üslupla konuşsam, bilirkişi bana 4 kez “kusura bakmayın”, 2 kez de “başarılar dilerim” der mi? Elbette demez. Kaldı ki, ben konuşma boyunca hiçbir cümlemde “iddialara cevap vermek zorunda olduğunu” söylemedim. Özetle konuşmamız bir gazeteci ve söyleşi yapılan kişi arasında geçmesi gerektiği mesafede, nezaket içinde geçti.
3. İDDİA NE: Bilirkişiyi etkilemeye teşebbüs etmişim ve onun tarafsız olmadığı yönünde bir kamuoyu oluşmasını istemişim!
3. GERÇEK NE: Eğer bu iddia doğru olsaydı, siz bugün çözüm tutanağında “yalan konuşuluyor, AK Parti ve MHP davalarında da görev aldığı” karşı argümanını da göremezdiniz. Konuşmamızın tamamına baktığınızda, bilirkişiyi etkileme veya aleyhinde bir kamuoyu oluşturma amacından ziyade, onun kendisini ifade etme yani tam tersi bir amaç kastımızın olduğu kolaylıkla görülebilir.
Kaldı ki, ilgili sorular CHP’li belediyelerin eski soruşturmalarına dair. Ve ilgili suç maddesi (yani TCK 277) soruşturmayı değil, “görülmekte olan davayı” kapsıyor. Yani, zaten geçmişte yazılıp teslim edilen bilirkişi raporuna dair bir etkileme yapmam için zaman makinesinin icat edilmesi gerekiyor. Böyle bir makine bildiğim kadarıyla icat edilmedi, ben de ışık hızından hızlı hareket edip geçmişe doğru yolculuk yapamıyorum ve zaten isnat edilen suç maddesi soruşturmayı kapsamıyor… Özetle bu iddia da kadük.
“‘Yeni Şafak gazetesine neden kılınız kıpırdamıyor” diye sorma saflığında olmayacağım”
Sayın Hâkim,
Bilirkişi ile yaptığım telefon görüşmesinin çözümleme tutanağında, benim adım yerine, yakın dostum ve meslektaşım ama benden ayrı bir insan olan Barış Terkoğlu’nun adının iki kez yazılmasındaki hukuksuzluğa ya da kibar bir deyimle ciddiyetsizliğe hiç girmiyorum bile…
Keza bize soruşturma açan, bize operasyon yapan, bizi tutuklatan yargı sisteminin aynı bilirkişinin ses kaydını sosyal medyalarında yayımlayan Melih Gökçek ve Hamza Dağ gibi AKP’lilere, geçtim gözaltını “yahu siz ne yapıyorsunuz” deme cesaretini bile gösterememesini irdelemiyorum bile…
Ya da patronlarının aleyhine rapor yazdılar diye “düzenli olarak görevdeki bilirkişileri hedef gösteren Yeni Şafak gazetesine neden kılınız kıpırdamıyor” diye sorma saflığında olmayacağım bile…
‘Sanık Suat Toktaş değil de ölüme neden olan Kızılay Başkanı’nın çocuğu olsaydı, bu davada tutuklu sanık olmazdı!'
Lakin… Söylemezsem, yani en başta işaret ettiğim işin özünü anlatmazsam eksik kalır.
Kitabın ortasından konuşacağım: Bu soru-yanıtı yayımlayan Halk TV değil de A Haber olsaydı, bugün bu dava olmazdı. Kimseyi kandırmayalım.
Sanık Suat Toktaş değil de ölüme neden olan Kızılay Başkanı’nın çocuğu olsaydı, bu davada tutuklu sanık olmazdı.
Konu, hukuksuzluk yaptığı ileri sürülen bir bilirkişiyle söyleşi değil de altın kaçakçılığı yaptığı ileri sürülen milletvekilleri olsaydı soruşturma bile açılmazdı.
Gazeteci değil de bir uyuşturucu baronu, rüşvetçi bir bürokrat ya da tacizci bir tarikat şeyhi olsaydık dosyamız kapatılırdı.
Ama değiliz. İyi ki de değiliz. Sadece gazeteciyiz.
Biliyorum ki, bu davanın gizli suçu; Halk TV’nin yaptığı cesur gazeteciliktir. Tüm tehditlere ve baskılara rağmen sadece gerçeğe biat etmenin bedeli ödetilmek istenmektedir. Öyle ya; hukuktan bahsetseydik, 14 yıl hapsi istenen ben dışarıda olup 9 yıl hapsi istenen Suat Toktaş içeride olur muydu?
Doğru, başımıza indirilmek istenen yargı sopasının ucu sizde, lakin tarihin yazımı bizde.
Dün nasıl bu devlette örgütlenen çeteleri isim isim olay olay deşifre ettiysem, kimse konuşamıyor ya da yazamıyorken çürümüşlükleri belgeleriyle ortaya çıkardıysam, onlarca tehdide ve davaya rağmen bu topraklarda adaletin hüküm sürmesi için bedel üstüne bedel ödediysem…
Kimsenin kuşkusu olmasın; yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır. Bu ülkedeki insanların sadece gerçekleri öğrenmesi için gazetecilik yaptım, yapıyorum ve yapacağım.”
Toktaş kürsüde: ‘Bu kararı Suat Toktaş almıştır yazan kişi kaçmaz’
Barış Pehlivan'ın ifadesinin ardından soruşturmanın tek tutuklu sanığı Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş sanık kürsüsüne geldi.
Savcılık ve hakimlik ifadelerinden eksiklik ve yanlışlıklar olduğunu belirterek başladığı savunmasında Toktaş, şunları söyledi:
"Savcılık ve hakimlik ifadelerinde eksikler ve yanlışlıklar var. Seda Selek ve Serhan Asker'in bu olayda dahilleri yoktur.
Kaçma şüphesiyle tutuklandım ancak kaçmak isteseydim o gün kaçabilirdim. İşimin sorumluluğunu aldım. Bu kararı Suat Toktaş almıştır yazan kişi kaçmaz.
Burada karartılacak bir delil yok çünkü ses kaydı yayınlandı. Aynı ses kaydını Hamza Dağ ve Melih Gökçek yayınlıyor. Beyaz TV'de Osman Gökçek yorum yapıyor. Onlara suç olmayan bize suç.
‘Türkiye'de gazetecilik, siyasal çatışmalar nedeniyle unutulmuş ve zarar görmüştür’
Özensiz bir mantıkla tutuklandım. Bu ülkenin sevdalısı bir insanım kovsalar da gidecek bir yerim yok. Yapılan şey tam anlamıyla gazetecilik. Yanımdan gelmiş geçmiş arkadaşlarıma gazeteciliğimi anlatmak zorundayım.
Gazetecilik yargılanıyor. 38 yıllık gazeteci olarak hukuku iyi bilirim. Anayasa, devletin haber verme hakkını düzenlediğini belirtir; biz de bu haktan yararlanıyoruz. Türkiye'de gazetecilik, siyasal çatışmalar nedeniyle unutulmuş ve zarar görmüştür.
Bu dosyada hepimize beraat kararı verilmesi gerekir. Soruşturma bile açılmaması gereken bir durumla karşı karşıyayız.
Siyasi bir kişilik günlerdir açıklama yapacağım turpun büyüğü heybede diyor. Kamuoyunun büyük merakı vardı. O güz izlenme oranları çok yüksekti. O gün bir isim duyduk hakkında iddialar var. Barış arıyor gazetecilik yapıyor."
‘Gazetecilik ilkelerime sonuna kadar bağlı kalmışım’
Halk TV'de bir kural vardır: Karşı tarafı her zaman ararız. Çünkü merak edilen kişinin sesini duymak bile haber niteliğindedir. Haber merkezi olarak biz de ulaşmaya çalışıyorduk ancak Barış Pehlivan bizden önce ulaşmıştı. Ardı ardına gazetecilik soruları soruyor. ‘Neden görüşmenin kaydı yok? Bir savcı hep aleyhe mi delil toplar?’ Bilirkişi sorulara açıkça yanıt veriyor ve telefonu kapatmıyor, kendince yanıtlar veriyor. Ses kaydı bana ulaştığında, Halk TV eleştirisi de içeriyordu; bunu bile kesmeden olduğu gibi yayınlıyorum. Gazetecilik ilkelerime sonuna kadar bağlı kalmışım.
Haber bazen bir cümledir. Gazetecilik hız ve ısrar işidir. Delice bir iş yapıyoruz. Herkesten önce yayınlamak vardır. Bir gazeteci gündemde olan bir kişiyi sohbet için aramadığını o bilirkişi biliyor olmalı. O muhakemeyi yapmış olduğunu düşünüyorum. Sorulara yanıt veriyor. Kendisi için olumlu imaj verecek bilgileri de veriyor. Tespitler yapıyor ve yayınlamayın demiyor.
Kürşad, saat 12.11'de bana mesaj atıyor ve üç dakika sonra, 12.14'te, "Gördün mü?" diye kontrol ediyor. Bilirkişi ile yaptığı konuşmayı yayınlamamız gerektiğini söylüyor.
Daha sonra Barış Pehlivan ile yazışmaya başlıyorum. İdarede bir sakatlık olduğunu belirtiyor. "Gazeteciliğim sorgulanıyor, dava açma izni var mı?" diye Pehlivan'a soruyorum. O da "Abi biz gazeteciyiz," diye yanıtlıyor.
‘Ben yayınladım, sorumluluğu alıyorum’
Sonra telefonumdan uzaklaşıp, aldığım ses kaydını yayına hazırlamaya başlıyorum. Sorduğum soru ve aldığım yanıt, yaşadığım bir irade sakatlanmasını gösteriyor.
Ben yayınladım. Sorumluluğu alıyorum. Ama bir süreç var onu anlatıyorum. Suç işleme kastım olsa o ses kaydını tekrar verirdim. Bir kez kez yayınlamışım. Bilirkişi adını da baş harfleriyle vermişim.
‘Barış'ın konuşmasında herhangi bir tehdit, telkin veya baskı unsuru yok’
Barış ve Kürşad, gazetecilik standartlarına uygun olarak karşıt görüşlerin alınmasını sağlamışlar; bu, sıkça göz ardı edilen bir detay. Bilirkişiyle yapılan konuşmada izin sorgulaması gereksiz çünkü bilirkişi rahat bir şekilde konuşuyor. Barış'ın konuşmasında herhangi bir tehdit, telkin veya baskı unsuru yok. Bilirkişi, kendi iradesiyle telefonu kapatıyor. Peki, biz neyi etkilemiş olabiliriz?
Savcılık, mütalaasında bir de gazetecilik yorumu yapmış. Haber değeri yokmuş.
Onlarca avukat bana ‘yatarı olmayan bir suç’ dedi ama 34 gündür tutukluyum.
Bilirkişi, tutuklandıktan sonra adliyeye getirildi. İlgili ses kaydı şikayete dayalı bir suç kapsamında incelenmiş ancak ne benim ne de Kürşat hakkında bilirkişiden gelen bir şikayet bulunmuyor. Bu, şikayete bağlı bir suç işlemek için şikayet olmaması gibi ciddi bir hukuk hatasını ortaya koyuyor. Gerçekten dehşet verici bir durum.
‘İddia makamı kamu yararı yok diyor haber için. Nasıl olmaz?’
Biz tutuklandıktan sonra bilirkişi hakkımızda şikayette bulundu.
İddia makamı kamu yararı yok diyor haber için. Nasıl olmaz? Kamuoyu bizim haberimizle bilirkişinin AKP ve MHP belediyeleri aleyhine de rapor hazırladığını öğrendi. Bu kamu yararı değil mi?
38 yıldır 13 kanalda çalıştım. Hiçbir yere siyasi ekonomik bürokratik angajmanım olmadı. Hep çalışarak yönetici oldum. Benden başka bir Suat çıkmaz. Benden gazetecilik dışında başka bir şey çıkmaz.
Siyasal çatışma ortamlarında gazetecilik zehirlenir. Bu zor ortamda gazetecilik zordur. Ben ve bütün arkadaşlarıma beraat verilmeli. Tahliye edileceksem de adli kontrol uygulanmamasını talep ediyorum."
Adliyede güvenlik önlemleri
Duruşma öncesi Adliye ve çevresinde yoğun güvenlik önlemleri alındı.
14 yıla kadar hapis isteniyor
Barış Pehlivan ile Kürşad Oğuz hakkında “Kişiler Arasındaki Aleni Olmayan Konuşmaları Kayıt Etmek, Yargı Görevini Yapanı Etkileme, Kayda alınan konuşmaların basın, yayın yoluyla yayınlanması” iddiasıyla 6 yıldan 14 yıla kadar hapis cezası talep ediliyor.
Soruşturma kapsamında tutuklanan Suat Toktaş ile adli kontrolle serbest bırakılan Seda Selek ve Serhan Asker’e “Kayda alınan konuşmaların basın yayın yoluyla yayınlanması, Yargı Görevini Yapanı Etkileme” iddiasından 4 yıldan 9 yıla kadar hapis cezası isteniyor.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.