10 Ekim Katliamı sanıkları hakkında iade talebinde bulunulmadığı ortaya çıktı

10 Ekim Katliamı sanıkları hakkında iade talebinde bulunulmadığı ortaya çıktı

10 Ekim Katliamı'na dair aranan firari sanıklar hakkında Suriye’den herhangi bir iade talebinde de bulunulmadığı ortaya çıktı.

Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi, 10 Ekim Katliamı davasında kırmızı bültenle aranan IŞİD’lilerin durumunu, iadelerinin istenip istenmediğini Adalet Bakanlığı’na sordu.

Gazeteci Gökçer Tahincioğlu'nun T24'de yer alan yazısında, bakanlığın verdiği yanıtlar yer aldı. Bakanlık yanıt yazısında aynı sorunun daha önce de sorulduğunu anımsatarak, "Yakalanması ve ülkemize iadesine yönelik bir gelişme olması hâlinde başsavcılığınıza bilgi verilecektir" dedi.

İkinci yazıda ise firarilerden Deniz Büyükçelebi’nin durumu soruldu. Yanıt yazısında “Kırmızı Bülten'le uluslararası seviyede aranan Deniz Büyükçelebi hakkında herhangi bir iade talebi yönünden işlem yapılıp yapılmadığı hususunda bilgi verilmesi talep edilmiştir. Genel Müdürlüğümüz kayıtlarının tetkiki neticesinde, adı geçen hakkında Bakanlığımıza ulaşan herhangi bir iade evrakının bulunmadığı anlaşılmıştır” denildi. Bakanlığın Suriye’den herhangi bir iade talebinde de bulunmadığı ortaya çıktı.

Tahincioğlu, "Yakalanıp yakalanmadıkları sorusuna 'Ne sorup duruyorsunuz?' yanıtını veren bakanlık, Suriye’den herhangi bir iade talebinde de bulunmamış" değerlendirmesinde bulunurken, yazının tamamı şu şekilde;

'IŞİD’lilerin Suriye’de keyfi yerinde!'

Cumhuriyet tarihinin en kanlı terör eyleminin üzerinden tam 10 yıl geçti.

Geride bırakılan 10 seneye hendek operasyonları, olağanüstü hâl, başkanlık sistemi, Suriye operasyonları başta olmak üzere, bir başka ülkede 30-40 yılda yaşanabilecek gelişmeler sığdırıldı.

Mevsimler değişti, iklimler değişti, insanlar değişti.

Hatta insanlar öylesine değişti ve değişebiliyor ki fanatik bir biçimde çatışmaları ve operasyonları savunanlar birkaç gün içerisinde televizyonlarda türkü söyleyip, görüşme listelerinin başına isminin yazılmasını talep edebiliyor.

Olan elbette barış için çabalayan, tutarlı biçimde politik bir çizgide duran, sözünü söylemekten çekinmeyenlere oluyor.

* * *

10 Ekim 2015’te, binlerce insan, sadece barış talebini ısrarla vurgulamak için Ankara Garı önünde toplandı.

Yıllarca telefonları dinlenen ve ne hikmetse terör eyleminden bir süre önce takiplerine son verilen IŞİD’in Gaziantep hücresi, iki canlı bombayı bombayla kuşatıp, karayolu ile Ankara’ya gönderdi.

Daha Suruç katliamının acısı dinmeden, hesabı sorulmadan, canlı bombalar bu kez Ankara Garı önünde patlattı kendilerini.

Cumhuriyet tarihinin en büyük terör saldırısı kadar sonrasında yaşananlar da trajikti. Bugün yaşananlar gibi…

* * *

Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu, “kokteyl terör” gibi bir kavram uydurdu.

Dönemin bakanları, onlarca insanın öldüğü, yüzlerce insanın yaralandığı saldırıdan sonra gülümseyerek basın toplantısı yaptı.

Ertesi günkü milli maçta, tribünler ölenleri ıslıkladı.

Sadece kendileri gibi düşünmüyor diye, insanlar halay çekerken patlayan bombayla ölen insanların eylemi önceden bildiğini, bile bile kendilerini öldürdüklerini iddia etti.

9 yaşında çocukların öldüğü eylemden sonra ölenlere karşı nefret dili geliştirildi.

İnsanların her yıl Gar Meydanı’nda yakınlarını anması bile yasaklandı. Gaz yiyerek, darp edilerek Gar Meydanı’na gelebildi ölenlerin yakınları.

* * *

Bu ülkenin “özgür ve eşit yurttaşları” olması gereken insanlara karşı benzer bir dil ve yaklaşım bugün de devam ediyor.

Katliamdan sonra bir grup IŞİD’li yakalandı ve yargılandı.

Ancak asıl organizatörlerin tamamı zaten çoktan Suriye’ye kaçmışlardı.

Ve nasılsa 10 Ekim’e kadar rahat rahat sınırdan insan geçirebiliyor, Türkiye’ye girip çıkabiliyorlardı.

Telefon dinleme kayıtları ortaya koyuyor ki yabancı savaşçıları Suriye’ye Türkiye üzerinden geçiren bu gruba yönelik yıllarca operasyon yapılmadı.

* * *

10 Ekim katliamının organizatörü 16 IŞİD mensubu hakkında açılan davanın duruşması dün Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapıldı.

Bu sanıklardan yedisinin Irak ve Suriye’de olduğuna yönelik kapsamlı bilgiler var. Hatta daha önce emniyetten, çeşitli istihbarat bilgileri de geldi. Beşinin Suriye’de, birinin Irak’ta olduğu kesin olarak biliniyor. Yaşadıkları köyler, bulundukları kamplar bile biliniyor.

Dünkü duruşmada da sanıklardan biri, daha önce trafik kontrolünde yakalanıp, bir süre sonra serbest bırakılan, ardından Suriye’ye kaçan Ahmet Güneş’in geçişleri organize ettiğini, kolayca Türkiye’ye girip çıktıklarını anlattı.

Zaten bilinen gerçekler!

* * *

Ancak asıl trajik yönü bu da değil yargılamanın.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Esad rejiminin düşmesinin ardından Şam’ı neredeyse komşu kapısı yaptı. MİT Başkanı İbrahim Kalın ile fırsat buldukça Suriye’yi ziyaret ediyorlar.

Yeni Suriye yönetimiyle yakınlıklarını dünyaya gösteriyorlar. Her kritik aşamada Şam’da mutlaka bulunuyorlar.

Durum buyken, herhalde Dışişleri Bakanı ile MİT Müsteşarı’nın, ülkelerindeki en büyük terör eylemini yapan teröristleri de konu etmeleri beklenir.

Binlerce kilometre mesafedeki ABD, IŞİD’i bu kadar dert ediyorken, IŞİD’in hedefi olmuş Türkiye’nin aksi bir davranışta bulunması beklenemez.

Ama oluyor işte.

* * *

Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi, bir önceki duruşma, önceki duruşmalarda olduğu gibi firari, avukatların yoğun ısrarıyla, kırmızı bültenle aranan IŞİD’lilerin durumunu, iadelerinin istenip istenmediğini Adalet Bakanlığı’na sordu.

13 Mayıs’ta Adalet Bakanlığı Dış İlişkiler ve AB Genel Müdürlüğü’nden mahkemeye yanıt geldi.

Bakanlık mahkemenin durmadan sorup durmasından usanmış olacak ki garip bir yanıt verdi.

Yanıt yazısında, mahkemenin daha önce aynı konuyu kaç kez sorduğu anımsatıldı. Oysa 2020 ve 2025’te, doğal olarak 5-6 kez sormuştu.

Ama bakanlığa çok gelmiş!

Yanıt yazısında şöyle devam edildi:

“…kırmızı bülten ile uluslararası seviyede arattırılmasına devam edilmekte ve adı geçen hakkındaki işlemler, İçişleri Bakanlığı tarafından koordineli olarak yürütülmekte olup, yakalanması ve ülkemize iadesine yönelik bir gelişme olması hâlinde başsavcılığınıza bilgi verilecektir. Bu itibarla, emek ve zaman kaybının önlenmesini teminen, mutat aralıklarla Bakanlığımızdan safahat bilgisi istenilmesi yerine, bir gelişme yaşanması hâlinde Bakanlığımız tarafından malumat verilmesinin beklenmesinin daha uygun olabileceği değerlendirilmektedir.”

* * *

Bakanlık, kısaca, “Ne sorup duruyorsun, bir gelişme olursa biz yazarız” demiş. Emek ve zaman kaybının önlenmesiymiş bu cümlenin amacı.

Herhalde geriye kalan zamanda firari IŞİD’lileri köy köy kasaba kasaba arıyorlar. Rahat bırakmak lazım elbette!

Ama gelen ikinci yazı pek de öyle olmadığını söylüyor.

İkinci yazıda da firarilerden Deniz Büyükçelebi’nin durumu sorulmuş.

Yanıt yazısı fikir veriyor:

“Kırmızı Bülten'le uluslararası seviyede aranan Deniz Büyükçelebi hakkında herhangi bir iade talebi yönünden işlem yapılıp yapılmadığı hususunda bilgi verilmesi talep edilmiştir.

Genel Müdürlüğümüz kayıtlarının tetkiki neticesinde, adı geçen hakkında Bakanlığımıza ulaşan herhangi bir iade evrakının bulunmadığı anlaşılmıştır.”

* * *

Yakalanıp yakalanmadıkları sorusuna “Ne sorup duruyorsunuz?” yanıtını veren bakanlık, Suriye’den herhangi bir iade talebinde de bulunmamış.

Sorsan, “yakalama olmadı ki iade isteyelim” yanıtı alırsınız.

Ama başka istihbarat yazılarından yerlerinin bilindiği de anlaşılıyor.

Devletin bakanı, MİT Başkanı, iktidar, neden Suriye’den bu insanların yakalanmasını istemiyor?

Suriye, Interpol sistemine, 2021’de yeniden dahil oldu. Avrupa’nın dört yanında operasyon yapıp, insan yakalayıp getirebilen Türkiye, Suriye’de bu yetenekten yoksun nedense…

* * *

Niyet mühim.

10 yıldır niyetin ne olduğunu da açıkça görüyoruz.

Ancak yalandan da olsa biraz çaba gösterilmesi fena olmaz, en azından “eşitlik” sloganları havada kalmaz.

Yapılacaklar da basit.

Şam ziyaretlerinden birinde konuyu açarsınız, iki dakikada bulurlar arananları.

Bu kadarı yapılamıyorsa, ısrarla yazı gönderirsiniz, Türkiye’yi kıracak değiller ya!

Ama yapılmadı ve yapılmayacak.

Zira ısrarla bu ülkede herkesin eşit ve adil biçimde yaşaması için mücadele eden, çizgisini değiştirmeden, ağır bedeller ödeyerek yaşayan ve ölen insanlar söz konusu!

Ölüleri ıslıklanan, ölüleri yok sayılan insanlar.

Farklısı da beklenmezdi zaten…

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.