Ertuğrul Özkök: MİT Başkanı'nın Kulübesinden Çıkan Soru: “Türkleri Hangi Tanrı Kurtaracak?”

Ertuğrul Özkök: MİT Başkanı'nın Kulübesinden Çıkan Soru: “Türkleri Hangi Tanrı Kurtaracak?”

Ertuğrul Özkök bugünkü köşesinde "MİT Başkanı'nın Kulübesinden Çıkan Soru: 'Türkleri Hangi Tanrı Kurtaracak?'" başlıklı yazısını kaleme aldı

MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın kendi adına 3 Instagram hesabı var.
Bunlardan biri MİT Başkanı, öteki ikisi ise kendi dünyası ile ilgili paylaşımlar yaptığı hesaplar.
İşte kendi hesabına açtığı Instagram sayfasında 24 Ekim günü bir video paylaştı.
Videoda bir kulübenin önünde biriyle sohbet ediyordu.

caafb007-b6d7-49f8-99d6-404b4fa6b698.jpeg
Alman felsefeci Martin Heidegger ile karşılıklı sohbet ederken görünüyordu.
Yapay zekâ ile hazırlanmış hayali bir videoydu.
Yeni çıkan kitabını tanıtıyordu.

4849515e-5462-4fc4-b7c4-bb4e8d818c61.jpeg

DÜNYANIN EN ENTELEKTÜEL
İSTİHBARAT BAŞKANI KİMDİR

Bana “Dünyanın en entelektüel istihbarat başkanı kimdir?” diye sorsanız cevabım banko şu olurdu:
MİT Başkanı İbrahim Kalın.
MİT Başkanı olduktan sonra geçen Ekim ayında “İslam, Aydınlanma ve Gelecek” adlı bir kitap yayınlamıştı.
Ondan 11 ay sonra bu Eylül’de de “Heidegger’in Kulübesine Yolculuk” adlı ikinci kitabı geldi.
MİT Başkanı o videoyu paylaştığı gün, ben de yeni kitabının son sayfalarında şu cümleyle başlayan bölümün altını çiziyordum:
“İnsanlar tanrı olunca dünya daha yaşanır hale gelmiyor…”
Bu cümleye döneceğim, ama önce kitabı biraz anlatayım.

ATEŞKES İÇİN ÇALIŞIRKEN
AKLIMA GELEN SORU

Birinci kitabı İslam düşüncesi çerçevesinde ele alındığı için, fazla temkinli ve ürkek bir dille kaleme alınmıştı.
Her sayfasında bana “Sanki söylemek istediğini tam olarak söylemeye çekiniyor” gibi bir duygu bıraktı.
Özellikle “İslam, Şiddet ve Barış” başlıklı ikinci bölümü neredeyse şifreli yazılmıştı.
O nedenle o bölümü okurken sık sık aklımdan şu soru geçti:
“Acaba Gazze’de ateşkes için çalışırken Hamas hakkındaki gerçek görüşü nedir?”

MİT BAŞKANI HEIDEGGER’İN KULÜBESİNDE
KENDİNİ DAHA RAHAT HİSSETMİŞ

“Heidegger’in Kulübesine Yolculuk” kitabı, kendini daha rahat hissettiği ve Ankara’daki bütün unvanlarını ve ağırlığı atıp sanki kendini darası boş bir teraziye yerleştirdiği bir anlatıma sahip.
Çünkü ne düşündüğünü çok daha rahat anlatıyor.
Ama burada da felsefeciliğin empoze ettiği bir “meta dil” aramıza giriyor zaman zaman.

20 EKİM 2019 GÜNÜ O KULÜBEYE
GİREN BİR İSTİHBARAT BAŞKANI

Alman felsefeci Martin Heidegger, Almanya’nın Freiburg şehrine 30 km mesafedeki bir köyde kendine 42 metrekare büyüklüğünde bir kulübe yaptırmış ve 1922 yılından 1970’e kadar uzunca süre bu kulübede yaşamıştı.
İbrahim Kalın 20 Ekim 2019 günü işte bu kulübeyi, Heidegger’in torunu ile birlikte ziyaret etmiş.
Bu kulübede geçirdiği gün, “Varlık” meselesi üzerine Heidegger’in düşüncelerini kendi gözlüğü ile bir daha gözden geçirmiş.

abdfc84e-2d0e-484b-8aef-04cd39587a5f.jpeg

MÜSLÜMAN DÜŞÜNÜRLER TABİAT
ROMANTİZMİNDEN KORKAR MI

Heidegger köyü ve tabiatı çok seviyor…
Köylüleri üniversitedeki hocalara göre daha uyumlu ve daha ilgi çekici insanlar olarak görüyordu.
Çünkü ona göre “Unvan peşinde koşanlar tefekkürün ne olduğunu anlayamazdı.”
Birçok Müslüman düşünür gibi İbrahim Kalın’da da “romantizmden” korku var.
“Varlığa komşu olmak için bakir tabiatın en elverişli yer olduğunu biliyorum ama bunu tabiat romantizmine ve doğa mistisizmine kapılmadan yapmanın imkânlarını daha fazla araştırmamız gerekiyor” diyor.

KULÜBENİN ÖNÜNDE TESBİH
ÇEKERKEN ORMANI NASIL ANLATIYOR

İnsan tabiat romantizminden niye korkar, niye kaçar ki?
Zaten İbrahim Kalın da kaçamıyor.
Mesela kulübenin önünde tesbih çekerken Kara Ormanları bakın nasıl tarif ediyor:
“Anadolu’nun kır çiçekleri, kekik kokuları, ayçiçeği tarlaları, bozkırın sarısı, Akdeniz’in turkuazı, Ege’nin mavisi, Karadeniz’in yeşili, Boğaz’ın erguvanları ve Mezopotamya topraklarının haki ruhu geliyor aklıma…”
İkinci Yeni şiiri tadında basbayağı romantik bir anlatım değil mi bu…
Ayrıca kulübenin civarındaki derenin akışını izlerken içinden Necip Fazıl’ın “Sakarya Türküsü”nden birkaç dizeyi okumuş.

35cdcb92-8782-4bf8-a4e4-ebc48796a3cd.jpeg

MUHAFAZAKAR BİR KADIN BANA
“BİZ HAYAL KURMAYIZ” DEMİŞTİ

Bunları okurken aklıma, bundan on yıl kadar önce konuştuğum bir Müslüman muhafazakâr kadın geldi.
“Biz hayal kurmayız” demişti.
Neden diye sorduğumda “Çünkü hayal kurmak hedef koymaktır” cevabını vermişti.
O zaman kendi kendime şunu sormuştum:
“Acaba muhafazakâr aydınlar, hayal ve romantizmi hep kendilerini günaha götürecek birer araç olarak mı görüyorlar?”
İbrahim Kalın’ı okurken de aynı duyguyu hissettim.
Oysa Mağusa Limanı’nı harika bir yorumla okuyan İbrahim Kalın’ın böyle endişesi olacağını hiç sanmam.
Neyse kitaba dönelim.

FUTBOL HASTASI FİLOZOF
KÖYDE MAÇI NEREDE İZLER

Bize Heidegger’in kulübesini çok güzel anlatıyor.
Mesela televizyon bağlamamış. Ancak çoğu Alman gibi futbol hastasıymış.
Alman Millî Takımı’nın maçları olduğu zaman komşusunun evine gider, maçı orada televizyondan izlermiş.

acce619d-6372-47b9-b8ec-e1dc538f6ef1.jpeg

KULÜBENİN ÖNÜNDE MANGAL YAPMAK,
AMUDA KALKMAK VE TESBİH ÇEKMEK

Kitabın en duygusal bölümü, MİT Başkanının kulübenin önünde 33’lük tespihini çekerek tefekküre daldığı anları anlattığı bölüm.
“Elbette burada başka bir şey de yapabilirsiniz. Mesela kulübenin önünde balon uçurabilir, mangal yapabilir yahut amuda kalkabilirsiniz. Ama Heidegger’in kulübesinin önünde tespih çeken İbrahim Kalın ise görmek istediğimiz şey, o zaman o tespihe ve onun bana açtığı var olma alanına ihtiyacım var demektir.”

KÖYDE VE KÖYLÜ DİLİNDE
FELSEFE YAPILIR MI

Kitabın ikinci bölümü şu soru ile başlıyor:
“Köyde felsefe yapılır mı?”
Cevabı da şöyle:
“Akademik anlamda köyde felsefe yapılmaz ama felsefeden daha önemli bir iş yapılır: Düşünmek…”
Bu bölümde “Akademia” ile arasına epey mesafe koyan bir yaklaşım okuyoruz.
“Dil, şehirde rafine bir hâl alır ve incelir. Düşüncenin, bilimin, sanatın ve kültürün ifade aracı hâline gelir. Dilin bu yönü kıymetlidir” dedikten sonra, varlığı anlamak için seçilmesi gereken dilin “köyün ve kırsalın dili” olabileceğini anlatır.

KULÜBENİN GEÇMİŞİNDEKİ
KAPKARA BİR DELİK

Heidegger’in geçmişinde büyük bir kara delik var.
1933 yılında, Hitler’in Nazi rejiminde Freiburg Üniversitesi’nin rektörlük görevini kabul etti.
1968 yılında Der Spiegel dergisine verdiği ve ölümünden sonra yayınlanan mülakatta “Bu görevi, üniversiteyi Yahudi ve yabancı düşmanlığına karşı bir nebze olsun koruyabilmek için kabul ettiğini” söyledi.
O günah çıkarma mülakatının başlığı şuydu:
“Bizi ancak bir tanrı kurtarabilir…”

BİZİ KURTARACAK TANRI
ÖZGÜRLÜĞÜMÜZÜ ELİMİZDEN ALIR MI

Tabii Heidegger “Bir tanrı” ifadesini, İbrahimi dinlerin Yaratıcı Tanrısı olarak değil, “Varlık’ın bir tür kutsal ilke ve özne olarak ortaya çıkması” anlamında kullanıyor.
İşte o noktada ilginç bir alana giriyor.
Tanrı dediği o varlık, kural ve düzen koyar. Ama kural ve düzen koyarken özgürlüğümüzü elimizden almaz. Tam aksine özgürleşmemiz için bizi varlık üzerinde düşünmeye davet eder.
Buraya kadar çok güzel.
Ancak o noktadan itibaren “Özgürlük kavramı” ile ilgili öylesine kompleks, karmaşık ve girift bir “izah” geliyor ki, kafanız karışıyor.
Sonunda kendi kendinize “Özgürlük bu kadar komplike bir kavram olamaz ve olmamalı” diyorsunuz.

BİZE ÖZGÜRLÜĞÜN NE OLDUĞUNU
ANLATAN, YOL GÖSTEREN BİR TANRI

Çünkü o karmaşık tarifin altında, Tanrı size “Özgürlüğün ne olduğunu kendine göre belirleyen, yol gösteren bir varlık” hâline dönüşüyor.
Ve bu noktadan itibaren onun felsefi dili ile sizin günlük diliniz çatışmaya başlıyor.
Çünkü bu felsefi izah, sizin kafanızda, ister istemez yaşadığımız dünyadaki Trump gibi siyasilerin bize empoze etmeye çalıştığı “Yeni özgürlük ve hakikat” canavarına dönüşüyor.
Tabii ki İbrahim Kalın’ın bize anlatmak istediği özgürlük bu değil.
Ama bu tarifin arkasında Heidegger gibi Nazi döneminde rektörlük yapmış bir düşünür olunca, kitabı okurken bu karanlık mazi size böyle “yol gösteriyor.”

SEKÜLER BİR YERYÜZÜ
CENNETİ BİZİ KURTARIR MI

İbrahim Kalın’ın iki kitabında da “Batı medeniyeti ve düşüncesi” ile bir tür anlaşmazlık var.
Müslümanların bugün geldiği yerle ilgili çok temkinli bir eleştirel dil kullanırken, Batı’nın geldiği yer konusunda dili çok netleşiyor, daha yargılar koyuyor:
“Mesele, aradan Hristiyan inancını çıkarıp seküler bir yeryüzü cenneti kurmakla çözülmüyor” diyor.

KENDİNİ TANRI SANAN
İNSAN MEMLEKETİ NERESİ

Ve hemen arkasından bence şu çok önemli cümleler geliyor:
“İnsanlar tanrı olunca dünya daha yaşanır hâle gelmiyor. Kendini tanrı sanan insanı dizginleyecek hiçbir ilke, kural, kutsal, ölçü, değer, otorite, hafıza, ahlak kalmadığı için her gün daha tehlikeli bir sona doğru koşar adım gidiyoruz.”
Bu cümleleri üç defa yeniden okudum.
“Kendini tanrı sanan insan…”
Gerçi Heidegger ve Kalın, Tanrı kavramını bizim günlük algımız dışında bir yere oturtuyor ama bizler bu metni tabii ki kendi bildiğimiz bir dille de okuyoruz.

BATI DÜNYASI KENDİNİ TANRI SANAN
İNSANLA HESAPLAŞTI YA ORTADOĞU

İbrahim Kalın “Kendini tanrı sanan insan” kavramını Batı dünyası için kullanıyor ama sizin aklınıza da şu soru gelmiyor mu?
“Kendini tanrı sanan insan” kavramı aslında bizim bulunduğumuz coğrafyaya, yani Ortadoğu’ya daha çok oturmuyor mu?
Çünkü özellikle Avrupa, “Kendini tanrı sanan insanla” 20’nci yüzyılda hesaplaştı.
Bizzat Heidegger’in rektörlüğünü kabul ettiği Nazi döneminin “Führer”i belki felsefi dilde değildi ama, günlük dilimizde bu tarifin tam karşılığıydı.
Kitabı okurken sık sık Ioanna Kuçuradi’nin bize yaptığı uyarılar aklıma geldi.
“Felsefede İslami değer diye bir şey yoktur. Hristiyan değer diye de bir şey yoktur. Değer vardır” dediği zaman, felsefe diliyle günlük dilimiz arasındaki uçurumu fark etmiştim.
İbrahim Kalın da bir felsefeci olarak bu cümleleri bambaşka bir kontekste kullanıyor.
Ama Ortadoğu’nun ve Müslüman dünyanın bugün geldiği yere bakınca, yaşadığım hayal kırıklıkları ve hüsran içinde benim bu kavramı okumam da böyle oluyor.

KİTABA PARANTEZ İÇİNDE
ŞİFRE GİBİ KONMUŞ BİR CÜMLE

Bu kitabı İbrahim Kalın’la yüz yüze konuşmayı çok isterdim.
Özellikle de kitabın birinci bölümünde parantez içine alınmış şu küçücük cümleyi:
(Hannah Arendt’in kulübeye gelip gelmediğini bilmiyoruz.)
Heidegger’in hayatında çok önemli yeri olduğu hâlde, Arendt adı kitapta sadece burada geçiyor.
Kendi kendime sordum:
Acaba parantez içindeki bu cümleyi oraya bir şifre olarak mı koydu?

İBRAHİM KALIN SON YILLARDA
ARENDT’İ YENİDEN OKUMUŞ MUDUR

Hannah Arendt, Heidegger’in en parlak öğrencisiydi.
Heidegger’le aralarında bir aşk ilişkisi vardı.
Ancak Yahudi olduğu için Almanya’dan ayrılmak zorunda kaldı.
Fransa’da öğrencilik yıllarımda bize Hannah Arendt ders olarak okutulmuştu.
Otoriter rejimlerde “kötülüğün banalleşmesi” kavramını bütün dünyaya kabul ettiren çok önemli bir düşünürdü.
İtiraf edeyim, o yıllarda Arendt’i tam anlamamıştım.
Ama son 10 yılda ülkemde ve Ortadoğu’da yaşananları gördükçe Arendt’i bir defa daha okuma ihtiyacını duydum.
Şimdi çok iyi anlıyorum.
Bütün dünya da çok iyi anlıyor.
Özellikle bu yıl birçok felsefe dergisinin kapağı oldu.
O nedenle onun adını parantez içinde görünce bana çok ilginç geldi.
İbrahim Kalın’a şu soruyu sormayı çok isterdim:
“Siz de Arendt’i yeniden okuma ihtiyacı duydunuz mu son yıllarda?”

BİZİ ORTADOĞU’NUN İNSAN
TANRISI MI KURTARACAK

Geliyorum kitabın son sayfasına.
Kalın diyor ki:
“Şimdi kendi kulübemizi yapmaya başlamamız lazım. Herkes kendi kulübesini yapmakla mükellef.
Öyleyse yolumuz açık olsun…”
Ama kitap bittiğinde sıradan bir okuyucu olarak benim kafamdaki şu sorunun cevabı hâlâ yoktu:
“Evet, bizi bir tanrı kurtaracak…”
Ama hangi tanrı?”
Giderek Ortadoğu’nun karanlık girdabına sürüklendiğimiz şu günlerde, bizi hangi tanrının kurtaracağını bilemiyorum.
Ama bildiğim, çok iyi bildiğim bir şey var:
Bizi, “Ortadoğu’nun kendini tanrı sanan insanları” kurtaramayacak…


(*) İbrahim Kalın: “Heidegger’in Kulübesine Yolculuk”, İnsan Yayınları, Eylül 2025

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.